* * *
ADALAR’da TARİHTE O GÜN:
8 Mart 1910 Salı günlü, Heybeliada’da sakin balıkçı Pandeli’nin, şuurunda noksanlık bulunun kızı Lusi’nin öldüğüne dair…
* * *
ADALAR’da BİR GÜN:
* * *
ADALAR’da HAVA DURUMU:
1 Haziran 2011 Çarşamba
Büyükada’da HAVA DURUMU*
Çok bulutlu
15/23ºC
% 79-94 nem
Poyraz, KD 13km/sa
Gündoğuşu 05:34… Günbatışı 20:29…
* http://www.dmi.gov.tr/tahmin/il-ve-ilceler.aspx?m=BUYUKADA uyarınca
* * *
* * *
1- motoRoman: Büyükada Mopur İskelekondusu’nun evrimi…
2- Eva Kent: “Mavi Marmara’nın korkunç motor iskelesini gördünüz mü?…”
3- Selçuk Aral: “Kötü ve yağmurlu hava Burgaz Adası’na yaradı veya hâlâ hatalardan ders alamadık…”
4- Mahmut Sami Şimşek: “Karaköy Camii Kınalıada’ya sürgün ediliyor…”
5- Eva Kent: “Pek yakında kahvaltı masanızda… :)…”
6- Ülkü Özel Akagündüz: “Mehmet Emmi de o yıllarda ekmeğini faytondan çıkaran bir adammış. Son fayton Sivas’tan çekip gittiğinde de İstanbul Adaları’nda aramış rızkını. Yedi yıl boyunca hep kışları gitmiş Adalar’a, turistler için değil de ada sakinleri için çalışmış; at arabasıyla inşaat malzemeleri, odun, kömür vs. taşımış. Bir de onun ağzından dinleyelim gidiş hikâyesini…”
7- Hakkı Devrim: “Sait Faik’in Burgaz’daki evini bilmeyen edebiyat meraklısı yoktur…”
8- Avukat çift Murat ve Several Çelik, 4 Nisan 2009’da dinlenmek için Büyükada’da otele yerleşti. O gece kapıları çalındı. Gelen, polisti. Pijamalarıyla gözaltına alınan Murat Çelik, Adalar Emniyeti’ne götürüldü…
9- Nuray Kahraman: “Adalar Belediyesi ne yapmış anlamadım ama Adalar’ın tek menfi yönü olan at gübresi kokusuna bir çözüm bulmuş. Yollarda at pisliğine de pek rastlamıyorsunuz. Valla ne kadar sevindim kelimeler kifayetsiz…”
10- Eva Kent: “Haftasonu ormanda yürüyüşler yaptık, her yer piknikçiler ve pislik içinde!…”
11- Adalar Belediye Başkanı Sayın Dr. Mustafa Farsakoğlu, belediye başkanı seçildikten sonra Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği ilk basın demecinde, “Adalar Belediyesi yıllarca maalesef yeteneksiz, bilgisiz, kalitesiz kimseler tarafından yönetilmiş,” ifadesini kullanmıştı. O ‘yeteneksiz yöneticiler’den biri olan ben Mürsel Polat, Adalar Belediyesi’nde 23 yıl bilfiil görev yapmış, son 13 senesinde Mali Hizmetler Müdürlüğü görevinde bulunarak 2009 yılı Ocak ayında emekliye ayrılmış bir bürokratım. Adalar Belediye Meclisi’nde izlediğim Adalar Belediyesi 2010 yılı Kesin Hesap görüşmeleri hakkındaki izlenimlerimi ADALAR POSTASI’nın saygıdeğer okurlarıyla paylaşmak istedim.
)O(
_______________________________________________________1
motoRoman!…
Subject: Mavi Marmara’nin iskelesi
Date: May 31, 2011 5:16:34 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
Mavi Marmara’nın
korkunç motor iskelesini
gördünüz mü?
Merhaba,
25 Mayıs Çarsamba akşamı Ada’ya geldik henüz bir şey yoktu. 30 Mayıs Pazartesi sabahı İstanbul’a dönerken bir de ne görelim? Kocaman 2 katlı bir gecekondu konduruvermişler sahile! Belediye Kahvehanesi’nde oturduğunuzda seyretmeye doyamadığınız Heybeliada üzerinden güneş batışı manzarasının yerini baraka almış şimdilerde! Nasıl insanlar bunlar? Hiç ama hiç anlamıyorum ―kocaman harika bir iskele binası varken― niçin ilave çirkin çirkin baraka iskeleler yaptırıyorlar? :( Ada’yı çirkinleştirmek için ellerinden geleni yapıyorlar! Her geçen gün Ada’dan biraz daha soğuyoruz böylelikle… :( Bu yasa dışı çirkinliklerle mücadele edilemez mi?
Sevgiler,
Eva
_______________________________________________________3
From: SELÇUK ARAL
Subject: http://www.kinaliada.net/index.php?news-1416
Date: May 29, 2011 11:15:18 AM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Selamlar…
Selçuk
* * *
Kinaliada.net,
Selçuk Aral
http://www.kinaliada.net/index.php?news-1416
Sürat Teknesinde Yangın
Kötü ve yağmurlu hava Burgaz Adası’na yaradı!
veya
Hâlâ hatalardan ders alamadık…
Sevgili Okuyucularim!
Günesin batmaya yakin oldugu saatlerde Bostanci’dan bindigimiz (Kinali’dan önce Burgaz’a ugrayan) motorumuz mendirekten cikar cikmaz uzaklarda bir teknenin yanmakta oldugunu (cikan simsiyah dumanlardan) farkediyorum. Rüzgarinda etkisiyle alevler kisa zamanda (sonradan adinin Dolcevita oldugunu ögrendigim) teknenin tamamini sariveriyor. Uzakta olmama ragmen yanan sürat teknesinin yakininda, iki kisinin yüzdügünü görüyorum.
Etrafta irili-ufakli (bir deniz taksi de dahil olmak üzere) ne kadar tekne varsa hepsi bütün gücleriyle yardima kosup (kazazedeleri tekneye alip kurtarirlarken) teknenin etrafinda bir dönme dolap gibi toplaniyorlar. Aralarinda olmayan (eksik olan) tek tekne bir yangin söndürücü veya Itfaiye. Yardima kosanlarin elinden sürat teknesinin makine dairesinde baslayip her tarafini sararak yükselen alevleri söndürebilecek alet veya gerec yok.
Sadece seyretmekten baska ellerinden hic bir sey gelmedigini (icindekilerinin kurtarildigini) gören tekneler geldikleri gibi gene teker ayriliyorlar. Teknelerden birisi muhtemelen halatlarla yedegine aldigi (hala cayir-cayir yanmakta olan) tekneyi ceke-ceke Maltepe sahiline dogru götürmeye basliyor. Aradan daha nice zaman gecip göge kadar yükselen dumanlar artik kismen alcalip yok olmak üzereyken: Uzaklarda Kadiköy-Bostanci istikametinden yanan tekneye dogru tam yol gelmekte olan bir sahil güvenlik (Coast Guard) bot’unu görüyorum. Kisa zamanda kaza mahaline ulasarak yangini söndürüveriyor.
Yolumuza devam ederek Burgaz Adasi’na yanasirken kafami kaldirip (itfaiye’nin yetersizliginden 2003’te nerdeyse tamami yanan) bu sene yagan asiri yagmurlardan dolayi kismen yesermis ormanlara bakarken bir taraftan icin-icin sevinirken: Öbür taraftan bu tecrübeden hic ders almamis olusumuza üzülüyorum.
Selcuk Aral
(29.05.2011, Kinaliada – Istanbul)
NOT: Evet biliyorum, haber sicagi-sicagina taze degil ama medya’da hicbir yerde daha iyi cekilmis olan fotograflara raslamadim. Tabi eve telefon-internet almak 2 gün sürdügü icin elim-kolum bagliydi ve onun icin de ajanslara gönderemedim.
_______________________________________________________4
YeniŞafak, 29.5.2011
Tarih Sandığı
Mahmut Sami Şimşek
http://yenisafak.com.tr/Pazar/?t=29.05.2011&i=321385
Denizin dibindeki Karaköy Camii…
Geçen sene Karaköy Vapur İskelesi, sâhilden kopmuş ve denize batmıştı. Başbakan Adnan Menderes döneminde de Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın yaptırdığı Karaköy Câmii denize battı rivâyetlere bakılırsa. İşte şu an yok olmuş olan Karaköy Câmii’nin hikâyesi ve Kınalıada Câmii ile ilişkisi.
KINALIADA CAMİİ
Havaların ısındığı, İstanbulluların akın akın Adalar’a gittiği şu günlerde Kınalıada’ya yolunuz düşerse, adanın tek câmisi olan Kınalıada Câmii’ne bir uğrayın. İstanbul’un en değişik câmi modellerinden biriyle karşılaşacaksınız. Esâsen tabelası olmasa, câmi olduğu bile anlaşılmıyor. Hele minâresi… Sanırım Türkiye’de en ince minâreli câmi burası. Tabii buna minâre denirse. Ne şerefesi var, ne merdiveni, ne de külahı. Zîrâ bu minâreye müezzin çıkmıyor. Tepesine konan hoparlöre, direk vazîfesi görsün diye dikilmiş sanki. En fazla bir telefon direği ya da sokak lambası direği kalınlığında bir minâre. Câminin de kubbesi yok zâten. Uzay üssünü andıran mîmârîsiyle, bu câminin hikâyesi de kendisi gibi ilginç.
Karaköy Vapur İskelesi’nin karşısındaki Ziraat Bankası’nı herkes bilir. Yıllardır orada. Peki hemen arkasında bir zamanlar zarif bir cami yükseldiğini kaç kişi biliyor? İşte hikâyemiz bu câmi ile başlıyor.
Sultan 4. Mehmet dönemi sadrazamı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, bir zamanlar Yağkapanı ismiyle bilinen bu yere, aynı isimde bir câmi yaptırmıştı. Çarşıkapı semtinde de bir külliye yaptırmış olan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın hayatı harp sahalarında geçmiş fakat 2. Viyana kuşatması esnâsındaki başarısızlığını başıyla ödemişti. Belgrad’ta defnedilen Merzifonlu’nun Karaköy’deki câmisi, daha önce burada bulunan, Fâtih döneminden kalma bir mescidin kalıntıları üzerine yaptırılmıştı. Fevkânî olarak yapılan bu câmi, zamanla harâbeye döndü. Ve Sultan 2. Abdülhamid tarafından 1903 yılında, vakfına âit dükkânlarıyla birlikte yeniden inşâ ettirildi. Dönemin meşhur İtalyan mîmârı Raimondo D’Aronco’nun eseri olan câmi, artnouveau üslûbunda ve sekizgen planlı idi. Alaattin masallarındaki soğan kubbeli sarayların mîmârî tarzını andıran câminin minâresi de aynı üslûpta, benzerine pek rastlanmayan bir görünümdeydi. Sekizgen gövdesi, tıpkı câmi gibi tamâmen mermerle kaplı minârenin, arap üslûbunda sevimli bir de şerefesi vardı. Bu câmi Karaköy Meydanı’na öyle yakışıyordu ki; uzaklardan görülen Galata Kulesi’yle de, bölgenin batı üslûbundaki mîmârî yapısıyla da tam bir uyum içindeydi. Eski kartpostallarda ve siyah-beyaz fotoğraflarda da bunu görmek mümkün.
KARAKÖY CAMİİ KINALIADA’YA SÜRGÜN EDİLİYOR
20. yy başlarına geldiğimizde beynelmilel ticâret merkezi hâline gelmeye başlayan Karaköy’de, artan trafik yoğunluğunu rahatlatmak maksadıyla yol genişletme çalışmalarına başlandı. Nihâyet 1958 yılında Karaköy Câmii, eski fotoğraflardan da görüleceği üzere, yola hiçbir engeli olmamasına rağmen sebepsiz yere yıkıldı. Câmiyle aynı hizâda olan Ziraat Bankası’na ise dokunulmadı. Halkın tepkisinden de çekinildiği için taşlar numaralandırılarak sökülen câmi, Kınalıada’ya taşınacağı ve oraya aynen monte edileceği söylendi ilk zamanlar. Zîrâ 1950’li yıllara kadar adada cami olmadığı için, adanın Müslüman halkı, Başbakan Adnan Menderes’ten adaya bir cami yapılmasını istemişlerdi. Bu yüzden Menderes, 1958′ de Karaköy meydanındaki yerinden sökülen câminin adaya aynen monte edileceğini söylemişti.
CAMİ DENİZE Mİ DÜŞTÜ?
Her bir parçasına numara verilen câminin taşları gemiyle Kınalıada’ya götürülürken, yan yatan gemi sebebiyle taşların denize döküldüğü de söylentiler arasında (Prof. Dr. Afife Batur’a İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden verilen cevaba bakılırsa). Camiden kalan iki parça mermerin birisi, şimdiki Kınalıada Camii’nin avlusunda yatıyor. Diğeri, aynı caminin duvarının yapımında tuğla niyetine kullanılmış. Kubbe, şerefe, külah vs. gibi birçok unsurlar kaybedildi. Abanoz ağacından oyma, nakışlı ahşap mihrabı ve minberinin, Mercan’daki Atik İbrahim Paşa Câmii’ne monte edileceği söylentisi de gerçek çıkmadı. Mihrabın, şu an Kasımpaşa’daki Yahya Kethüda Camii’nde bulunduğu da söylentiler arasında. Halıları, saatleri, şamdanları ve Venedik’ten getirilen muhteşem avizelerini ise bir daha gören olmadı. Günlerce kamuoyunu meşgûl eden, gazetelerde boy boy haberleri çıkan câmiden iki taş kaldı yadigâr…
[…]
_______________________________________________________5
_______________________________________________________6
Aksiyon 860, 30.5.2011
Ülkü Özel Akagündüz
http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/haber-29546-sivasta-cirit-var-meydan-yok.html
Sivas’ta cirit var, meydan yok!
[…] Mehmet Emmi de o yıllarda ekmeğini faytondan çıkaran bir adammış. Son fayton Sivas’tan çekip gittiğinde de İstanbul Adaları’nda aramış rızkını. Yedi yıl boyunca hep kışları gitmiş Adalar’a, turistler için değil de ada sakinleri için çalışmış; at arabasıyla inşaat malzemeleri, odun, kömür vs. taşımış. Bir de onun ağzından dinleyelim gidiş hikâyesini: “Buradan arabacılık kalkınca rahmetli hanıma dedim ki ‘Hanım neydiyim ben, attan ayrıldım mı ölürüm,’ ‘Herif gitme,’ dedi ‘Bir ekmek burada da yeriz, bir şeyler alın, satan,’ Dedim ki ‘Garı yok gidecem.’ 68, 69 yıllarıydı. Dört ay kalır, dönerdim. Oradan aldığımız bize yetiyordu, inkâr etsek gözümüze durur. Bilmez değilsin biz köylü çocuğuyuk, fakırık, gün olur cebimizde on lira bulunmaz. İki torba un alırdım, bir teneke yağ, bulguru alır, eksiğimi görür giderdim. Hanım bana şu yok bu yok diyemezdi.” Şimdi çok açık ki Mehmet Emmi ekmek parası için değil, at sevgisi için düşmüştür gurbet yoluna. 12 senedir Adalar’a gitmiyorsa, Sivas’ta bakıp okşayacak bir iki at bulduğundandır. Peki, nasıl oldu da kendisini Sivas Cirit Kulübü’nde bir iki değil, 17 Arap atının arasında buldu? “Kulüpten Mustafa Bey geldi, at alacaklarmış, bana danıştılar. Atları aldılar, kulübü kurdular. O gün bugündür ben de yanlarındayım. Sabah altıda gelir, akşam çıkarım. Bazı heç gitmem, burada yatarım. Hanım da rahmetli olduktan sonra orayla buranın heç farkı yok benim için. 71 yaşındayım. 60 senedir bunlarlayım. Doğdum atın içindeyim, öleceğim atın içindeyim.”
_______________________________________________________7
Radikal, 31.5.2011
Hakkı Devrim
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1051201&Yazar=HAKKI%20DEVR%C4%B0M&Date=31.05.2011&CategoryID=99
Oğuz Atay’ın ünlü romanını yazdığı ev
ve bir sonraki…
[…] Sait Faik’in Burgaz’daki evini bilmeyen edebiyat meraklısı yoktur. Ben, Osmanbey’de, bir dairesinde gene annesi Makbule Hanım’la birlikte oturdukları –kendilerine ait- apartmanı da bilirim. Ama yaygın söylentilere göre Sait hikâyelerini evinden çok kır ve sahil kahvelerinde yazardı. Bir de Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Heybeliada’da oturduğunu bilirdik. […]
_______________________________________________________8
internethaber, 30.5.2011
http://www.internethaber.com/devleti-2.-kez-mahkum-ettirdi-349994h.htm#ixzz1O1Hw8VUk
Haksız yere 10 saat gözaltında tutulan avukat, devletten ‘koordinasyonsuzluğu nedeniyle’ 10 bin TL tazminat kazandı.
[…] Avukat çift Murat ve Several Çelik, 4 Nisan 2009’da dinlenmek için Büyükada’da otele yerleşti. O gece kapıları çalındı. Gelen, polisti. Pijamalarıyla gözaltına alınan Murat Çelik, Adalar Emniyeti’ne götürüldü. Gerekçe, bir davada, Çelik hakkında verilen arama kararıydı. Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre, Çelik, davanın zamanaşımından düştüğünü belirtse de polisler ikna olmuyordu.
Adalar Emniyeti, Çelik’in PKK üyesi olduğunu öne sürüyordu. Çelik, şaşkındı. Çünkü 8 yıl önce açılan davanın PKK ile ilgisi yoktu, 2001’de ölüm oruçlarıyla ilgili bir protesto için açılmıştı. Hakkında arama kararı çıkarılan Çelik, 18 Ağustos 2008’de ifade vermiş, 7 Kasım 2008’de arama kararını kaldırtmış, dava da 21 Ocak 2009’da düşmüştü.
Fakat 5 Nisan 2009 sabahı otelden alınıp savcılığa çıkarıldığında öğrendi ki, arama kararını kaldırma yazısı ‘işleme konmamıştı’. Yani hâlâ aranıyor görünüyordu. Çelik, Genişletilmiş Bilgi Taraması (GBT) diye bilinen sistemin KİHBİ diye ad değiştirdiğini; KİHBİ’de, 4 suç kategorisine göre tasnif yapıldığını, kendisinin de düşürülmeyen “Aranıyor” kararına istinaden ‘terör suçu’ kapsamında kaydedildiğini öğrendi. […]
_______________________________________________________9
BulancakHaber, 28.5.2011
http://bulancakhaber.com/son-haber/2011/05/28/istanbulun-en-yesil-adasi-fotogaleri
İstanbul’un en yeşil adası
Heybeliada, İstanbul Prens Adaları’nın en yeşil adası. Eski adı Rumca bakır anlamına gelen Halki. En yükseği 140 metreye yaklaşan dört tepesi var.
Havalar güzel, gezmek için en mükemmel mekân adalardır diyerek alıyoruz soluğu Kabataş iskelesinde. Haftasonu hızlı deniz otobüsüyle gidebildiğiniz adaya benim gibi kalabalık olmasın, haftaiçi olsun, benim olsun diyecek olursanız, neredeyse yüzerek daha hızlı yol alabileceğiniz eski usul şehir hatları vapuruyla gidiyorsunuz. Elbet dışarda oturmalı ve denizi köpürten vapur manevralarının eşliğinde eşsiz İstanbul manzarası artı martı ve dalga sesleriyle uzun bir yolculuk sizleri bekliyor. Servis edilen tavşan kanı çayı da kıtlama şekeriyle katık ederseniz değmeyin ruh denilen 21 gramlık yegane varlığımızın keyfine.
Ada vapuru yandan çarklı…
Gemi önce Kadıköy iskelesine yanaşıyor. Sonraki duraklar: Burgaz Ada, Kınalı Ada, Heybeli Ada ve son durak Büyük Ada. Genel tercih olarak adaları görmek isteyenler öncelikle Büyük Ada’yı ziyaret eder. (For example me) Ama gezi yazısı olarak önceliği Heybeli Ada’ya tanıdım. Çünkü en sevdiğim ada Heybeli. Çam ağaçlarının yoğunluğundan mütevellit oluşan mis gibi rayiha insanı kendinden alır. Öyle sıklaşır ki nefes alıp vermeniz dışardan gören rahatlıkla sizi krize girmiş bir astım hastası sanır.
Ada vapurunda martılarla yarenlik…
Martılara simit atma ritüelini gerçekleştirmek üzere güvertedeki yerime konuşlanıyorum. İstanbullu olup da bu duyguyu tatmamış olanlara şiddetle salık veririm. Simit de şart değil. Tuzlu krekeri daha çok seviyorlar. Nereye atarsanız atın, ani bir manevrayla yakalamaları müthiş. Vapurla aynı süratte kanat çırpan bu güzide kuşlar size o denli yakın ki, bol bol resimleyin ve seyreyleyin.
Heybeliada, İstanbul Prens Adalarının en yeşil adası. Eski adı Rumca bakır anlamına gelen Halki. En yükseği 140 metreye yaklaşan dört tepesi var. İskeleden inilince solda Deniz Lisesi ve ona bağlı binalar uzanıyor. Bunların arasından geçilerek arkada, Çam Limanı tarafında, şu an faliyeti olmayan Sanatoryum’a gidiliyor. Şimdi Deniz Kuvvetleri’nin elinde bulunan arazide tarihten kalan iki ilginç eser var; birincisi Türkler’in fethinden önce yapılmış son ve Adalar’daki tek Bizans Kilisesi, Kamariotissa (Son İmparatoriçe Maria Komnena’nın yaptırdığı sanılıyor.) İstanbul Fener’deki Aya Maria dışında, dört yapraklı yonca modeline göre yapılmış tek kilise bu. Askeri arazide olduğu için özel izin alınmadan görülemiyor. Bu kıyıda Aya Yorgi (Ayios Yeorgios) Manastırı, Çam Limanı’nın batı ucunda Tarik-i Dünya Manastırı da var. İkinci ilginç kalıntı bir mezar taşından ibaret. Bu Kraliçe I. Elizabeth’in elçisi Edward Barton’ın mezar taşı. Üzerinde imla yanlışları da olan Latince bir kitabe ve Barton’ın aile arması var. İngiltere’nin ve Elizabeth’in Osmanlı sultanına gönderdiği ikinci elçi olan Barton’ın bir süre Tophane’de bir evde kaldığı, ama çevre halkı gece cümbüş gürültüsünden rahatsız olup şikayet ettiği için buradan uzaklaştırıldığı biliniyor. Gerçekten cümbüşler çok mu gürültülüydü, yoksa o sıralar Türk halkı böyle şeylere hiç mi alışık değildi, yobazlık hat safhada mıydı, orası muamma! İskelenin sağında çarşı, meyhane ve kahveler yer alıyor. Büyük Rum Kilisesi Aya Nikola (Ayios Nikolaos) burada. Bazı ilginç ahşap evlerin önünden örneğin İlyasko Yalısı’nın, Hulusi Bey Köşkü’nün önünden geçilerek (Hacopulos’lar yaptırmış), çamlık piknik yerlerine geliniyor. Bunun ilerisinde Değirmen burnu denilen bölge var, adı verilen değirmen kalıntıları da ayakta. Ada’nın en büyük plajı burada bulunuyor. Fazla yapılaşmamış olan öbür tepede, Bizans’a uzanan Ayia Trias Manastırı’yla birlikte Rum Ortodoks Ruhban Okulu var. Heybeliada, fetihten bir zaman sonra, Rum nüfusun başlıca dini eğitim merkezi olmuş (dünyevi eğitim merkezi Fener’de kaldı). Din adamı adayları Yunanistan’dan ve Rumlar’ın bulunduğu her yerden buraya okumaya gelirmiş. 1970’lerde Türk hükümetiyle Rum Ortodoks Patrikhanesi (daha doğrusu, Yunanistan) arasındaki bazı anlaşmazlıklardan ötürü bu eğitim durmuş. Ortodoks Rum dini kurumlarının yanında 1940’larda yapılmış Beth Yaakov sinagogu da var.
At kokusuna kesin çözüm…
Adalar Belediyesi ne yapmış anlamadım ama Adalar’ın tek menfi yönü olan at gübresi kokusuna bir çözüm bulmuş. Yollarda at pisliğine de pek rastlamıyorsunuz. Valla ne kadar sevindim kelimeler kifayetsiz… Araç trafiğine kapalı, mis gibi deniz artı orman havası diyip saatlerce yolculuğu alt edip geldiğiniz dört tarafı sularla kaplı bu kara parçasında egzoz kokusu duymamak için gübre kokusu çekmek derdinden kurtulmuşuz da haberimiz yok. Dedim ya, ya belediye el attı bu işe, ya da atların yem markasında değişikliğe gidildi.
E, hadi artık bir karar verin…
Adalar’da en büyük sıkıntı kararsızlık. Sahil boyu mu gezsem, yoksa tepeye doğru patika yolu takip edip manzarayı tepeden mi izlesem? Sanırım genel olarak benim gibi ikinci şıktan yana seçim yapıp, fayton, bisiklet yahut tabanvay seçeneklerinden birini kullanmayı tercih edeceksiniz. Nedense insanoğlu kuşbakışı bakmayı sever, tuvalin bir parçası olmaktansa sergide izleyici olmayı yeğler.
Bisiklet özgürlük demek…
Bendeki bu bisiklet aşkı her fırsatı kollayan müzmin bir hastalığa dönüşüverdi. Benim yaş grubumdakiler fayton pazarlığı yaparken ben, “Bu bisiklet kaç vites abi?” muhabbeti yapmaktayım yıllara meydan okur dikkafalılığımla.
Yalnız yokuş çıkarken anlıyorum acı gerçekleri. Pedal adeta taş kesiliyor, çevir çevirebilirsen. Olsun, sıkıntı yok. Bindiğimiz gibi inmesini de, bisikleti el yordamıyla sürüp, yürümesini de biliriz. Bazen siz bazen o sizi taşıyacak, böyle sürüp gidecek bu. Dostluk gibi, evlilik gibi, hayat gibi…
(Devam edecek….)
_______________________________________________________10
ada çamlıklarından (b)öngörünümler…
Subject: Re: Mavi Marmara’nin iskelesi
Date: May 31, 2011 5:37:38 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
Haftasonu ormanda yürüyüşler yaptık, her yer piknikçiler ve pislik içinde!… :( :( :(
_______________________________________________________11
From: MÜRSEL POLAT
Subject: Adalar Belediyesi 2010 yılı Kesin Hesap
Date: June 1, 2011 10:44:18 AM GMT+03:00
To: adalar.postasi@gmail.com
ADALAR BELEDİYESİ
2010 YILI
KESİN HESAP
Adalar Belediye Başkanı Sayın Dr. Mustafa Farsakoğlu, belediye başkanı seçildikten sonra Cumhuriyet Gazetesi’ne verdiği ilk basın demecinde, “Adalar Belediyesi yıllarca maalesef yeteneksiz, bilgisiz, kalitesiz kimseler tarafından yönetilmiş,” ifadesini kullanmıştı. O ‘yeteneksiz yöneticiler’den biri olan ben Mürsel POLAT, Adalar Belediyesi’nde 23 yıl bilfiil görev yapmış, son 13 senesinde Mali Hizmetler Müdürlüğü görevinde bulunarak 2009 yılı Ocak ayında emekliye ayrılmış bir bürokratım. Adalar Belediye Meclisi’nde izlediğim Adalar Belediyesi 2010 yılı Kesin Hesap görüşmeleri hakkındaki izlenimlerimi ADALAR POSTASI’nın saygıdeğer okurlarıyla paylaşmak istedim.
* * *
* Bu rapor, Adalar Belediyesi yöneticileri tarafından Meclis üyelerine dağıtılan belgelerden kaynak alınarak hazırlanmıştır.
KESİN HESAP
MAHALLİ İDARELER BÜTÇE VE MUHASEBE YÖNETMELİĞİ
Bütçe kesin hesabının düzenlenmesi ve görüşülmesi
Adalar Belediyesi 2010 Yılı Bilanço- Genel Mizan
(İMHA)
BÜTÇE TAHMİN
Saygılarımla,
31.5.2011
Mürsel POLAT
Emekli
Adalar Belediyesi
Mali Hizmetler Müdürü
Bir Cevap Yazın