Heybeliada’da çamlar altında karşılarına Prens Hüseyin çıkmakla…

Heybeliada çamlıkları.
SSM’nin bu sene düzenlediği “Boğaziçi’nde Bir Hânedan: Kavalalı Mehmed Ali Paşa Ailesi” konferans serisinin son konuşması olarak; 9 Haziran 2018 Cumartesi günü yapmış olduğum “Emirgân ve Atlı Köşk’te Zaman…” başlıklı konuşmada mevzuu çokluğu zaman yokluğundan aklım kalıp içim yanarak kırpa kırpa kuşa çevirmek durumunda kaldığım Heybeliada‘da mutlu son bulan “Bazı Aşk Maceraları“nın cümlesini
Adalar Postası‘nda takdimle…
Emine Çiğdem Tugay
)O(

“Küçük” Mehmed Ali Paşa’ya Sultan Abdülmecid tarafından tahsis olunan Emirgân’daki sâhilhâne. Abdullah Biraderler.
İstanbul Üniversitesi Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı Nadir Eserler
ve Müze Bölümü Arşivi.
3 Mart 1855’te Hüsrev Paşa’nın vefatıyla Emirgân’daki sâhilhânesinin 1855/56’da (1272) Reşid Paşa’ya temlik olunması üzerine eşi Âdile Hanımefendi de sahibi bulunduğu müştemilâtlı bu sâhilhâneyi —günümüzde Atlı Köşk’ün yer aldığı parselin vaktiyle sâhilinde yer almaktaydı— öyle anlaşılıyor ki padişah irâdesiyle 7 Nisan 1857’de (11 Şaban 1273) yirmi dört yaşında bulunan Mısırlı “Küçük” Mehmed Ali Paşa’ya devretmişti.[1]
Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın (1769-1849) ileri yaşındayken dünyaya gelen oğlu “Küçük” Mehmed Ali’yi (3.3.1833-28.6.1861), 1849 yılında henüz on altı yaşındayken babasının vefatı üzerine annesi Ziba Hatice Kadınefendi İstanbul’a getirerek padişahın himâyesine alınmasını dilemişti. Bu arzusunu kabul eden Sultan Abdülmecid (slt. 1.7.1839-25.6.1861), “Küçük” Mehmed Ali ve vâlidesinin kullanımına Emirgân’daki bu büyük sâhilhâneyi tahsisi yanı sıra genç şehzâdelerle buluşmak üzere sık sık saraya giden delikanlıyla bizzat âlâkadar da olmuştu.[2]
Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey’in deyişiyle “Bazı Aşk Maceraları”ndan bahsin vaktidir…

Mısır. Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.

Kavalalı Mehmed Ali Paşa (1769-1849). Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
Sultan I. Abdülhamid’in (21.1.1774-7.4.1789) sadrâzamlarından Halil Hamid Paşazâde Nurullah Bey, Mısır mevleviyeti (kadılığı) sırasında maaile Mısır’a azimet eylemişti. Ailesi de Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın harem dairesine sıkça celp ve davet edilirdi. Vâli Paşa’nın mahdumlarından İsmail Bey o tarihlerde henüz on ila on bir yaşlarında ve Hâkim Bey’in kerimesi Hatice Hanım da o yaşlarda olduğundan her buluşmalarında bu iki aile halkı, çocukları tatlı tatlı söyletirler ve onların çocuksu neşeleriyle eğlenirlerdi. Çocuklar ekseriya birlikte gezmeye çıkarlar ve kendilerini kim görse: “Maşallah ne güzel çocuklar, Allah analarına babalarına bağışlasın,” diye dua ederlerdi. Bu iki çocuk arasındaki şakalaşmalar, oynaşmalar masumane bir muhabbete dönüşüyordu. Meselâ biri ufak bir şeyden müteessir olsa diğeri de bu üzüntüden hissesini alıyordu. Birinin çehresinde ufak bir tebessüm belirse öbürü de gülüyordu. Vâli Paşa ile Molla Bey arasında da içli dışlı muhabbet hâsıl olduğu gibi resmî muammelelerde de müzakere ve müşaverelerde Vâli Paşa, Hâkim Bey’in reyinden istifade etmekle tarafların birbirlerine emniyet ve muhabbeti günden güne gelişiyordu. Öyle ki Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın hükümete yaptığı başvuruyla Nurullah Bey’in görev süresi bir sene daha uzatılmışken müteakiben yapılan başvurularla Nurullah Bey senelerce Mısır Mevliyeti görevinde kalmıştır.
Günler geçtikçe İsmail Bey ile Hatice Hanım arasındaki masumane muhabbetler aşk ve alâka haline dönüşünce aralarındaki muhâberelerine ve birbirlerine ufak tefek hediyelerin ulaştırılmasına dadıları aracılık eder olmuştu. Bu iki genç izdivaç çağına gelmiş ve birbirlerini âdeta benimsemiş olduklarından aralarındaki aşk vaziyetinin derecesine vâkıf olan dadıları bu durumu artık gizlemeye saklamaya lüzum görmeyip gerçeği olduğu gibi efendilerine arz ederek bir an evvel icabına bakılması lüzumunu beyan etmişlerdi. Aileler arasında istişare ve görüşmeler sonucunda izdivaçları uygun görülerek nikâhları kıyılmıştı. Nurullah Bey ise son görev süresi de tamamlanınca Dersaadet’e geri dönmüştü.

Mısır. Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.

İbrahim Paşa. Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
1822/23 (1239) tarihlerinde Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Mısır hududunu Sudan’a doğru sağlamlaştırmak maksadıyla birâderi İsmail Bey de beraberinde o havaliye azimet eyledi ve birtakım mühim mevkileri zaptetikten sonra İsmail Bey’i orada bırakarak Mısır’a döndü. İsmail Bey’in gösterdiği yararlılıklar takdire mazhar olarak babası Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından mîr-i mîrânlık rütbesiyle Sudan muhafızlığına tayin olunmuştu. Fakat aradan çok vakit geçmeksizin İsmail Paşa’nın oturduğu konak Sudanlılar tarafından tutuşturularak, İsmail Paşa mayieti halkıyla beraber yakılmak suretiyle feci bir biçimde katledildi. Bu dehşet verici haber Mısır’a ulaşınca Kavalalı Mehmed Ali Paşa hânedanı âzâsı pek ziyade kederli oldular ve büyük matemler ettiler. Hatice Hanım henüz yeni gelin iken zevcinin böyle feci bir surette öldürülmesini işittiği anda müthiş bir kalp çarpıntısıyla bayıldı. Sinirleri tamamıyla bozulmakla saati saatine uymadığından çıldırmasından korkuluyordu. Evlâdını kaybetmiş olan Kavalalı Mehmed Ali Paşa, gelininin bu hâlinden de başkaca üzüntü duyarak kendi öz evlâdı gibi tedavi ettirip pek çok mal, mülk ve servet sahibi eyledi. Hatice Hanım böylelikle Mısır Hânedan âzâları arasında “Gelin Hanım” unvanıyla bir mevki sahibi oldu. Gelin Hanım henüz memede olarak tedarik eylediği bir Çerkez cariyeyi kendisine mânevî evlât da addedip dayeler ve dadılar tayin ederek artık onu büyütmekle iştigali kendine bir vazife saydı. Vak’a-i Hayriyye’yi müteakip hükümette büyük bir kuvvet ve nüfuza sahip olan Serasker Hüsrev Paşa (?1757-3.3.1855) ile Mısır Vâlisi Mehmed Ali Paşa arasında hâsıl olan anlaşmazlık yüzünden zuhur eden ve uzun süren Mısır meselesinden dolayı Hatice Hanım İstanbul’da bulunan peder ve vâlidesiyle muhabereden mahrum olduğundan zavallı kadın bu suretle de ziyadesiyle üzgün ve hüzünlüydü. Sultan II. Mahmud’un vefatından (1.7.1839) ve Tanzîmât-ı Hayriye’nin ilânından (3.11.1839) sonra Mısır meselesinin bertaraf olması üzerine Kavalalı Mehmed Ali Paşa, Sultan Abdülmecid’e saygılarını sunmak üzere İstanbul’a gelirken (28.9.1846) “Gelin Hanım”ı da beraberinde getirmiş ve hatta talep ve arzusu üzerine Arnavutköy Akıntıburnu’nda bulunan büyükbabası Halil Hamid Paşa’nın sahilhanesi kendisine tahsis edilmişti. Hatice Hanım senelerden beri hasret çektiği ebeveynine kavuşup özlem gidermiş ve harem-i hümâyûnun nüfuzlu kişileriyle de ahbaplık kurarak bu seyahatten memnunen yine kayınpederiyle birlikte Mısır’a dönmüştü. Mısır Hânedanı mensubu hanımlardan bazıları “Gelin Hanım” hakkında olan tüm bu lütufları çok görüp çekememekteydiler.
“Gelin Hanım”ın evlâd-ı manevîsi Bezmî ise on üç, on dört yaşlarına gelince fevkalâde bir güzelliğe sahip olduğu gibi prenseslere lâyık bir surette de tahsil ve terbiye görmüştü. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın oğullarından Prens Mehmed Ali Bey henüz on üç, on dört yaşlarındayken bu kıza ilân-ı aşk eylemiş (?1846/47) ve Bezmî de onu sevmiş olduğundan izdivaçlarına karar verilmişti.

“Küçük” Mehmed Ali Paşa (3.3.1833-28.6.1861). Rukiye Kuneralp Arşivi.
Ne çare ki Prens Mehmed Ali’nin vâlidesi Ziba Hatice Kadınefendi “Gelin Hanım”ı çekememezliğinden dargın olmaları sebebiyle bu izdivaca şiddetle muhalefet eylediğinden Prens Mehmed Ali’nin her türlü teşebbüsatına rağmen maksâdı hâsıl olamadığından Prens de bu mahrumiyetinden gayet ümitsiz ve üzgün olarak bundan böyle evlenmemeye kendince karar vermişti.
Vâlide Hanım ise oğlunu bu kararından caydırmak ve münasip buduğu diğer bir kızla izdivaca razı etmek için şiddetli ısrarla kendisini zorluyordu. Prens bu baskıya direnç gösteremeyip

Feleksun Kadınefendi. Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
Feleksun’la evlenmek zorunda kalmakla birlikte kendi dâiresinde bulunan Hediye ismindeki siyahî bir Arap cariyeyi de gizlice odalık alarak böylelikle kendisini ezelî sevgilisi Bezmî’ye karşı vaadinde sadık kalmakla ihanet etmemiş addetmişti. Arap kız hamile kalınca haliyle aile halkı da bu hususta Hediye’yi derhal sorgu suale çekmiş, kızcağız da Prens’in talimatı üzerine hakikati olduğu gibi itiraf etmiş; Prens ise sevgilisi Bezmî’ye vaadinde sadık kalmış olmak için ancak bu suretle vâlidesinin ısrarlarına boyun eğmeye muvaffak olabildiğini söylemişti. 1848 senesinde Prens Mehmed Ali henüz on beşindeyken odalığı Hediye’den siyahî bir oğlu dünyaya geldiğinde ismi İsmail Davud (1848-1872) olarak tesmiye edilmişti. Bu siyahî çocuğun vücudu hânedan âzâsı için —o zamanın anlayışına göre— ayıp, kusur sayılmakla beraber pederi Kavalalı Mehmed Ali Paşa tarafından vuku bulması olası hitap ve azarlamadan Prens Mehmed Ali’yi kayırmak düşüncesiyle bu doğumu kendisinden gizlemişlerdi. Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın vefatına değin bu çocuğun vücudundan haberdar olmadığı rivâyet olunur.

Sultan Abdülaziz (slt. 25.6.1861-30.5.1876).
Sultan Abdülaziz, 1863 (1279) senesinde Mısır’a seyahatinde Mısır prenslerini huzuruna kabul ettiğinde bu siyahî prens de huzura çıkmıştı.

Prens İsmail Davud (1848-1872). Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
Padişah kendisini görünce kim olduğunu suale mecbur olmakla “Küçük” Mehmed Ali Paşa’nın oğlu olarak takdim olunarak, durum etraflıca arz ve beyan edilince de “Büyük Mehmed Ali Paşa böyle münasebetsizlik etmezdi,” deyivermiştir!
“Gelin Hanım” diye anılan Hatice Hanımefendi ise hakkında çekememezlikten kaynaklanan soğukluklar ve Prens Mehmed Ali ile Bezmî arasındaki izdivaç meselesinden meydana gelen dedikodular, kayınpederi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın vefatından sonra bir kat daha artarak artık “Gelin Hanım” için Mısır’da ikâmet mümkün olmadığından İstanbul’a dönmeye mecbur olmuştu. Evvelce harem-i hümâyûn’un nüfuzlu hanımlarıyla ahbaplık kurmuş olduğundan sık sık saraya gider gelir ve resmî günlerde de diğer küberâ haremleri gibi saraya davet olunurdu. Evlâd-ı mânevîyesi olan Bezmî’nin güzelliği ve aşırı derecede zeki olması yanısıra o zaman küberâ hanımlar arasında henüz yaygınlaşmamış olan piyanodaki mahareti saray kadınları nezdinde şöhret kazanmıştı. Etine dolgun, endâmı mevzun, kaşı gözü gayet güzel, teni beyaz, çehresi biraz gül pembesine meyilli, hele de o altın renkli gür saçlarının güzelliği yanı sıra Türkçe, Arapça ve Fransızca’yı mükemmelen konuşan Bezmî’nin piyanosunu dinleyenler mest olur, hayran kalırlardı.

Sultan Abdülmecid (slt. 1.7.1839-25.6.1861).
Sultan Abdülmecid bunu haber alınca kızı huzuruna çağırtarak kendisini görmüş, pek de beğenmişti. Piyanoda olan maharetine de hayran kalarak kızı “Gelin Hanım”dan talep etmiş ve bu talebini de ısrar derecesine vardırmıştı. Bezmî gerçekte bir esir idiyse de “Gelin Hanım” kızı aldığı gün malından azat edip kendisine mânevî evlât addettiğinden câriye sıfatıyla vermeyi uygun bulmadığını lisan-ı münasiple ifade etmesi üzerineyse Sultan Abdülmecid nikâhla verilmesini teklif etmiş ve böylelikle de üç bin kese üzerinden akitleri icra edilmişti. Altıncı Kadınefendilik makamına getirilerek debdebe, hizmetli ve maiyeti ona göre tertip ve tanzim edilen Bezmî ne çare ki Sultan Abdülmecid’le geçinemeyip bir müddet sonra boş olunmuş. Hatta Sultan’ın kendisini boşayacağı haberini getiren Cevher Ağa, bu vaziyeti kendisine resmen tebliğ ettiğinde de kesinlikle teessür göstermeyip bilâkis kahkahayla gülmüş. Sultan boşanma hususunun Bezmî üzerindeki tesirini sual ettiğindeyse Cevher Ağa biçare kalarak pek müteessir olduğu yönünde durumu idare edecek kimi sözler sarf etmeye mecbur kaldığını sonradan bazı ahbaplarına hikâye edermiş. Derken kâhya kadın ve hazinedar usta gibi sarayın nüfuzlu kimseleri bir araya gelerek evlilik akdinin yenilenmesine muvaffak olmuşlarsa da bir müddet sonra geçimsizlikten dolayı Sultan Abdülmecid, Bezmî’yi yine boşamış.[3] Evlâd-ı mânevîyesi Bezmî’nin Sultan Abdülmecid’den ikinci defadır boşanmasının “Gelin Hanım” üzerinde büyük bir teessür bıraktığı ve hatta vefatına sebep olduğu Mısır prensesleri tarafından rivayet olunurmuş.[4]
Prens Mehmed Ali’ye gelince pederinin vefatından sonra o da ikâmet niyetiyle İstanbul’a gelmiş. Feriklik ihsanıyla Dâr-ı Şûrâ, Ekim-Kasım 1854’te vezirlikle Meclis-i Vâlâ, Temmuz-Ağustos 1857’de Meclis-i Tanzimat âzâlığına tayin olunmuş.[5] Feleksûn, Seza ve Hediye Hanımlar yanı sıra 16 Mayıs 1852’de İstanbul’da Hidayat Hanım’la da evlenen Prens sonraları gayet şişman bir hale geldiğinden yatağa yatamayıp “şezlong” denilen koltuk üzerinde uyku kestirir ve İstanbul halkı arasında “Şişman” Mehmed Ali Paşa nâmıyla yâd olunur ve ara sıra da Avrupa’ya ve Mısır’a seyahat edermiş. Sultan Mecid’e ziyadesiyle muhabbet besleyen Paşa en büyük arzusunun köşklü saltanat kayığında zat-ı şâhâneye dümencilik etmek olduğunu söylermiş.[6] Vefatı da Sultan Mecid’in vefatının [25 Haziran 1861] üç gün sonrasına [28 Haziran 1861] tesadüfle; cenazesi Mısır’a gönderilmiştir. Şişman, nâzik, cömert, zevkine düşkün olmakla babasının mirasını tükettiğinden borçlarını kardeşi [?Mısır Vâlisi Said Paşa (1823-1863)] ödemiştir.[7]

Prens Hüseyin Kâmil (1870-1898). Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
“Küçük” ve “Şişman” Mehmed Ali Paşa’nın siyahî oğlu Prens İsmail Davud’un odalık olarak aldığı Çerkez câriye Nazikper’den beyaz olarak dünyaya gelen ve ismi Hüseyin Kâmil (1870-1898) tesmiye olunan oğlunun ise yalnızca saçları Arap saçına benzemekle —kayıkta seyir mizansenli bu stüdyo fotoğrafında da başında fesle saçlarını kamufle ettiği anlaşılmakta— sonraları çocuk kendini bildiğinde daima fırça ve pomadayla saçlarını Arap saçı kıvırcıklığından kurtarmaya çalışır dururmuş!
“Gelin Hanım”ın evlâd-ı mânevîsi Bezmî Hanım ise Sultan Abdülmecid’le iki defa izdivacının ardından pek mümtaz bir şahsiyeti olan Ressam Tevfik Paşa’yla evlenip padişahın gücenikliğinden Bursa’ya sürgünleriyle orada ikametteyken bir müddet geçtikte boşandıktan sonra Bursa Evkaf müdürü Uzun Ahmed Bey’le izdivaç etmiş ve gayet huysuz bir şahsiyeti olup malvarlığının israfına neden olan bu adamdan da ayrılarak servetini tüketmekle elinde avucunda hiçbir şey kalmayıp bir hayli dara düşerek İstanbul’a dönüşünde küçük bir kira evinde zarureti son dereceye varmış olduğundan henüz memede olan kızını el altından câriye olarak

Prenses Zeyneb Kâmil. Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
Mısır Vâlisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın kızı Prenses Zeyneb Kâmil Hanımefendi’ye satmak durumunda kalmakla; Zeyneb Hanım bu çocuğun vâlidesinin Bezmî Hanım olduğuna vâkıf olamamış.[8]

Prens Hüseyin Kâmil (1870-1898). Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
Bu husustaki lakırdıyı daha ziyade uzun etmeden dadılar, mürebbiyelerle bolluk ve refah içinde büyütülüp pek mükemmel surette tahsil ve terbiye gören emsali nadir bulunan güzellikteki Bezmî Hanım’ın kızı, Prenses Zeyneb Kâmil Hanımefendi’nin yetiştirmesi Emine Câvidan’ın (28.10.1872-?), “Küçük” Mehmed Ali Paşa’nın torunu, Prens İsmail Davud’un oğlu olup yine Prenses Zeyneb Kâmil himâyesindeki Prens Hüseyin Kâmil’le yollarının Bebek’te Zeyneb Kâmil Hanımefendi’nin sâhilhânesinde kesişmesiyle birbirlerine âşık olmaları derken izdivaçları da tasarlanmaktayken; sâhilhânenin ardındaki koruda Sultan Abdülmecid’in oğullarından Şehzâde Selim Süleyman Efendi (25.7.1860-13.7.1909), mürebbiyesi beraberinde gezintideki o vakitler on üç on dört yaşlarındaki Câvidan’a tesadüf ederek, kızın ardına doğru gelişigüzel salıverilmiş perişan saçlarını güneşe siper ederek şehzâdeye doğru bakışıyla ilk görüşte âşık olarak

Câvidan Hanım. Prenses İkbal Moneim Saviç Arşivi.
Câvidan’a talip olması, reddolunması, neden sonra vâlidesi Ayşe Serfiraz Kadınefendi’nin Sultan II. Abdülhamid’in ayaklarına kapanarak “Bir evlâttan olacağım,” diye yalvarıp yakarmasıyla Sultan Hamid’in “Cümlemizin başından geçmiş bir hâl olduğundan, rica ederim kızı birâdere versinler,” diye buyurmasıyla, Câvidan’ın her ne kadar gönlü Prens Hüseyin Kâmil’de olmakla muvafakat etmezse de 1896 senesinde zoraki izdivaçları ve fakat 1890 senesi olsa gerek Câvidan Hanım, Heybeliada’da ikamet etmekte bulunan Selim Süleyman Efendi çerağlarından olan bir kadının hânesinde birkaç hafta tebdilihava etmek arzusuyla derhal refakatine birkaç câriye katılarak gönderilmişken; güzel bir havada çamlar altında gezerler, gülerler ve eğlenirlerken [karşılarına Prens Hüseyin Bey çıkmaz mı? Câvidan bir kolayını bulup çocukluk arkadaşı Prens Hüseyin Kâmil’le görüşmekten kendini alamaz. Bu da tabii kısa zamanda Şehzâde Süleyman Efendi’nin kulağına gider. Eski hikâyeler anlatılır. Kıskançlıklar ve kavgalar başlar derken Efendi Hazretleri aynı sene Câvidan’ı boşamasıyla[9] daha dahasını merak edenlerin Balıkhane Nâzırı’nın Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı kitabının “Bazı Aşk Maceraları” bölümünden okumaları tavsiye olunur. Biz şu kadarını söylemiş olalım “Küçük” Mehmed Ali Paşa ile ezelî sevgilisi Bezmî değilse de en nihayetinde torunu Prens Hüseyin ile Bezmî’nin kızı Câvidan Hanım Heybeliada’da çamlar altında tesadüfle onlar ermiş muradına!
Emine Çiğdem Tugay
)O(
[1] Emine Çiğdem Tugay, Mehmet Selim Tugay, “Boğaz’ın Sularına Yansıdı Erguvan… Emirgân ve Atlı Köşk’te Zaman…”, Sabancı Üniversitesi Sakıp Sabancı Müzesi: Bir Kuruluş’un Öyküsü, İstanbul (2002)27-28.
[2] Emine Fuat Tugay (çev. Şeniz Türkömer), Bir Aile Üç Asır, İstanbul (2015)171-172.
[3] Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey (haz. Ali Şükrü Çoruk), Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, İstanbul (2001)399.
[4] age: 303.
[5] Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani 3, İstanbul (1996)956.
[6] age: 395-397.
[7] Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmani 3, İstanbul (1996)956.
[8] Balıkhane Nâzırı Ali Rıza Bey (haz. Ali Şükrü Çoruk), Eski Zamanlarda İstanbul Hayatı, İstanbul (2001)401.
[9] age: 306.
Bir Cevap Yazın