Garbis’in Yeri…
Her nedense –ki değil asıl mesele- seneler senesi Facebook’u inkâr etmekle en nihayetinde gelen genel istek üzerine Adalar Postası’nı sanal âlemdeki bu mecra ve maceradan mahrum bırakmaya hakkımız olmadığı düşüncesiyle açtığımız kapıdan değil mi ki nice senelik suallere anında yanıt geliverdi…! Hiç şüphesiz ki içlerinden en âlemi Adalar Postası henüz Facebook sularında seyretmezden evvel 24 Şubat 2006 tarihinde yayımlanan “Garbis’in yeri neresi?” fotoğraflı sualini tam 7 sene sonrasında 24 Ocak 2013’te bu defa Facebook’ta paylaştığımızda, evvelce sevgili arkadaşımız Panayoti Nikolaidis sayesinde iyi ki de tanıdığımız Sevgili Arda Bora’dan gelen yanıttı…! Merak eder dururdum bu cennetten diyara -deryaya dalmak üzere bir balık suretinde- çakıl taşlarıyla yazılmış adını veren Garbis kimdir diye? Ne yalan söyleyeyim içten içe de kıskanırdım benden evvel bu cennet köşesini kim parsellemiş diye…! ;-) Arkadaşımız Arda’nın babasıymış meğer…! Bu vesileyle pekişen arkadaşlığımız pek keyiften ve de leziz nice muhabbetle tez vakitte yakın dostluğa evriliverdi haliyle… İşte huzurlarınızda “Garbis’in Yeri”ne dair o harikulâde hikâye…
)O(
* * *
Adalar Postasi, 24 Ocak 2013
ADALAR POSTASI (24.2.2006): bir soru… bir cevap…
Bir soru: Garbis’in yeri neresi?
Bir cevap: ………………………..
/
Arda Bora: “Büyükada’da Büyük Tur yolu üzerinde Anjel’in lokantasını geçtikten sonraki Palyambelo kayalıklarıdır!
Ruhu şâd olsun rahmetli Müsü Tzolak Bey babamın rahmetli olduğu sene orayı çok sevmesi dolayısıyla babam Garbis Bora için yapmıştı! Her ikisini de bu vesileyle burada hatırlamış olmak beni hem mutlu etti hem çok duygulandırdı…
Eileen Bora: “Garbis’in en sevdiği yer, saati güneşe bakıp söylediği, ağaçların gölgesinde huzurla uyuduğum, çocukluğumun geçtiği, babamın küçük kızı olduğum yer. Garbis’in yeri; yeşilin, doğanın ve özgürlüğün olduğu yer…
Alp Mormenekşe: “Allah rahmet eylesin çok iyi insandı.”
Filiz Kaynak Kavas: Garbis’in yeri, tüm Adalıların en sevdiği yer!
* * *
ORA
– Vakitsiz vefat eden şampiyon bisikletçi dostuma,
Tekerlekler vardı dönen
Yolların üzerinde biteviye
Alışkanlıklar, düşüncelerin üzerinde ne mümkün
Sahiller vardı, çöllere benzer, ıssız
Ziyafetler denli nefis
Ve balıkçılar misali mütevazi, cesur
Dostane, samimi
Artık yok!
Yok o gözler, gözlere bakmış olan
Sevgisi kaldı sadece kalplerin içinde hasretle
Tzolak Hüsadlı
“ORA”
Palyambelo (Eskibağ) / Büyükada
Kendimi bildiğim günden beri çelimsiz bacaklarımın, Ada’nın bol yokuşlu yollarında pedal basmaktaki isteksizliğinden, zorla yola çıkarılıp ulaştığım andan itibarense keyfine doyamadığım, dönüşte de ters yokuşlarının yorgunluktan ızdırabımı katlaması suretiyle yaşattığı hem cennet hem cehennem, nice anımızın olduğu yer Palyambelo…
Çocuk aklım ve hislerimle bu şekilde betimlediğim “ora”, 1998 Haziranı’nda tam da 16 sene evvel babamın vefatı ve dostu merhum Tzolak Bey’in atfettiği gibi “Garbis’in yeri” olduktan sonra farklı anlam ve hisler yaşatsa da bana, bir grup yaşlı delikanlı için -ki şu anda hepsini hakkın rahmetine kavuşmuş olmaları vesilesiyle buradan saygı ve özlemle anıyorum- başka bambaşka bir “ora”ydı!
Peki “ora” nasıl bir yerdi?
Öncelikle “ora”nın adı Palyambelo, Türkçe karşılığıyla Eskibağ olmakla daha evvelden varlığı tescillenmişse de 1970’lerde tekneyle denizden geçerken güzelliğinden etkilenerek karadan da “ora”ya ulaşma arzusuna kapılan babam Garbis Bora tarafından sahile inen yoldaki ağaçların budanması suretiyle yol açılarak tekrar işlevsel hale getirildiğini anlıyorum.
Sonrasında Tzolak ve Mike da babama katılarak “ora” grubunu oluşturmuşlardı. Bu grubun tüm üyeleri evli olmalarına karşın gece geç saatlere kadar “ora”da tuttukları balıkları pişirip rakılar eşliğinde afiyetle yiyerek mehtaplarda tekrar tekrar denize girip pek keyiften muhabbetlerine devam ediyorlardı.
Geç de olsa muhakkak eve dönüyorlardı fakat bir şartları vardı; o da sabah erkenden “ora”da buluşmak!
Gelen yurt içi veya dışı, genç ya da yaşlı olması gözetilmeksizin tüm misafirler muhakkak “ölmeden evvel yapılması gereken 100 şey” dahilinde “ora”da “Garbis’in Yeri”nde ağırlanıyordu. Ve tüm misafirlerden de aynı heyecan ve coşkuyu hissetmeleri bekleniyordu. Sanki zoraki! Zoraki çünkü çocuk Arda’ya göre, zoraki oraya giden Arda’ya göre öyle hissediyordum. Aslında şimdi anlıyorum ki misafirler için zoraki olmuyordu zira çocuk Arda gibi üşenmiyorlardı! Çünkü Garbis’in misafirperverliğinde öyle bir coşku vardı ki büyü misali herkesi başlangıçtan etkisi altına alıyordu haliyle de her seferinde çocuk Arda’nın aksine memnuniyetle gidiyorlardı “ora”ya…
Gittikten sonrası zaten bir cennet!
Çocukluğumdan hayli kalabalık ziyaretler var hatır ve hatıralarımda “ora”ya dair… Herkes birbirine yardım ederek o kayalıklardan iniyor, balıklar tutuluyor, midyeler temizleniyor, pişiriliyor ateşler eşliğinde, rakılar içiliyor, denize giriliyor, sohbetler ediliyor kahkahalar eşliğinde ve böylece tekrarlanıyordu “ora” keyfi biteviye…!
Artan rakılar zulalanıyordu belli bir kaç ağacın dibinde, bir dahaki sefere öyle ki mevsim sonbaharsa eğer bir sonraki sezonun baharına yıllandırılıyordu… Tüm kalanlar yıllanıyor, bir sonraki sezonu bekliyor, tüm erzak ve dostlar sanki sonsuzcasına… Fakat şairin o pek zarif duyguyla dile getirdiği gibi “artık yok”
Artık yok ne erzak, ne de baharı bekleyen dostlar!
Ama bir gün belki bizler yeni “ora” kuşağı olarak şu cadı kadın ve diğer birkaçı aynı duygu ve hasretle “ora”da buluşuruz. Bir izmarit zamanı boklu kebap yapar artık olmayan o gözlerin yerine yenilerini koyup yâd ederiz eskilerin hatıralarını… Ve de bir güzel nâra atarız “Ohhh ya” diye… Tıpkı Garbis ve dostları gibi Garbis’in yerinde…
Arda Bora
* * *
Fotoğraflar: Adı Cadı Kadın, “Garbis’in Yeri…”, Büyükada (23.2.2006).
Bir Cevap Yazın