_____________________________________________
From: DENİZ TOPRAK
Subject: AĞAÇLAR DA GÖÇTÜ MÜ?
Date: February 1, 2012 12:28:07 PM GMT+02:00
AĞAÇLAR DA GÖÇTÜ MÜ?
Bu yazının
From: DENİZ TOPRAK
Subject: KİMSE YOK MU???
Date: January 31, 2012 11:51:57 AM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
KİMSE YOK MU???
[…] İmar planı olmadan NASILSA kurullarda özel izinler verenler… LİDO’da 50-60, SEFEROĞLU’nda 400 ağaca NEDENSE sahip çıkmayarak havada leylek seyredenler… Ve HER DAİM görmezden gelenler […]
bu yazıdan
From: YÜKSEL ÖZCAN
Subject: KARA LEYLEKLER KARAKIŞ HABERCİSİ İDİ
Date: January 31, 2012 8:09:36 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
KARA LEYLEKLER
KARAKIŞ HABERCİSİ İDİ…
[…] Karaleylekler yanılmadılar…….yanıltmadılar…
birbirinden habersiz ve 8 saat önce ADALAR POSTASI’na gönderildiğini düşünürsek…
Kimsenin kimseyle şahsi problemi olmadığını ancak sorumluluk taşıması beklenen bazı kamu görevlilerinin icraatlarının (!!!) sorgulanması konusundaki ısrarımızın sebeplerini de görmüş oluruz. Leylek seyredene, belgesel çekene kimsenin sözü yok, olamaz. Şahsım adına böylesi çalışmaları da takdirle karşılıyorum. Ama ÖNCE işini yapması kaydıyla…
Havada leylek izlerken yerdeki ağacı, görevi gereği korumak mecburiyetinde olduğu ağacı görmeyecekse kamu görevlisi, DUR BAKALIM…
Önce işine bakacaksın.
Seferoğlu Korusu, 27.4.2005.
Seferoğlu Korusu, 21.4.2011.
LİDO’NUN, SEFEROĞLU’NUN AĞAÇLARI DA LEYLEKLER GİBİ GÖÇMESİN! Göçtü mü yoksa?
Var mı bilgin, haberin?
Lido, 16.2.2011.
Lido, 24.3.2011.
LİDO’daki 50-60, SEFEROĞLU KORUSU’ndaki 400 KÜSUR AĞAÇLA İLGİLİ YAPILAN HERHANGİ BİR İŞLEM İÇİN HERHANGİ BİR YAZILI ONAYIN YA DA YAZILI İTİRAZIN VAR MI?
_____________________________________________
Sualtı Gazetesi, 25.8.2011
Hakan Tiryaki
Neandros
0,01 kilometrekarelik bir kara parçası Neandros. Biraz boyutlarından, biraz da karadan bakınca Büyükada’nın arkasında kalmasından olsa gerek, çoğu İstanbullu ne yerini bilir, ne adını. Ada’nın gözle görülür halkı karabataklar, martılar, tavşan ve fareler. Bir de tarzanı varmış yıllar önce, martı yumurtaları ve balıkla beslenen, ki o apayrı bir öykünün konusu, o da evlenip de anakaraya döndüğünden beri ada insanoğlundan muaf…
Balıkçı ya da Tavşan Adası olarak da adlandırılsa da eski ve bilinen ismi Neandros, Heybeliada’ya Andros Adası’ndan gelip, yerleşenler tarafından verilmiş. Yeni Andros anlamına gelir. Güncel haritalarda ada isimleri konusunda uygulanan Türkçe isim kuralı nedeniyle Balıkçı Adası olarak bulabilirsiniz. Balıkçı Adası isminden de anlaşılacağı üzere en başta balıkçılar için bir umut kapısı olmasının en önemli nedeni, her dalışınızda sizi şaşkına çevirecek denli yoğun bir sualtı yaşamı barındırması.
Ha öldü, ha ölecek diye başını beklediğimiz Marmara Denizi’nin insanoğluyla dalga geçercesine bir şovudur Neandros’un sualtı dünyası. Ada’nın özellikle batıya bakan uzun kıyısı boyunca yapacağınız dalıştan sonra Marmara üzerine bir kez daha düşünmek zorunda kalacaksınız.
İstanbul’a bu denli yakın ve bu kadar renkli bir sualtı yaşamını hayal etmek, hele ki sürekli Ege kıyılarında yüzen, dalan insanlar için ilk bakışta zor olabilir. Ama Marmara’nın mucizesi de bu noktada başlar zaten. Siz Marmara için söylenenleri unutun; bırakın kendinizi bu soylu ama mütevazı denize…
Neandros dalışında da sizi birbirinden farklı kristal (termocline) katmanları karşılar. Yüzeyde 24 °C olan su daha 6-8 metrelerde bir 5 °C kadar azalır. 10 metrenin altında ilk tokadı yersiniz. Hele ki Akdeniz sularına geldiğinizde, 18-20 metrelerde yukarıdaki kavuran Temmuz sıcağına inat 11 °C suyun içinde buluverirsiniz kendinizi. Dolayısıyla “delikanlıyım, shorty yeter, başlık da neymiş diyorsanız,” burada dalmadan önce bir kez daha düşünmenizde fayda var…

Asi, konuksevmez Karadeniz’in sularında görüş her zaman değişkendir. Geçtiğimiz hafta 7,5 metre derinlikteki çapayı görebiliyor olmak muhteşem ama aksi de her zaman mümkün olabilir. Bu nedenle dalışın ilk metrelerinde umutsuzluğa kapılmayın, ona zaman tanıyın. 22 metre civarında Deniz Kalemleri (Seapen, Yumuşak Mercan) sizi karşıladığında bambaşka bir dünyada, Akdeniz’de olacaksınız. Adeta bir tarla gibi 30 metrelere doğru uzanan bu narin güzellerin aralarında sıkça obez deniztavşanları’na rastlayabilirsiniz. Sepet denizyıldızları, örümcek denizyıldızları, yılan denizyıldızları adeta çayır gibi görünen ince, narin bacakların sahipleri. Daha bir sürü denizyıldızını saymadan biraz Pinalardan bahsetmek lazım. Aklıbaşında ve estetikten nasibini almış bir canlı olarak temiz suları seven Pinaların gittikçe artan, hatta neredeyse baktığınız her yerde görebileceğiniz denli yoğun olması hem sevindirici, hem büyüleyici. Yine Akdeniz sularının sefasını süren Deniz Patatesleri‘nden de bolca görebilirsiniz. En az 4 farklı Anemon türü de artık bu suların yerlileri arasında…
11 °C derece 27-28 metre derinliklerde dip zamanı için endişelenmemenizi sağlıyor çünkü bir süre sonra sıcak sulara doğru, yani 10 metrelere doğru yükselmek neredeyse kaçınılmaz oluyor. Özellikle 4-8 metre aralığına geldiğinzde ise göreceğiniz balık popülasyonunu yakın coğrafyada belki de ancak Saros’ta görebilirsiniz.
Özellikle Ada’nın kuzeybatı ucunda kiklalar, eşkinalar, papaz balıkları, haniler… adını bildik, bilmedik sürüler nerede olduğunuzu bir kez daha sorgulamanıza neden oluyor. Hele ki son sürpriz tembel, çirkin ama bir o kadar sempatik Kurbağa (Tiryaki) balığı neredeyse pes dedirtmeye yetiyor. Mavi desenlisinden, ayna yengecine, pavuryasına yandan çarklıların türlü türlüsünü görmek mümkün.
Bu arada Ada’nın tüm sualtını kaplayan tüplü kurtları’nı (şakayık olarak da bilinir) ilk bakışta farketmeyebilirsiniz. Kekamoz sanıp, görmezden gelebilirsiniz de. Ama dikkatli bakarsanız geçtiğiniz her noktanın dalgalandığını izlemek eşsiz bir gösteri.
Ege ve Akdeniz’e inat, bir önemli farkı da florasıdır Marmara sularının. Neandros’ta da adını sanını bilmediğiniz çeşit çeşit yosunlar renklendirir sualtını. Her noktasından yaşam fışkırır adeta.
Hatta dalarken hemen yanıbaşınızda avlanan bir karabatak görebilir, kendinizi bir belgesel atmosferinde bulabilirsiniz. Daha da keyiflisi, sualtında avlanan bir karabatağın becerisi karşısında üzerinizdeki scuba donanımına, pahalı paletlerinize ve almış olduğunuz onca sertifikaya rağmen ne denli aciz olduğunuzu bir kez daha hisseder, haddinizi bilebilirsiniz.
0,01 kilometreakarelik bir adanın bir tarafı için dahi yazacak daha o kadar şey var ki, gelin Marmara’yı siz düşünün. Kadıköy’den yaklaşık iki saatlik (12-13 mil) bir yolculukla Marmara’nın hiç görmediğiniz bir yüzünü keşfedebilirsiniz. Size anlatınlanların aksine, aydınlık, yaşam dolu bir yüzünü…
_____________________________________________

Facebook, 31.1.2012
Hasan Cevad Özdil
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=10150563452909752&set=a.44674919751.52715.711139751&type=1&theater
Yunus Geray, 24.10.2011.
Fotoğraf: Ümit Bektaş / Reuters.
Uyku tutmuyor, ışıklar yanmıyor, kendi kendime konuşmaktan vazgeçiyorum, kamuya açıyorum perdeyi. Kar yağmaya devam ediyor. Hava soğuk balkondaki sigaranın dumanından bile besbelli. Ne güzel kartopu oynanır, kardanadam yapılır yarın. Hele ada karı ne güzeldir değil mi? Kızak da kayar mıyız yarın? Kombi yanmadığı halde daire sıcak, yazın yapılan mantolama epey fark ettirdi, görüyor musunuz? Ama ben yine de üşüyorum nedense. Galiba en çok da vicdanım karlar altında. bir dinim olsaydı, Hristiyan olsaydım mesela günah çıkartıyor olurdum belki de. Genel müdürün ulusa seslenişinde söyledikleri gibi, saymakla bitmez antidemokratik uygulamalar gibi, JİTEM üssünden fışkıran Kürt kafatasları gibi diğer bütün ruh dondurucularından daha çok Van’daki depremzedeler aklıma geliyor. Ahmed Arif der ya, “Ben öleydim lo”; işte öyle diyorum ben de.
_____________________________________________
Subject: Arif Çağlar’a cevap
Date: February 1, 2012 9:51:13 PM GMT+02:00
Arif Çağlar’ın yazdığım nota ilişkin yazdıklarına birkaç şey söylemem gerekiyor…”
Selamlar, iyi çalışmalar,
* * *
Arif Çağlar yazdığım bir yazıya göndermede bulundu, kısaca şöyle diyordu:
1. Sokak köpeklerinin Hayırsızada katliamının öncesi var, İttihat ve Terakki’yle başlamıyor
2. Adalar’da sokak köpeklerinin dışında başka hayvanlar da var.
1. Daha önce yazdığım bir yazıda bunu belirttiğimi söyledim. Bu sorunun uzun bir tarihi olduğunu anlattım.
2. Buna katıldığımı, sokak köpekleri meselesinin ne yazık ki, hayvanseverlerin enerjisinin çoğunu tükettiğini ifade ettim.
Peki Arif Çağlar ne yazdı:
“İnsanların Osmanlı döneminde daha iyi ve hür yaşadığı ileri sürülüyorsa köpekler için de aynı şey iddia ve ispat edilmelidir. Şu dahi düşünülebilir: köpek özgürlüğünün yeniden tesisi için tramvaylar kaldırılmalı, raylar sökülmeli, yollara sokak köpekleri serilmelidir. Kelbî hürriyetler döneminde özgür köpek önemlidir,”
Arif Çağlar, sokak köpeklerinin ne zaman ‘sorun’ olarak görülmeye başlandığını belirtmiş olmamdan, Osmanlı döneminin insanlar ve köpekler için ‘daha iyi ve hür’ olduğu, tramvayların da sökülmesini savunduğum sonucuna vardı. Yani “Osmanlıcı” ve modernite karşıtı olarak kodlandım.(*)
Neyse ki, ilerlemeye duyulan o sonsuz güven ve inanç çağında değiliz, bunun da sorgulanabildiği bir dönemde yaşıyoruz. Gerçi Arif Çağlar’ın da bu çağda yaşaması talihsizlik, daha ilerlemiş bir çağda, Total Recall, Artificial Intelligence gibi filmlerdekine benzer bir dönemde yaşasa bu sorunlarla karşı karşıya kalmaz, bir hayvana rastlama ihtimali olmazdı.
Neyse bunların konuştuğumuz konuyla da doğrudan bir ilgisi yok, ‘gevezelik’ etmeyeyim.
“Adalar ilçesinde hayvanlarla birlikte insanca yaşamanın şekli için öneri nedir? Her türlü hayvan, kuş ve balık da unutulmasın lütfen. Bu soru ciddi bir sorudur, hayvan severler somut öneri sunsun, gerisi gevezeliktir,”
Arif Çağlar, hayvanseverlerden kimya formülü gibi bir şey istiyorsa bu benim becerebileceğim bir şey değil. En fazla yeni Belediye yönetimine, seçim sonrası (Nisan 2009) hayvanseverler tarafından sunulmuş ve kabul edilmiş öneriler paketini hatırlatabilirim. Aşağıda okunabilir, bu konuda bir gelişme sağlanması tartışmaya açık!
Ayrıca bu, Arif Çağlar’ın dışarıdan ‘söyleyin de görelim’ diyeceği bir şey değil; kendisinin başkanı olduğu —benim de üyesi bulunduğum— İstanbul Adalar Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Derneği’nin ilgi alanına bu sorunun da girdiğini sanıyorum.
(*) Sanayi Devrimi’yle birlikte işçi sınıfının ne tür sorunlar yaşadığını anlatsam, bu mantığa göre Ludist olurum.
Büyükada’da, 26.9.2011.
)O(
1. HAYVAN SAYISINI KONTROL İÇİN YAPILACAKLAR:
a. Adadaki sahipli-sahipsiz tüm hayvanların kayıt altına alınması. Tüm bu bilgilerle, fotoğraflı bir veri tabanı oluşturmalı. Yaşları, cinsleri, sahipleri, kısır olup olmadıkları.
b. Sokaktaki hayvanlara bu bilgileri içerecek tasmalar takılması
c. İskelelerde adaya gelen hayvanların kaydının alınması. Bu yolla kısmen de olsa getirilip bırakılan hayvan sayısı azaltılabilir.
d. Adaya getirilecek hayvanların kimliklerin bulunmasının gerekliliğine dair duyuruların iskelelere asılması
a. Belediyeye ait veterinerliğin işlerlik kazanması.
b. Kısırlaştırma, hasta hayvanların tedavisi tüm bunların bizzat belediye içerisinde yapılıyor olması. Kısırlaştırma ameliyatlarının mobil aracın dolaştırılarak adalar bazında periyodik yapılması
c. Sonrasında belediyeye ait veterinerlikte bunun sürdürülmesi
a. Barınağın geçici bir çözüm olduğunun unutulmaması. Zaman içerisinde hayvanları sahiplendirip azaltarak, yalnızca hasta, agresif… hayvanlar için bir rehabilitasyon merkezi olması
b. Barınaktaki hayvanları sahiplendirme kampanyaları
b-1. Hazırlanacak afişler ve broşürlerle ada halkının bilgilendirilmesi. Eğer aldığınız hayvanı sokağa atarsanız ne yazık ki, böyle bir sonla karşılaşıyor; barınaktaki hayvanların durumunu göstererek sahiplendirmeye çalışmak
c. Barınaktaki her şeyin şeffaflaştırılması. Belediye sitesinde buraya ilişkin bilgilere bütün adalıların ulaşabilmesi. Bağış yapanlar, hayvanların ihtiyaçları vs.
d. Barınağın üstü açık, yağmur ve güneş için acil bir çatı sistemi yapılmalı.
e. Görünen durumda kapasitenin en az 4 katı dolulukla (mevcud: 320~350) durumun rehabiliteden ziyade cezalandırmaya dönük olduğu, (bu konu özellikle tek çözüm gibi görülen barınak fikri çıkmazının sonuçta ulaşacağı sarmalı gösteriyor)
f. Sabit ve yeter büyüklükte sulukların olmaması, özellikle yaz dönemi için büyük bir sıkıntı,
g. Küçük gruplar (mümkün olan en ekonomik sayıda) halinde barınmayı sağlayacak bir yapı bölmelendirme düzeninin gerekliliği,
h. Bir sundurma altında yarı açık korunaklı bir yapı düzeninin gerekliliği,
i. Kolay temizlenebilir, rutubet ve özellikle çamur olmayan bir zemin gerekliliği,
a. Bu soruna dair halkı bilgilendirme toplantıları yapılmalı. Bunun için çeşitli konularda uzmanlar davet ederek sorun hakkında etraflıca bilgi verilmeli. Örneğin uzman psikiyatristler hayvan korkusuna dair bilgi verebilir.
b. Okullarda yine uzmanlar ya da gönüllüler tarafından çocuklara hayvanlarla birlikte yaşamaya, onlara nasıl davranılmasına dair eğitim çalışmaları yapılabilir.
c. Yine çocukların katılacağı fotoğraf, resim, öykü yarışmaları yapılabilir.
d. Ada hayvanlarıyla ilgili bir belgesel yapılabilir, bunu seve seve yapacak belgeselciler bulunabilir.
e. Herkesin ulaşabileceği, bilgi alabileceği haberleşeceği bir internet sitesi düşünülebilir.
f. Yazları iskelede oluşturulacak bir masada düzenli olarak gelenlere bilgi verilebilir. Hazırlanacak broşürler dağıtılabilir.
a. Kullanılmış eşya tezgâhları kurulabilir. Bunlardan almak isteyenler karşılığında mama bağışlayabilir.
b. Yazlıkçılardan kış için yardım etmek isteyenlerin yardımları organize edilebilir. Kuru mama toplanabilir.
_____________________________________________
FaceBook, 1.2.2012
60’ların Büyükadası’nda yaşamış şanslılar
Erkan Gürpınar
30.01.2012
Büyükadamızda, yazın faytonlara koşulan cefakâr atlar, sahipleri arabacılar tarafından, kışın böyle kaderine terk ediliyor…. Tepeköy’de çekilen bu fotoğrafta görüldüğü gibi açlıktan, hayvanlar çöp konteynırlarını karıştırıp karınlarını doyurmaya çalışıyorlar… Geceleri ayazda nerede barındıkları ise meçhul….
_____________________________________________

FaceBook‘a ekleyen: Kasım Sezgün, ‘Osmanlı Tabloları’ Albümü’nden.
Kınalıada sakinlerine
hele de
Kapalıçarşılılara
müjdeler olsun!…
)O(
Milliyet- Kadın, 1.2.2012
Haber İstanbul’un 100 efsanesi
Tarihsel süreçte önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan İstanbul hakkındaki 100 efsane, İstanbul’un 100 Efsanesi kitabında toplandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’nin İstanbul’un Yüzleri serisi çerçevesinde hazırladığı kitaptan derlenen bilgiye göre, araştırmacı Ferhat Aslan tarafından hazırlanan kitaptaki efsaneler, tabiatla, İstanbul’un kuruluş, İstanbul’un tılsımlı sütunları, İstanbul’un semtleri, İstanbul’un fethi, tarihi yapıları ve İstanbul’un gönül sultanları kategorilerinde toplandı.
Marmara Denizi’nin oluşumu ve Ab-ı Hayat konusunda kitapta aktarılan efsanede, İskender’in bir gün balık tutmak için küçük bir dereye girdiği, o güne kadar görmediği güzellikteki balıkları tutarak yemek istediği ama yakalayamaması üzerine öfkelenerek suyun akışını değiştirerek, balıkları susuz bırakıp yakalamaya çalıştığı belirtiliyor.
Bu çabası sırasında arkasında gelen sesle irkilen İskender’e, “Ey İskender! Boşuna uğraşma, o balıkları tutamayacaksın. Balık tutmak, ülkeleri fethetmeye benzemez. Her işin bir bileni var. Biliyorum, canın bu balıkları çok çekti,” dediği anlatılan efsanede, o anda yaşlı adamın elini dereye daldırıp üç balığı İskender’e verdiği ifade ediliyor.
Aldığı balıkları kızartmaya çalışan ancak balıkların kızarmaması üzerine sinirlenen İskender’in, ormandan odunlar getirterek büyük bir ateş yaktığı ancak balıkların yine kızarmaması üzerine umudu keserek balıkları dereye attığına inanılıyor.
Efsane, şu şekilde devam ediyor: “İskender, ihtiyara dönerek, ‘Bu balıklar büyülüydü, benimle alay etmek için verdin. Bunun cezasını ödeyeceksin,’ deyip kılıcını çekerek ihtiyarın başını uçurdu. İhtiyarın kafası yuvarlanarak bir tepenin üzerine ulaştı. İhtiyarın boynundan fışkıran kanlar suya dönüştü. Öyle bir hızlı akmaya başladı ki İskender neye uğradığını şaşırdı. Sular fışkırdığında İskender atına atlayıp geri çekilmeye ve sulardan kaçmaya başladı. Geri gide gide kendini bugünkü Yalova kıyılarında buldu ve arada kalan yerler denize dönüştü. Derler ki; işte o koca deniz Marmara Denizi oldu, İskender’in aradığı ölümsüzlük suyu, yani Ab-ı hayat ise Marmara Denizi’nin altında kaldı.”
[…]
Kapalıçarşı’nın altındaki tüneller
Efsanede, İstanbul’un altının birbirlerine bağlı dehlizlerle kaplı olduğu, bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir bölmesinden girildiği ve Marmara Denizi’nin altından devam edilerek Kınalıada’ya kadar uzandığına inanılıyor.
Dehlizlerin Kapalıçarşı’nın da altında geçtiğine inanılan efsaneye göre, çarşının gizli tutulan bir yerinden bu dehlizlere girildiği, buralarda yemek takımı üzerinde çalışan gümüş kaplama atölyelerinin bulunduğu, çalışanlara da işe başladıkları gün söz konusu dehlizlerden bahsetmemeleri için Kuran-ı Kerime el bastırıldığı söyleniyor. […]
_____________________________________________

Akşam, 1.2.2012
Oğlunun böbreğiyle yaşama bağlandı
Böbrek hastası Mesrure Özen oğlunun böbreğiyle yaşma tutundu. Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Organ Nakli Merkezi’nde başarıyla gerçekleşen nakille yeni hayatına “merhaba” diyen Mesrure Özen, “Oğlum bana can verdi, onun bağışladığı böbrekle yaşama tutundum, çok mutlu ve duyguluyum,” dedi
Büyükada’da yaşayan üç çocuk annesi 58 yaşındaki Mesrure Özen, yaptırdığı tahlillerde kreatini yüksek çıkınca doktorunun kendisini başka bir hastaneye yönlendirmesi sonucu böbrek yetmezliği olduğunu öğrendi. Kendisine diyaliz önerilen anne Mesrure Özen, nakil konusunda araştırma yaparken kadavra listesinde nakil bekleyen yakınları aracılığıyla Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Organ Nakli Merkezi’ne başvurdu. Özen’e yapılan tetkikler sonucunda, 40 yaşındaki oğlu Haydar Özen’in böbreğinin uygun olduğu tespit edildi. Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Organ Nakli Merkezi Başkanı Doç. Dr. Serdar Kaçar ve ekibi tarafından gerçekleşen başarılı bir operasyonla oğlu Haydar Özen’den alınan böbrek, Mesrure Özen’e başarıyla nakledildi. Haydar Özen, annesine böbreğini bağışlayarak hayata yeniden tutunmasını sağladı.
“EVLATLIK GÖREVİMDİ”
İstanbul’da esnaflık yapan üç çocuk babası Haydar Özen, “Annemin böbrek yetmezliği olduğunu öğrendiğimde detaylı bir şekilde araştırmak istedim. Çünkü başınıza gelmediğinde bildikleriniz de çok sınırlı oluyor. Araştırdığımızda diyalizin zorlu bir süreç olduğu sonucuna vardık. Görüştüğümüz doktorlar da nakil olmamızı tavsiye ettiler. Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Organ Nakli Merkezi Koordinatörü Dr. Süleyman Tilif’le tanışınca hemen böbreğimi bağışlamaya karar verdim. Şimdi son derece sağlıklıyım. Bana can veren anneme, bir böbrek bağışlamak benim evlatlık görevimdi. Şimdi annem de bende sağlıklıyız.”
“ŞANSLI BİR HASTAYIM”
Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Organ Nakli Merkezi’nden taburcu olan Mesrure Özen, sağlıklı bir hayata kavuştuğu için mutlu olduğunu söyleyerek duygularını şöyle ifade etti: “Diyalize girmem gerektiğinde annem böreğini vermek istedi ancak kan uyumsuzluğu çıktı ve oğlum böbreğini bağışladı. Ben bir anne ve bir hasta olarak şanslıyım. Bana böbreğini bağışlayan bir oğlum var ve sorunsuz bir şekilde tedavim sürüyor. Herkes benim kadar şanslı değil, bazen en yakınlarınız yanlış bilgiler nedeniyle bağış yapmayabiliyor, herkese tavsiyem sevdiklerine böbreklerini bağışlamaları”
“NORMAL HAYATINA DEVEM EDEBİLECEK”
Nakil olmanın bireyin yaşam kalitesini artırdığını belirten Medical Park Göztepe Hastane Kompleksi Organ Nakli Merkezi Koordinatörü Dr. Süleyman Tilif de, böbrek yetmezliğiyle yaşayan hastaların sorunlarına dikkat çekerek, şunları kaydetti: “Hastamıza önce annesi böbrek vermek istedi. Yapılan incelemede annesi verici olmaya uygun bulunmadı. Hep söylediğimiz gibi esas olan vericidir. Vericiye en ufak bir zarar gelmesi durumunda böbrek veremez. Hastaya oğlundan nakil yaptık. Şanslıydı hastamız. Çünkü hiç diyalize girmemişti. Yani organlarında hiç yıpranma olmadan nakil oldu. Hastamız eskisi gibi normal hayatına devam edebilecek.”
* * *
Büyükada sakinlerinden
Sayın Mesrure Özen’e
geçmiş olsun dileklerimizle…
ADALAR POSTASI
)O(
_____________________________________________

Son Liman Gazetesi,1.2.2012
Murat Başbay
CHP
ADALAR İLÇESİ’nde
NELER OLUYOR?

Adalar ilçesinde İlçe başkanı ile Belediye başkanı arasındaki uyumsuzluk, yapılan yanlış uygulamalar, CHP tabanını ve CHP’ye oy veren seçmeni de başı eğik gezer hale getirdi. CHP seçmeni, vapurda, motorlarda, faytonlarda, “Farsakoğlu’na oy verenler utansın,” biçimindeki tiratlar karşısında yutkunmaktan başka bir şey yapamıyor. İl örgütü de, özellikle kenarda durup Adalar’daki gelişmeleri izlemekle yetindiği için ilçede CHP silinmiş durumda. Farsakoğlu’nun ismi etrafında oluşan partili sempatizan kitlesinde ciddi bir dağılma gözleniyor. Bu kitleyi birarada tutmaya çalışan herhangi bir faaliyet de yok. Tabiri caizse, CHP seçmeni ‘utanıyor’. Bu utancın birinci derece faili Mustafa Farsakoğlu olarak görünse de, aslında asıl fail, gıkını çıkartmayan, kitlesine sahip çıkmayan, oy verenine sırtını dönen parti yönetimidir. Yönetim ve arkasındaki dengeler, yaşanan krizi resmen ellerini ovuşturarak izliyorlar. Bundan siyasi bir gelecek bekledikleri aşikâr. O siyasi ikbalin, CHP’nin çöküşüne kayıtsız kalarak, hatta yardımcı olunarak beklenmesi ise son derece vahim. Ey partili! Halkın arasına katıl! Farsakoğlu’na karşı uygulanan tam anlamıyla bir siyasi tecrittir. Bu tecritte Farsakoğlu’nun payına düşen eksikler, hatalar, yanlışlar yok mu? Elbette var. Lakin bir ‘parti örgütü’, böylesi sıkıntılara üstten bakmayı becerebilen bir örgüt olmalıdır. Bu yapılamadı, yapılamıyor ve yapılamayacak gibi görünüyor. Parti tüzel kişiliğinin desteğini yitiren, hatta düşmanlığını gören Farsakoğlu’nun bu noktada, kendi seçmenine, etrafında giderek incelen sempati halkasına bir çağrı yapması lazım. Seçmenleriyle konuşmaya, onları icraatları hakkında bilgilendirmeye ve karşı propagandayı engellemeye çağırmalıdır partilileri. Aslında örgütün yapması gerekip de yapmadığı bu çalışmayı Farsakoğlu’nun kendi çabasıyla yaptırtmaktan başka çaresi kalmamıştır. Siyasi tecridin boyutları uygulanan siyasi tecrit çok geniş boyutludur. Buzdağının görünen kısmından çok daha büyüğü suyun altında uzayıp gitmektedir. Bu tecridi temsil eden ve uygulayan kadrolara karşı bir parti tepkisi de vardır. Söz konusu tepki de öyle az buz bir tepki değildir. Dağınık durumdaki bu tepkinin örgütlü bir harekete, bir taban hareketine dönüşmesi, partinin geleceği açısından önemli. Yoksa CHP, önüne çıkan her dalgayı, farklı sesi, kimliği öğütüp geçen bir kadronun tam hakimiyetine girecektir. Parti yapılanması, bazı isimlerin siyasi hedeflerine uygun olarak dizayn edilecek, bu hesapların karşısındaki her unsur ise kapının önüne konulacaktır. Partilileri sahaya çağırmak o nedenle daha bir önem taşımaktadır.
_____________________________________________

From: SELAH ÖZAKIN
Subject: Kuru kurultaylar partisi
Date: February 1, 2012 10:36:43 PM GMT+02:00
Kuru kurultaylar partisi
Önemli ve değişim sağlayan ilk CHP kurultayını anımsıyor musunuz?
Hani Karaoğlan’ın (Bülent Ecevit), yılların genel başkanı ve Kurtuluş Savaşı Gazisi İsmet İnönü’yü alaşağı ettiği kurultay!
Ne oldu da o dağ gibi İnönü’yü devirdi Ecevit?
Çünkü o salt bir birey değil, yeni bir ideolojik yapılanmanın, hedefin sembolüydü halkın gözünde. (‘Toprak işleyenin- Su kullananın’ı unutmayın!)
Sonra ne oldu?
Bir kımıldanma, bir umut büyütme coşkusu gelişti halkta.
Ve etkisi on iki Eylül faşist cuntasında kesintiye uğradıysa da bir süre daha, Ecevit ölüm döşeğine düşene kadar devam etti.
Sonraki kurultayları biliyorsunuz.
Yakışıklı, karizmatik ve iyi laf ebeliği yapan Baykal mı?…
Yoksa bilgili ama karizması eksik hasan Fehmi Güneş mi?
Mıy mıy konuşan Altan Öymen mi?…
Karizmatik yakışıklı Baykal mı?
Bu süreç kişilerle başlayıp kişilerle biten bir temelde sürdü gitti.
Tabii ideolojik yenilenmeden uzak yapısıyla, siyaset okyanusunda, yelkenleri yırtılmış bir tekne gibi savruldu durdu CHP.
Hâlâ da savrulmakta!
Eğer bu kurultayda,
Eğer yürekli biri çıkıp da, coğrafyamızı inim inim inleten iç savaş için barış kelamları etmezse,
Eğer akıllı biri çıkıp da, coğrafyamızı boydan boya zındana çevirmekte olan irtica egemenliğine karşı halkı genel direnişe çağırmazsa,
Eğer emeğin en yüze değer olduğuna inan biri çıkıp da, işçileri, memurları sendikasızlaşıtırarak sermayeye karşı örgütsüz bırakan iktidara karşı çalışanları genel greve çağırmazsa,
Eğer biri çıkıp da, halkın malının özelleştirme adı altında yandaşlara peşkeş çekilmesinden canı yanan biri olarak çıkıp, özelleştirilen yerlerin esas sahipleri olan halk tarafından geri alınması için halkın önüne geçmezse,
…
Kim gelirse gelsin CHP’nin başına!
Hemen ertesi gün, yeni kurultay tezgâhları dönecektir koridorlarda.
_______________________________

Bir Cevap Yazın