Gönderen: adalarpostasi | 05 Eylül 2014

HARİÇTEN BİR GAZEL ve/ya TAA İÇERİDEN BİR SESLENİŞ…

HARİÇTEN BİR GAZEL ve/ya TAA İÇERİDEN BİR SESLENİŞ…

_____________________Emin Mâhir Başdoğan

 

10625115_826159037408835_1850171142536661460_n

Fotoğraf: Adı Cadı Kadın, “Tiraje Dikmen’in (1925-2014) atları…”, Büyükada (12.5.2007). )O(

Geçirmekte olduğumuz sıcak yazdan mütevellit olsa gerek görünürde faytonlar etrafında neredeyse fırtına şiddetinde kopartılan hummalı bir at münakaşası ada sahillerini dövüyor. Adımız atımızdır deyip durduğum eski radyo programımı bitirmemin üzerinden neredeyse yarım sene, benim İstanbul’u bırakıp Kazdağları’na çekilmemin üzerinden ise bir yıldan çok zaman geçmesine rağmen itiraf ediyorum ki mevzuu cazip geldi ve izninizle iki lakırdı etmek istiyorum. At ve insan mevzubahis olduğunda sıklıkla yaşadığım gibi ne bir ne de öteki tarafta kendini tam yerinde hissedememenin verdiği çapraşık hislerle gene de sanki söylemek istediğimi tutamayıp da yazmaya çalışarak… bundan sonraki satırlar belki de ‘hariçten gazel’dir.

Evvela, eskiden teşrik-i mesaîde bulunduğum bir ‘at hocası’ (binicilik hocası) ahbabımın, hal-î hazırda sürmekte olan Adalar’da —ve İstanbul’da ve hayatımızda— faytona karşı çıkan kampanyaya sosyal medyada katılmasıyla düşünmeye başladım. Kendisi atı ve insanı bilen, aylarca beraber çalıştığım, mektepli/lisanslı bir at hocasıyken mevcut ortamın asapları bozan tırmanışı sonucu olduğunu düşündüğüm şekliyle faytonların ortadan kaldırılmaları ve bunun da derhal şimdi yapılması noktasında anlaşılacak fikirler ileri sürüyor. Atların ne olacağını pek eni konu düşünmeden ama birşeyler yapılmasını da düşünmek gereğini inkâr etmeyerek sorulduğunda ‘sahiplendirme’ cihedine gidilmesini falan söyleyerek eskilerde örneklerine sıkça rastlanan ‘acilci’ bir yaklaşım sergiliyor. Mevcut problemi hayırlısıyla bir çözelim de, ‘o çözüm’ün getirdiği problemleri bilâhire çözeriz mantığı benim gençliğimde hiç de yabana atılamayacak kadar yaygın handiyse hakim yöntem idi. Şimdi o sığ zamanlara baktığımda bu maalesef böyleydi diyorum. Bugün de böyle olmamalı demek istiyorum.

Yaşanılan sıkıntının hakikî ebadını bir uçtan gerip çekmeye başlanıldığında hâsıl olan ‘gerçek’, duygular dünyamızı harekete geçirip insan aklında ‘acil müdahale’ kararı çıkartacak haller yaratabiliyor. Yukarıda şikâyet etmeye çalıştığım ruh hali —yani sorunu her ne pahasına olursa olsun, derhal, şimdi, an geciktirmeden ve karşı çıkanları yok ederek hemen çözmek— sanırım ki çoğu güncel tartışmada bize köstek olan eski bir alışkanlığımızdır. Etrafında ‘kampanyasılaşılan’ süreç, zaten sorunu tanımlarken tarafları heyecana sevkedecek ‘çarpıcı’ ve o ölçüde tahrif edici bir seçicilik ile duruşunu belirliyor. Kötü resimler, bol rakkamlar ve mesajımızı güçlendiren ama içimizi de karartan abartmalar. Kampanya kelimesinin ‘savaş’ manasına gelmesi ve savaşta düşmanı yenmek için her yolun mübah sayılması hususunu geçerken dikkatlere sunmak istiyorum.

İşte bu savaş şartlarındaki kampanya billurlaşması —ve o ölçüde itidâlin kaybolup gözlerin kargaşada daha az görebilmesi— neticesinde yurtdışında oturan bir eski ahbabım hemen bir imza veriyor, dostlarının vermesi için sosyal medyada çağrı yapıyor ve sorun çözülüyor. Mu aceba?

Ada’yı, faytonları ve bahusus atları yılda birkaç kere kendi gözlerimle gören ben ise bu kampanyaya katılmıyorum; atların durumunu acil müdahaleyi gerektirir görmüyorum —şartların iyileştirilmesi ise apayrı bir mevzuudur— ve buradan hareketle faytonların kaldırılmasını talep etmiyorum. Kişisel hassasiyetlerine binaen istemeyenlerin binmemesi bittabiî mümkünken buradan bir kampanya çıkartılmasını kabullenemiyorum. Çocukluğumda dinlediğim aile hikâyelerinde, babamın büyükbabasının, zamanın İstanbul’unda ulaşım aracı olarak hizmet veren faytonların en köhne ve atlarının en perişan olanını seçerek binmesi keyfiyeti sanırım hiç aklımdan çıkmadı. Kendisi kendi çapında atlara yakın olan bir eski zaman üst rütbeli subayı büyük büyükbaba böyle yaparak hayat şartları hiç de iyi olmayan o takımlara ufak da olsa bir katkıda bulunmuş oluyordu. Bu yaklaşım şimdilerde de örnek alınmalı diye düşünüyorum. Yoksa bir kısım kampanyacının itham edebileceği gibi teammüden işkenceye yataklıkla falan diye suçlanmayayım. Böylesi suçlamaların yasaklama dışında hiçbir yere gitmeyeceğini zannediyorum.

Yeni hayatlarımızda atların ne kadar bizden uzak olduğunu bilfiil yaşayarak görüyorum. Özgürlük, doğaya salınma ve benzeri nice çok güzel lafın gelip bağlandığı hiçbir hakikat kırıntısı maalesef hiç yok. Bir adet atın hayatını idame etmesi için yılda yedi dönüm otlağa ihtiyaç duyması falan gibi detaylara hiç girmeyeceğim. Ortalıkta serbest dolaşan hiçbir hayvana şehirlerimizde yer yok. Lütfen yer olmasın demiyorum, yer fiilien yok diyorum. Hal böyle olunca atı nerede göreceğiz? Hiç gitmediğimiz ama o çocuk şarkısında terennüm edildiği gibi ‘bizim olan’ o hayal yörede mi? Ne istiyoruz? Elimizde ada faytonları var. Sadece orada at var. Onu da yok edip özgürleştirelim mi? Sonra nerede at göreceğiz?

Bir at hocasının, “atlar hiç çalışmasın” temennisini anlıyorum. Belki pek çok insandan daha fazla kötü çalıştırma gördüm. Ama hiç çalışmasınlar demenin atlar yok olsun demek olduğunu da biliyorum. Sevsek de sevmesek de hayat böyle. Elimizde bir fırsat var: Adalar’da elbirliğiyle bakması, yaşaması keyif veren bir atlı hayatı kurabiliriz. Belki beni saf bulanlar olabilir ama bence bu mümkün. Elimizdeki son uygulamayı kadük etmeden tekrardan iyileştirebiliriz. O zaman istemeyenlerin binmediği ama isteyenlerin de bulabildiği faytonlarımız at ile tekrar ünsiyet kuracağımız zamanın dönemeci olur. Kıymetini bilelim ve Adalar’da olsun faytonlarımızı sahiplenelim.


Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Kategoriler

%d blogcu bunu beğendi: