_______________________________________________________13
Milliyet, 18.3.1956
Halit Talayer
ÇALIM ÜSTADI
LEFTER’in HAYATI
GİNA, yirmi sene evvel, bir Türk futbolcusuna, Lefter’e âşıktı. Lefter o zamanlar, mektepten fırsat bulduğu dakikalarda üç beş arkadaşıyla, mahale arası, arsa ve benzeri yerlerde top kovalayan “müstakbel bir futbolcu” namzediydi. Gina da, onun her gününü beraber geçirdiği sevgilisi…
Gina bir İtalyan kızıydı. Güzeldi, dilberdi. Daha o yaşta, ileride bütün bakışları üzerine toplamaya namzetti. Göğüsleri, biçimli vücudu, tatlı yüzü ve iri kalın dudaklarıyla muhitinin dilberiydi. Büyükada’nın kraliçesiydi.
Lefter, Gina’yı ilk gördüğü zaman ona hayran kalmıştı. O günlerde pek futboldan başka bir şey düşünmeyen kafası, hayâl âleminde Gina’sına, bu ilk sevgilisine mühimce bir yer ayırmıştı.
Aynı mektepte okuyorlardı. Lefter, mektep takımının as futbolcusuydu. Sınıflar arası maçlarda büyük istidadını ortaya koyan hareketleri sık sık tekrarlar, iyi bir istikbale namzet olduğunu her fırsatta ispat ederdi. Bu çocukta fıtrî bir cevher vardı. Bu herkesçe kabul ediliyordu.
Mektepte kimseyi beğenmiyen ve bütün alıcı bakışlara omuz silkip geçen İtalyan kızı Gina da Lefter’i bunun için beğenmişti. Hattâ tanışma zeminini bile o hazırlamıştı.
Küçük kafalar, pek çabuk kaynaştılar. Akşam oldu mu, buluşurlar, Büyükada’nın güzel kokulu çam ağaçarı altında, yaşlarına göre, aralarında konuşurlardı. Bu konuşmalar, daha sonra kalblerinde bir sevme başlangıcı yarattı. Ne olduğunu bilmeden birbirlerini sevdiler. Ama, birisi çıkıp da: “Çocuklar siz aşk nedir, bilir misiniz?” diye soracak olsa, muhakkak ki, ikisi birden: “Yooooo, bizim böyle bir şeyden haberimiz yok ki”, diye cevap vereceklerdi. Bu çocukluk aşkıydı. Onlar ne olduğunu bilmeden muvakkat bir aşka düşmüşlerdi.
Uzun müddet flört ettiler. Lefter, devamdan pek hoşlanmadığı mektepten arta kalan zamanlarını futbol ve Gina’sıyla beraber geçiriyordu. Fakat, zamanla Gina ikinci plâna düştü. İki aşktan, ayakla tepileni daha ağır basmıştı. Futbol galip geliyordu. Hem öylesine galip geliyordu ki, bu galibyetin sâhibi, ileride, Türkiye’nin sayılı futbolcularından birisi olacaktı.
Gina’yla arkadaşlığı, küçük futbolcunun, renkli geçecek hayatına sâdece bir başlangıçtı. Hakikatten, o Büyükada’nın çocuğuydu. Doğma büyüme Büyükadalı’ydı.
1926 senesinin 3 Ekiminde, mütevazı bir evde dünyaya gözlerini açtığı zaman bir “yaz” daha bitmişti. Sayfiyedekiler evlerine dönmüşlerdi. Ada’da, Ada sâkinlerinden başka kimse kalmamıştı.
Lefter böyle bir zamanda dünyaya geldi. Bütün Adalılar, Küçükandonyadis âilesinin bu yedinci ferdini sevinçle bağırlarına bastılar. Yedi çocuktan dördü kızdı. Lefter, o zaman bile golcülüğünü göstermiş ve vaziyeti 4-3 yaparak, beraberliği erkek tarafı için ümitli bir hale getirmişti.
Lefter’in ilk senelerdeki gelişmesi çabuk oldu. Onu göre çok kısa zamanda serpileceğini söyleyebilirdi. Ama, tamamen aksi oldu bunun. Lefter, mahallenin en ufak yapılı çocuklarından birisi olarak kaldı.
Muhitindekiler, başta annesi ve babası olmak üzere, bunu futbola hamlettiler. Futbolun, küçük yaşta oynanmaya başlandığı takdirde, insanın boyunu kısa bıraktırdığı yolundaki inanış, onlara da bu kanaati vermişti.
Devamı var
(19.3.1956)
Bunun içindir ki, elele verip Lefter’i toptan uzaklaştırmaya çalıştılar. Ama ne hadlerine… Lefter her fırsat buluşunda, akşam yiyeceği dayağı bile göze alarak evden kaçıyor ve soluğu futbol sahasında alıyordu. Bu aşk bir kere kanına işlemişti, artık önünü almak zordu.
İLK MEKTEBE YAZILIŞ
Lefter’in mektep çağına gelmesini ailedekiler bir lütûf kabul ettiler. Bir türlü eve sokamadıkları altı yaşındaki en küçük oğulları belki bu sâyede, istedikleri gibi bir adam olurdu. Böyle düşünerek sevindiler.
Halbuki, mektep Lefter için futbolda istediği hamleyi yapmasına yardım edecek bir vâsıta yerine geçti. Âile fertleri onu eve sokmadıklarına üzülürken bir de, başlarına futbol çıktı. Arkadaş bolluğu ve futbolda gösterilen rağbet, Lefter’i âdeta kendinden geçirmişti. İşte, bundan sonra, “gündüz mektep, mektep dönüşü ev” teranesi tarihe karıştı. Anne ve babası her aradıklarında, Lefter’i Ada’nın futbol sâhalarında buldular.
ZAYIF OLDUĞU İÇİN FENERBAHÇE’Yİ SEÇMİŞTİ…
Mektepte sık sık sınıflar arası maçlar yapılırdı. Fakat bu maçların en enteresanları, Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe namları altındaki bu üç kulüp taraftarlarının kurdukları takımlar arasında oynanırdı.
Mektepli Galatasaraylılar tarafı ağır basıyordu. Kuvvetçe Beşiktaş ikinci geliyordu. Fenerbahçe üçünün en zayıfıydı. İşte, bunun içindir ki, kalbi zayıfa karşı dâima muhabbet dolu olan Lefter Fenerbahçe’yi seçti, mektep hayatı boyunca ve ondan sonra da Fenerbahçeli kaldı. Belki garip bir histi ama bu hâdiseyle Lefter Fenerbahçe’ye farkında olmadan bağlanmıştı.
Tarafını tuttuğu ve bizzat oynadığı Fenerbahçe mektep takımı, bütün gayretine rağmen, üçüncülükten yukarı çıkmaya muvaffak olamadı. Çünkü, Lefter takımda tekti. O zamanki futbol kudreti de, daha tek başına bir takımı mağlûp etmeye yeter derecede değildi.
HOCALARI TARAFINDAN SEVİLMEZDİ
Mektepte hocaların sevmediği bir talebe olmasına rağmen Lefter, sınıfları kalmadan geçti. Topu ve Gina’sını, okumaya tercih ettiği halde, ince zekâsı sâyesinde, şöyle kitaplara haftada bir göz atmakla bile derslerini kıvırabiliyordu.
Sevilmeme sebebi, derslerde yaramazlık etmesinden ileri gelirdi. Bir talebe derse kalktığı zaman rahat durmaz, daha hocaları bir şey sorar sormaz, hemen sualin ona doğru cevabını fıslardı. Bunu her zaman yaptığından, başkalarının kabahatli olması halinde bile suç ona yüklenirdi. Hocalar, böyle şeyleri ondan beklerlerdi.
Lefter, ilk mektebi bitirince artık okumamaya karar verdi. Daha doğrusu o değil de ailesi böyle düşündü.
Lefter’in ufak yaşına rağmen hiç sıkıntıya gelemiyen bir tabiatı vardı. Değil mektebe, ailesinin baskısına bile tahammül edemezdi. İkincisi, Büyükada’nın orta kısmı yoktu. Sonra, o günlerde Ada’daki bütün ailelerin çocukları ilk mektepten sonra okumuyorlardı zaten. Lefter, bir değişiklik yapmıyordu. Sâdece yürünen bir yoldan yürüyordu, o kadar.
İşte, anne ve babası böyle düşünerek, Lefter’i okutmamaya ve bir sanat adamı olarak yetiştrmeye karar verdiler.
OĞLUNLA BAŞA ÇIKAMIYORUM…
Lefter’in eniştesi gümrük komisyoncusuydu. Lefter için âdeta ikinci bir babaydı. Ailenin niyeti, onu eniştesinin yanında, onun mesleğinde yetiştirmekti.
Lefter, br zaman bu işden hoşlanmadı değil… Fakat, bıkması da o kadar çabuk oldu. Zavallı eniştesi, onu tâ Ada’ya kadar gelerek elinden tutar işe götürür, oysa her fırsat buluşunda işten kaçar, soluğu Talimhane’nin altındaki küçük futbol sahasında alırdı. O zamanlar Galatasaray’ın ası olan Buduri’nin kardeşi de ayni sahada meşin top kovalayanlar arasındaydı.
Ancak, ondaki futbol sevgisi, diğerlerinden farklıydı. O âdeta tapıyordu bu oyuna… Dünyada bundan daha fazla sevdiği bir şey yoktu. Hattâ, ilk göz ağrısı İtalyan kızı Gina’yı bile unutmuştu. Ondan hâtıra kalan tek şey, çam ağaçlarının altında onunla birlikte geçirdiği tatlı saatlerdi.
Bâzen, kendisiyle başbaşa kaldığı zamanlar bunu düşünürdü. Sahaya çıktığında ise, herşey geride kalırdı. O anda kafasına hâkim olan tek şey, futboldü. Ondan başka birşey düşünemez, bundan daha zevkli birşey tasavvur edemezdi.
Haftanın muayyen günlerinde, Büyükada ve Talimhane’nin altındaki saha arasında mekik dokuyan ve Lefter’i bu iki yerde, yazıhanesinde olduğundan daha fazla gören eniştesi, nihayet buna dayanamadı ve bir gün Lefter’i elinden tutarak getirdi babasına eslim etti: “İşte oğlun, dedi, al ne yaparsan yap, ben başa çıkamıyorum artık.”
Devamı var
(20.3.1956)
Babasına söyliyecek bir söz kalmamıştı. Eniştesi gittikten sonra oğlunu karşısına çekerek ona uzun uzun nasihat etti. Hayat şartlarından, futbolün onun karnını doyuramayacağından bahisle, ilerde bir baltaya sap olabilmesi için, muhakkak birşey öğrenmesi lâzım geldiğini anlattı. Küçük Lefter babasının anlattıklarını dikkatle dinliyordu. Adamcağız sözlerini şöyle bitirdi: “Madem ki, komisyonculuğu sevmedin, o halde bir sanat öğren.”
Baba oğul buna karar verdikten biraç gün sonra, Lefter, öbür eniştesiyle birlikte su tesisatı işlerinde çalışmaya başlayacaktı.
Belki garipti ama, Lefter bu işi çok sevmişti. İş kadar onu ayrıca memnun eden bir taraf da, eniştesinin ona karşı olan müsamahasıydı. Arasıra kaçamak yapmasına göz yumar, mühim maçlarda oynamasına müsaade ederdi, Lefter’in yeni işine bağlanması, bir bakıma bundandı.
GÜREŞTE DE YILDIZ OLMUŞTU…
MAHALLENİN BÜYÜKLERİ MAÇI UZATIRLARDI
Küçük Lefter, her geçen gün biraz daha gelişiyordu. Boyda pek büyük fark yoktu, fakat vücud, artık o eski çelimsiz görünüşünden sıyrılmıştı. Uzun zaman Emniyet takımında oynayan Necib ve hâlen Ayasofya Müzesi Müdür Muavinliği’ni yapan Arnavut Muzaffer gibi, Ada’nın eskileri, onlara vücudlarını geliştirecek hareketler yaptırmakta önayak oluyorlardı. Hep birlikte yapılan çalışmalar, âdeta muntazam bir cimnastik gösterisini andırırdı. Bu arada, koşarlar, ip atlarlar, boks yaparlar ve en mühimi güreşirlerdi. Ufak yapısına rağmen Lefter, bu sonuncusunda büyük bir maharet gösterirdi.
Devamı var
BU ONUN, VÜCUTÇA UFAK OLMASINI
TEKNİĞİ VE ZEKÂSI İLE MAĞLUP EDEBİLECEĞİNİN İLK DELİLİYDİ.
Lefter’in o zaman oynadığı mahalle takımının ismi “Kumsal”dı. Bu takımla, Ada’daki diğer bütün takımları, “Heybeli” dahil mağlûp ederlerdi. Kendilerinden yaşça çok büyük olan çocuklarla yaptıkları maçların galibi onlardı. Fakat, karşılarındakiler mağlûbiyeti bir türlü kabul etmezler ve maçın normal müddeti bittiği halde, onları yine oynamıya zorlarlardı. Büyükler galip vaziyete geçtikleri zaman oyun biterdi. Ne tükenmez bir enerji ve futbol oynamak arzususdur ki, Lefter ve arkadaşları, buna “hayır” diyemezler ve her dakika biraz daha artan bir hırsla, hattâ kar, yağmur ve çamura bile aldırmadan oyanamıya devam ederlerdi. Hattâ, karanlık bastığı halde oyunu bırakmazlardı. Bâzen hayli enteresan sahneler olur, karanlıkta topu göremedikleri için, bir sesle hepsi birden topun olmadığı tarafa doğru koşarlar, birbirlerinin üzerine yüklenirlerdi. Günler bu şekilde sür’atle ve fazla bir değişiklik göstermeden geçip gidiyordu.
ARZUSU BÜYÜKLERLE OYNAMAKTI
Lefter bu sıralarda on iki yaşına basmıştı. Futbolu öylesine tekâmül etmişti ki, topu ayağına aldığı zaman onu istediği kadar hâkimiyeti altında tutabiliyordu. Sanki top ayaklarına yapışık olarak doğmuştu. RAkipleri bütün gayretlerine rağmen attığı çalımlara muhatap olmaktan kurtulamazlardı.
Bu arada, ona “Çalım Kralı” ünvanını takmışlardı. Nasıl takmasınlar ki, Lefter topu her kapışında, önüne çıkan bütün rakiplerini ipe dizer gibi sıradan geçirirdi. Çalım… Çalım… Çalım… O zaman bildiği tek şey buydu. Ve bununla haklı bir gurur duyuyordu.
FAkat, zamanla bu tarz oyun onu tatmin etmemiye başladı. Artık, akranları ona eski zevki vermiyorlardı. Her geçen gün biraz daha artan futbol sevgisi içinde, mahalle futbolu pek hafif kalmıştı. Şimdi, büyüklerle oynamak, Ada birinci takımına girmek arzusundaydı. Bu bir bakıma da, küçük yaşına ve ufak vücud yapısına rağmen büyüklere, onlarla başa çıkabileceğini isbat etmek istemesinden ileri geliyordu.
ONU OYNATIRSANIZ BEN OYNAMAM…
Lefter’in gece gündüz gördüğü bu rüya, hakikatte gerçekleşecekti de… Ada’nın büyükleri de, onun takımlarına lâyık olduğu kanaatindeydiler. Ancak o sıralarda Büyükada birinci takımında sağ bek oynamakta olan, kendisinden beş yaş büyük ağabeysi Panani, takım idarecilerine: “Onu oynatırsanız ben oynamam,” tarzında bir teklif yapınca işler değişti. İdareciler, hem yaşça büyük ve o zaman çok daha iyi bir futbolcu olan Panani’nin bu arzusuna itiraz cesaretini bile bulamadılar. Lefter’e gelince, ağabeysine ağzını açıp da bir lâf söyliyemedi. Söyliyemedi, çünkü o zamanki terbiye yaşça küçük olanın, büyüğüne karşı gelmesine müsaade etmezdi. Yeni yetişenlerin hepsi, önce bunu öğrenirlerdi.
Bu bakımdan, Lefter’in Ada birinci takımında oynaması tamamiyle talihe, daha doğrusu ağabeysininrıza göstermesine kaldı. Ama, bu müsaade ne zaman çıkacaktı? İşte Lefter bunu bilmiyordu. Bilmediği için de, bazen zıvanadan çıkacak gibi olyordu.
Bu arada, mahallede yeni bir takım kurulmuştu. Gençler yeşil beyaz formalı bu takımın adını “Yeşil Kuşar” takmışlardı. Yeşil Kuşlar, yaşça ve vücutça ufak futbolcular olmalarına rağmen, Büyükada’da yenmedik takım bırakmamışlardı. Hattâ, bir ara, Heybeli takımını bile mağlup etmişlerdi.
Yeşil Kuşlar’ın bu şöhreti kısa zamanda dikkati çekmekte gecikmedi. Takımdaki oyuncuların hemen hepsi, Büyükada “A” takımına seçildiler. Zavallı Leftercik, ağabeysinin israrı, yüzünden bundan da olmuştu. Hele şimdi büsbütün yalnızdı. Kendisini az çok tatmin imkânını bulduğu “Yeşil Kuşlar” takımında oynamak fırsatı da yok olmuştu artık. Tek çare, yine Kumsal takımına dönmekti. Lefter de öyle yaptı. Eski takım arkadaşları, çok daha fazla tekâmül etmiş olan Lefter’in bu geri dönüşünü adeta bayram sevinci içinde karşıladılar. O da, bununla bir dereceye kadar teselli buldu.
39 DERECE ATEŞ VIZ GELMİŞTİ…
Genç futbolcu, bu sıralarda işle futbol arasında mekik dokuyordu. Hemen bütün gün eniştesiyle birlikte su tesisatı işlerinde çalışıyor, antreman ve maç saatlerinde de ondan izin alarak “futbol”a koşuyordu.
Böyle günlerden birinde Lefter ani olarak hastalandı. Ateşi bir anda 39’a yükselmişti. Ancak, o gençlik hali içinde onu bile, o gün, Burgaz takımı ile yapacakları maçı, düşünüyordu. Ona kalsa, hemen yataktan fırlar ve oynımaya koşardı. Fakat, annesi ile babası? Onları atlatması imkânsızdı. Zavallılar, onun durumundan iyice endişe etmişler ve yatağının başından ayrılmaz olmuşlardı. Halbuki, aklından geceleri bir bilselerdi? Lefter işte bunu düşününce vücudunun tir titrediğini hissetti. Ve o an kendi kendisine kanaat getirdi ki, artık bu maçta oynamasına imkân kalmamıştır.
Fakat, bu anda eve gelen davetsiz bir misafir herşeyi değiştirdi. Lefter’in takım arkadaşlarından biriydi bu. Odaya girince, hemen Lefter’in yanına koştu. Birşeyler söylemek istediği aşikârdı. Fakat konuşamıyordu bir türlü. Lefter, çoktan anlamıştı. Arkadaşı, maç için gelmişti. Annesinden çekindiği için söyleyemiyordu.
Bir ara, annesi odadan dışarı çıkınca, Lefter’le arkadaşına gün doğdu. İçlerindekini bir anda dışarı boşalttılar. Lefter doğru tahmin etmişti. Arkadaşı kendisinden takımda oynamasını istiyordu. O oynamazsa, Burgaz takımını mağlûp edemezlerdi. Geçen defa onlara kendi sahalarında yenilmişlerdi. Bu defa muhakkak intikâm almaları lâzımdı.
Lefter, arkadaşını dinlerken nöbetler geçiriyordu. Ateşini filân herşeyi unutmuştu. Şimdi bütün aklı, evden nasıl kaçabileceğindeydi. Bunu düşünüp dururken, beklediği fırsat tahakkuk etti. Annesinin bir ara mutfakta meşgul olmasından istifade ederek iki arkadaş, kimseye görünmeden kapıdan dışarı fırladılar. Lefter, bu hareketiyle, bir maçın karşılığı olarak, eve döndüğünde yiyeceği bir araba dayağı peşinen kabullenmiş oluyordu.
Devamı var
(22.3.1956)
ANNESİ ARAYINCA…
Lefter ve bir arkadaşının paytona atlayarak futbol sahasına varmalarından az sonra, durumdan haberdar olan annesi de arkalarından yetişmişti. Daha maçın başlamasına bir saat kadar vardı. Bu sebeple ortalıkta pek kimse görünmüyordu.
Kaçma hâdisesinin yarattığı şaşkınlıktan hâlâ kendisini kurtaramamış olan zavallı kadıncağız ilk rastladığı çocuğa: “Lefter buraya geldi mi?” diye sordu. Aldığı cevp menfiydi. Çocuğun ifadesine göre, Lefter, sabahtan beri oraya hiç uğramamıştı.
Kadıncağız bu defa başka birine sordu. O da aynı cevabı verdi. Arkasından bir başkası, bir diğeri, nihayet bir başkası daha… fakat cevap değişmiyordu. Yok, yok, yoktu. Peki nereye gitmişti bu çocuk? Zavallı kadın kızgınlığını filan unutmuştu artık. Şimdi, sadece merak ediyordu. onun sıhhatinden endişe etmekten başka birşey düşünemez olmuştu. Ya, yine üşütürse ya bir tarafta düşüp kalırsa, ya dayak korkusundan akşam eve dönmezse… Bunları aklından geçirdikçe büsbütün fenalaşıyordu.
Bu şekilde, zihni karmakarışık, araştırmasıyla bir müddet daha devam etti. Baktı ki, bir hayır yok, başını sallaya sallaya üzüntü içinde eve döndü.
NELER FEDA EDİLMEZDİ BU MAÇA?
Bu sırada Lefter, saklandığı köşesinden bütün bu hareketleri dikkatle takip ediyordu. Çocuk kafası, o anda annesinin zihnine hâkim olan endişeden bihaber bulunduğu, daha doğrusu bunu düşünebilecek olgunluğa erişmediği için, olup bitenler onda bir film seyrettiği intibaını uyandırmıştı. Fakat, bu küçük adam büsbütün de çocuk sayılmazdı. Nitekim, annesinin onu arkasından tepeye damlayacağını tahmin ederek, çocuklara annesi tarafından arandığı takdirde yok demelerini tenbih etmesi, bunu gösteriyordu.
İşte, arzusuna kavuşmuştu şimdi. Annesi, onu bulamadığı için geri dönüyordu. Ama, nasıl dönüyordu? Lefter, bunu düşünecek vaziyette değildi. Aklı, biraz sonra başlayacak olan maçtaydı. Ah, neler feda edilmezdi bu maç için. Bir kere, daha dayak yemiş ne çıkardı!…
39 DERECE ATEŞLE İKİ GOL…
Bu düşünceler arasında maç saati geldi çattı. Bütün Ada futbol severleri oraya toplanmıştı. Burgaz taraftarları ayrı bir yerde kümelenmişlerdi.
Lefter cicili bicili forması içinde sahaya çıkarken, etraftan yükselen “Yaşa Lefter, Aslan, Çalım Kralı” gibi seslerle âdeta sarhoş oldu. Vücudu da birdenbire zindeleşivermişti. Ateşi filan kalmamıştı.
Maç, ona pek karışık gelen bir heyecan içinde başladı. Futbola başladığından bu yana, kendisini bu kadar oyuna verdiğini hatırlamıyordu. Her zaman pek küçük gördüğü rakipleri, birden bire karşısında büyümüşlerdi. O anda, yine ilk defa olarak bu işi kıvıramayacağını hisseder gibi oldu.
Mamafih dakikalar ilerledikçe kendine geliyordu. O büyük rakipler, yine birer birer küçülmeye başladılar. Artık, Lefter bir dev, onlar da karşısında elinin bir hareketiyle ezebileceği küçücük yaratıklardı.
Lefter’deki bu ruhi değişme, ilk meyvesini, Büyükada taraftarlarını havaya sıçratan bir gole verdi. Lefter, ilk devrenin sonlarına doğru, sol iç oynayan arkadaşından aldığı pasla, dört Burgaz müdafiini çalımladıktan sonra ilk golü atmıştı.
Devre, bu golle, 1-0 Büyükada lehine bitti. İkinci yarıda, Burgazlılar bir gol atarak vaziyeti berabere duruma getirdiler. Bu gol, Lefter’e ikinci bir gayret aşısı yerine geçti. Artık, tutulmaz olmuştu. Burgaz müdafaasını topu her ayağına alışında allak bullak ediyordu. Bu savlete ne kadar dayanılacağı meçhuldü. Fakat, dayanılmıyacağı da aşikârdı. Nitekim, maçın sonlarına doğru, Lefter aşağı yukarı birincisine benzer bir pozisyonda Büyükada’nın ikinci sayısını da yaptı.
Maçtan sonra onu omuzlar üstünde taşıdılar. Artık, hakikî bir kahraman, kudretini rakiplerinin de kabul ettiği bir futbol yıldızıydı. Fakat bu başarı ona epey pahalıya malolacaktı.
Devamı var
(23.3.1956)
Eve döndüğü zaman, kendisini babası karşıladı. Korkudan o derece bitkin vaziyetteydi ki, şiddetini artıran hastalığı âdeta ikinci plânda kalmıştı. O anda görebildiği tek şey, babasının yüzüne doğru havaya kalkan nasırlı eli oldu. Bu el, yüzünde “şırrak” diye patladığı zaman kendisini kaybetmişti. Tekrar gözlerini açtığı zaman yataktaydı. Bereket, hastalığı daha feci bir safhaya sürüklenmedi. Normal müddet sonunda yataktan kalktığı zaman bir daha futbol oynamayacağına dair ettiği yeminlerin sayısı yüzleri aşmıştı.
GÜNDÜZ’LE FUTBOL OYNAMIŞTI…
Tabii, bunlar lâfta kaldı. Şöyle biraz kendisini toplayıp, canlandığını hisseder hissetmez, tekrar futbola döndü. Annesi ve babası bir iki müdahalede bulundularsa da, sonunda her şeyden vazgeçtiler ve oğullarını kendisi için çizilmiş olan bu yolda yürümeye bıraktılar. Büyükada’nın futbol yıldızı Lefter artık her türlü dış tesirden, —ağabeysinin Büyükada takımında oynamasına müdahale etmesi hariç— masundu.
Gündüzleri yineeniştesinin yanıda su tesisatı işlerinde çalışıyordu. Vakit buldukça, müsaade kopardıkça, antremana, maça koşuyordu. Yine mutad antremanlarından birini yaptıkları bir gün, bulundukları yere doğru uzun boylu üç adamın gelmekte olduğunu gördüler. Biraz daha yaklaşınca, hepsi tanımışlardı.
Bir tanesi Gündüz Kılıç’tı. Galatasaray takımının santraforuydu. Bilhassa kafa vuruşlarına ve pas tevziatına hayran kalırdı Lefter onun için. Diğeri, Cihat Arman’dı. Fenerbahçe’nin kalecisiydi. Eşsiz bir futbolcuydu. Uçan kaleciydi. Nihayet sonuncusu, Galatasaray sol açığı Bülen’ti. Ona “Taylor” Bülent dendiğini işitmişti. Niçin böyle dendiğini sorduğu zaman da cevap olarak: “Artist Robert Taylor’a benzer de onun için” demişlerdi.
İKİ GOL DE ATINCA…
Lefter’in şaşkınlığı büyüktü. Takım arkadaşlarının da ondan aşağı kalır yerleri yoktu. Daha evvelce, onları Büyükada sâhasında müteaddit defalar aralarında oynarken seyretmiş olmakla beraber, böyle birdenbire yanıbaşlarında görmek hepsin şaşkına çevirmişti.
Gündüz ve arkadaşları gençleri bu şaşkın hallerinden kurtarmak için yanlarına sokularak, beraber oynamak teklifinde bulunmuşlardı. Lefter, bu sahneyi hayatı boyunca unutamayacaktı. Onlarla paslaşırken, kendisini büyük takımlardan birisinde futbol oynarken ve milli forma altında tasavvur ediyordu.
Dakkalar ilerledikçe aralarındaki samimiyet artıyordu. Üç meşhur futbolcunun yakın alâkası, gençlerin biraz evvelki endişesini dağıtmıştı. Bunun içindir ki, Lefter’in ağzından onlara: “Maç yapalım mı?” diyecek cesareti gösterebildiler.
Teklif kabul edilmişti. Başlayan oyunda, Lefter ve arkadaşları bir tarafta, Gündüz, Cihat, Bülent de bir diğer tarafta oynuyorlardı. Lefter, başlarda, kendisini yüzde yüz oyuna vermiş olmanın avantajıyla, hayatı boyunca hatırlayacağı bir gol atmaya muvaffak oldu. “ÜÇLER” buna Gündüz vâsıtasiyle cevap verdiler. Lefter, arkasından bir gol daha atarak vaziyeti 2-1 yaptı. Yine Gündüz, “ÜÇLER” hesabına beraberlik sayısını temine muvaffak oldu.
Lefter, o çocuk aklıyla bile, ağabeylerinin onların şevklerini kırmamak için, gol atmalarına müsaade ettiklerini ve her gollerine, bir golle mukabele edeceklerini idrak etmişti. Nitekim, oyunun cereyanı da bunu gösteriyordu.
Ama, ne olursa olsun, Lefter, bu şekilde sabaha kadar oynamak isterdi. Fakat, rakipleri buna müsaade etmediler. 2-2’den sonra “ÜÇLER” ” Artık yeter, bırakalım,” dediler.
Devamı var
Lefter, hayatının en mühim futbol hâdisesini yaşamıştı. Gündüz, Cihat, Bülent gibi en meşhur üç futbolcusunun karşısında oynamıştı. Çok daha garibi, seneler sonra, bunlardan biriyle aynı takımda e bir diğeriyle de milli forma altında yanyana oynayacaklardı. Lefter, bunun böyle olacağını o zaman kestirebilse muhakkak ki sevincinden çılgına dönerdi.
O günün akşamı bir bayram gibi geçti. Lefter, diğer arkadaşlarına bu hadiseyi ballandıra ballandıra anlatırken, onlar ağızları bir karış açık, hayret içinde kendisini dinliyorlardı. Şu futbol nelere muktedirdi? Küçük adam, bunu düşündüğü anda, futbola biraz daha bağlandığını hissetti.
Lefter, 15 yaşına mühim bir hâdiseyle girdi. Futbol kudretine inanan, dünün küçük futbolcusu nihayet ağaysiPanani’den Büyükada birinci takımında oynamak müsadesini koparmıştı. Panani, onun iyice serpildiğini ve vücutça biraz daha kartlaştığını gördükten sonra artık daha fazla ısrarın fuzulî kaçacağını kabul etmişti.
Bu müsadeyle, yalnız Lefter değil fakat Büyükada takımı idarecileri de sevince garkolmuşlardı. Artık, Panani mi, Lefter mi, diye düşünmelerine ihtiyaç kalmamıştı. Birisi müdafada, diğeri hücumda başlı başına birer kıymet olan bu iki elemandan bir anda istifade edebilecekleri için hayatlarından son derece memnundular.
Lefter’in buraya kadar ki hayatı, nisbeten hâdisesiz geçmişti. Çocukluk devresine sıkışan bir iki enteresan vak’ahariç, hemen hemen hiçbir şey yapmamış sayılırdı. Onun hayatı asıl bundan sonra başlayacaktı. Arsa futbolundan, milli takım saflarına yükselecekönce Taksim, sonra Fenerbahçe, daha sonra İtalya Florentina, arkasından Fransa Nice forması altında oynayacak, nihayet yine ikinci kulübü Fenerbahçe’ye dönecekti. 1926-1941 seneleri arası, hayatının ilk devresini teşkil etmişti. 1942’den sonra, hakikî futbol hayatı başlıyordu.
TAKSİMLİLER ASKERE GİDİNCE…
1942 senesinde, yirmi kur’a gayri müslim askere alınınca, birinci küme takımlarından Taksim âdeta çökecek vaziyete gelmişti. Takımın hemen bütün elemanları askere gitmişlerdi. Geriye birkaç genç ve tecrübesiz oyuncu kalmıştı.
Lefter’in Nubar isminde, küçüklüğünden tanıdığı ve çok sevdiği bir arkadaşı vardı. Nubar, Taksim takımını tutuyordu.
Yukarıdaki durum hâsıl olunca, Lefter’e Taksim’e girmeyi teklif etti. Lefter, başlarda bu teklifi pek cazip bulmamıştı. Ancak arkadaşı ısrar edince dayanamadı ve Taksim’e girmeye râzı oldu.
Yalnız, Lefter’in yaşı küçüktü. Nizamnameye göre, lisans çıkartılamazdı. Ama, bunun da kolayı bulundu. 15 yaşında Taksim birinci takımına giren bu küçük futbolcuya sahte bir lisans tanzim ettiler. Artık, Lefter Taksim’in malıydı.
Antreman ve maç günlerinde muntazaman İstanbul’a iniyordu. Ada’da her şeyini giyer, öyle giderdi. Sâhaya vardığı zaman sâdece formasını verirlerdi. Nedense küçük ayaklarının bütün şeklini verdiği şahsî futbol ayakkabılarını çıkarttığı zaman top oynayamayacakmış gibi geliyordu.
Nihayet, sıra Taksim forması altında sâhaya çıkmaya geldi. Beykoz sâhasında, bu sâhanın sâhibine karşı çetin bir maç yaptılar. Karşılaşma 1-0 aleyhlerine neticelendi. Lefter’i bir devre oynatmışlardı. Fakat, bu kırkbeş dakika bile, ona pabucun bu defa pahalo olduğunu ve Büyükada sâhasını ve küçük gördüğü rakiplerini çok arayacağını anlatmaya kâfi gelmişti.
Herkes, ama herkes iyiydi o gün. Takım kül hâlinde bir zafer müjdeliyordu. Bu zafer, 3-1 Macar galibiyeti oldu.
Macar takımı idarecisi Gustav Sebes, maçtan sonra fikirlerini şöyle hulâsa etti: “Galibiyeti fazlasıyla hak ettiniz. Solaçığınız Lefter’i tereddütsüz, Avrupa karmasına koyarım.”
SZEKELLİ’Yİ ÇOK SEVMİŞTİ…
Lefter, yirmi seneye yaklaşan futbol hayatı boyunca, 10-12 kadar antranörle çalışmıştı. Bunlar içinde en fazla takdir edip beğendiği, Fenerbahçe’nin şampiyonluğu kazandığı seneki antranörü Szekelly idi. Macar futbol adamı, zeki, cana yakın, efendi ve baba bir insandı. Bu hassalarıyla çocuklarıkısa zamanda kendisine bağlamıştı.
Fenerbahçe’ye transfer ettiği sene takımın başında bulunan Macar Molnar da, tanıdığı en iyi antranörlerden biriydi. WM’i memlekete o sokmuştu. Lefter, kendisini meşhur eden penaltı atışlarını ondan öğrenmişti.
Molnar’ın arkasından gelen İngiliz Molley, takımı çok çalıştırdı. Sürantrene olur, vücutlarında dermansızlık hissederlerdi.
Aynı şekilde, İngiliz Mc Cormiek de, vasat bir antrenördü.
Yugoslav Mihailoviç, hepsini sevmiş, bir şeyler öğretmeye çalışmıştı. Fakat, istediğini yapamamıştı.
Fenerbahçe’nin son ecnebî antrenörü Markoş’a gelince, hayatı boyunca gördüğü antrenörlerin en zır delisiydi. Ne yaptığı belli olmayan bir insandı. Bir lâfı diğerini tutmazdı. Şimdi böyle der, biraz sonra başka türlü konuşurdu. Bu yüzden onun zamanında kulübde dırıltı eksik olmamıştı. Rahat huzur yüzü görmemişlerdi.
Yeni antrenörleri, Fenerbahçe’nin eski futbolcularından solaçık Büyük Fikret’e gelince, Lefter: “Ondan çok memnunuz. Onun gayretiyle muvaffak olacağımıza inanıyoruz.” diyor.
Lefter’in hayat hikâyesi burada bitiyor. Yalnız “Çalım Üstadı LEFTER’in HAYATINI” bitirmeden evvel, kısaca bâzı hususiyetlerinden de bahsetmek isterdim. Bunların bir kısmıı kendisi anlattı, bir kısmına yaptığımız yurt dışı seyahatlerde bizzat ben şâhit oldum.
Meselâ Lefter, kampa daima hareket tarihine birkaç gece kala iştirâk eder ve bu her defasında sual mevzuu olur.
Lefter neden kampa iştirak etmez? Hususî bir muammele istediğinden, naz yaptığından, yahut kamptan hoşlanmadığından filân mı? Hayır, hayır, bunların hiçbirisi değil.
Lefter, bunu size kendisi izah etsin:
“Evimden ayrı kaldığım her yerde kendimi yabancı hissediyorum. Büyükada, evimiz, kendi yatağım, bana ayrılamayacağım şeyler gibi geliyor. İtalya ve Fransa’yı bu yüzden bu kadar çabuk terk ettim.
Belki size garip gelir ama kendi yatağımdan başka yatakta uyuyamıyorum. Bütün gecem uykusuz geçiyor. Seyahatlerden hoşlanmamamın sebebi de bu. Her seyahatte birkaç kilo veriyorum. Bu bir tarafa, gecelerim zehir oluyor.
İşte kampa bunun için iştirâk etmiyorum. Sağolsun, idarecilerimiz benim halimi takdir ediyor ve her defasında bana izin veriyorlar. Evim benim için hakiki kamptır. Saadetim, sıhhatim, zevkim, hayatım her şeyim oraya toplanmıştır.”
Lefter, Büyükada futbol sahasından yetişmiştir. Orada senelerce futbol oynamıştır. Bugün Fenerbahçe ve milli takım futbolcusudur. Fakat, yine de ayağını Büyükada sâhasından çekemez. Her fırsat buluşunda, çocuklarla top oynamaya koşar. Yaşı büyümüş, tecrübesi artmış, kafası vücudu gelişmiş, fakat topa karşı duyduğu zevk yine aynı kalmıştır. Yine Büyükada’nın çocuğudur o.
En büyük zevki, evinde, çocuklarıyla, karısıyla beraber olmaktır. İki kızından Rula 4, Eleniça 2,5 yaşındadır. Onlarla oynamak, şakalaşmak kadar zevk aldığı bir şey tasavvur edemediğini söyler.
Yaz, kış, havadan her fırsat bulduğu takdirde, motoruyla balığa çıkar. Usta bir balıkçıdır da. Eli boş döndüğü görülmez.
Antremandan arta kalan günleri hemen daima Büyükada’da geçer. İstanbul’a indiği nâdirdir. Son günlerde, bütün gayretini, bir mezeci dükkânı açmaya vermiştir.
Lefter’in hayat hikâyesine eklenecek daha başka bir şey yok. Onu doğuşundan alıp, muhtelif devrelerden geçirerek bugüne getirdik. Bundan sonra yine zaman vazife görecektir. Lefter, istikbalde çok daha olgun, çok daha bilerek, duyarak futbol oynamaya namzettir.
Daha ne kadar oynayacağına gelince, o bunu şöyle ifade ediyor:
” TOPA HÜKMEDEMEDİĞİMİ HİSSETTİĞİM AN FUTBOLU BIRAKIRIM.”
_______________________________________________________14
Fenerbahçe Spor Kulübü, 14.1.2012
http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=27479
Tören Hakkında Bilgilendirme
Türk Futbol Ailesi’nin acı kaybı Sayın Lefter Küçükandoniyadis’i stadyumumuzda yapacağımız törenle uğurlamak isteyenlerle, yarın (15 Ocak 2012, Pazar günü) 11:00’de stadyumumuzda buluşuyoruz. Fenerbahçe Ailesi’nin yanı sıra, spora gönül veren pek çok rengin ve ismin bir araya geleceği töreni izlemek isteyenler Migros, Fenerium Üst, Türk Telekom ve Maraton Alt Tribünleri’nde misafir edilecektir. Törene katılacakların bilgisine sunarız,
CENAZE MERASİMİ İÇİN ULAŞIM BİLGİLERİ
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu Stadyumumuzda değerli büyüğümüz Lefter küçükandonyadis’i için saat 11:00’de düzenlenecek törenin ardından Büyükada’daki cenaze merasimine katılmak isteyenler için stadyumumuzdaki Migros mağazasının önünden Bostancı İskelesi’ne otobüsler kaldırılacaktır. İskeleden de cenaze merasimine gidecekler için Bostancı – Büyükada arasında İDO Deniz Otobüsleri karşılıklı seferler yapacaklardır.
Fenerbahçe Spor Kulübü
* * *
Fenerbahçe Spor Kulübü, 14.1.2012
http://www.fenerbahce.org/fb2008/detay.asp?ContentID=27477
YARIN SAAT 11.00’DE ORDİNARYÜS’Ü HEP BİRLİKTE UĞURLAYALIM
Türk futbolunun Ordinaryüsü Lefter Küçükandoniyadis’i yarın hep beraber uğurlayalım. Tıpkı, onun yeşil sahalarda efsaneler yazdığı günlerdeki gibi tribünlerde tüm renkler yan yana olalım. Yarın ordinaryüs Lefter, Şükrü Saracoğlu’nun yeşil çimlerine son kez çıkıyor. Sahada büyük usta Ordinaryüs Lefter, tribünde sarı lacivert, sarı-kırmızı, siyah-beyaz, bordo-mavi, yeşil-beyaz ve tüm renkteki formaları ile futbol severler… Eski günlerdeki gibi birarada olalım. Gelin, yarın Büyük Usta’yı hep beraber, layık olduğu şekilde; onun değerlerine sahip çıkarak uğurlayalım…
FENERBAHÇE SPOR KULÜBÜ
Yorum bırakın