
Faytonların kaldırılması çoklu cinayettir❗️
Faytonların kaldırılmasını değişimin gereği, kaldırılmamasını isteyenleri de soyluluklarını yitirmemek istemekle açıklayanlara…(*)
Faytonlar, Adalar’da neredeyse 30 yıl öncesinde bir sorun olarak görülmeye başlanmadı. 30 yıl önce burada yaşayanlar bunu iyi bilir. Hele hele “şurasını burasını düzeltelim” diyerek tartışmalarla geçiştirilmiş uzun bir tarihe hiç sahip değil. Fakat uydurulmuş bir tarihten, faytonların kaldırılmasına sebep çıkaranlar devletin de malum iştahıyla muradlarına ermek üzereler, bol bol sevinsinler!
Adalar’da her şeyin değişmesini, konforun her türüne kavuşulmasını, doğalgaz döşenmesini, evlerin klimalarla donanmasını, büyük market zincirleri açılmasını, evlere non-frost dev buzdolapları yerleştirilmesini, evlere suların eşek sırtında sakalar tarafından getirilmemesini, kafelerin artık Starbucks’larda içilir olmasını ve sonunda akülü araçlara da kavuşulmasını (!), mehtaba akülü araçlarla çıkılmaya başlanmasını (!) da fayton gibi “geri” bir teknolojik aracın devrinin bittiğine işaret buyurmak da mühim bir “feraset” örneği olmalı.
Yakın zamana kadar insan taşımacılığı at arabaları ile değil faytonlarla yapılırdı. Tek atın koşulduğu arabalarla yük taşımacılığı yapılırdı. Ve kaldırılması, tüm bu değişimi kaldıramadığı için değil, devletin trafiğe ve şehirlere yakışmadığı “parlak buluşu” ile at arabalarına son verildi. Sessiz sedasız kalkmasının sebebi sahiplerinin emekçiler olması sebebiyledir. Burada sınıfsal bir mevzuu olduğunu hatırlamak da yerinde olur. Görmeyen gözlere rimel olsun.
Bunların yerine akülülerden başka bir araç gelmedi. Kamyonetler, kamyonlar çok daha önceden gelmişti. Tabiatiyle çoğu kimseden “sembol”dü, “kültürel miras”tı lafları çıkmayacaktı, çünkü kaldırılan işi yapanlar proleterlerdi. Üstelik kimse at arabalarına kültürel mirastı demiyordu, ben hariç!
Faytonu Adalılar “sembol” değil, “taksi” olarak görürlerdi eğer Osmanlı döneminden ve Cumhuriyet’in ilk 40-45 yılından bahsetmiyorsak. Ve eğer bugünden bahsediyorsak, Adalı olmayanlar faytonu Adalar’ın sembolü, nostaljisi olarak gösterirler. Zira faytonun Adalar için ne ifade ettiğini bilmezler. Her bakımdan değişen hayatlarının değişmeden kalmasını isteyenlerin büyük bir kısmı kabristanlarda yatmaktadırlar, iyi ki bugünleri görmediler. Bugün yaşayan dinazor ve cani olarak nitelenen bir kısmı ise Adalar’daki hayatın “zorla” değiştirilmesinden elbette müştekilerdir. Çünkü Adalar’daki hayat yavaştı ve doğayla uyumlu ve tabir yerindeyse ekolojikti. Artık bitiyor ve ne yazık ki yetecek kadar kına yok!
Evet, vapurlarda birinci mevkii vardı, sadece ikinci değil üçüncü mevkii de vardı. Bu ayrımcılığın bitmesini talep edenlerinse bugün faytonların kalmasını isteyenler olduğunu da bilhassa belirtmek lazım. Çocukluklarından beri Rumlar ve Ermeniler ve Yahudilerle birlikte yaşayanlar.
Adalar’a —son gelen Kürdler değil ama— Lazlar, Erzincanlılar ve Sivaslılar vs. göç etmişlerdi. Bu göçlerle gelenler kültürleriyle Adalar’daki hayatı değiştirecek çoklukta değillerdi. Çünkü yüzyıllardır Adalar’ın asıl sahipleri olan Rumlar ve Ermeniler çoğunluktaydılar ve gelenler sosyo-kültürel duruma uyum sağlamak zorunda kalıyorlardı, faytoncular dahil.
Adalar’daki ilk kulüp olan Anadolu Kulübü’nün resmî olarak kuruluşu 1937’dedir. İflas eden Yat Kulubü’nün yerine kurulmuştur. 1950’lerden sonra, belirli bir gelir düzeyinin üzerinde olan Adalı Rum, Ermeni, Musevi ve Türkler hem daha ziyade su sporları hem de dinlence için Burgazadası’nda Adalar Su Sporları’nı kurmuşlar ve bu kulüp birçok şampiyonlar da çıkarmıştır.
Ardından kurulan Kınalıada, Heybeliada ve Büyükada Su Sporları kulüpleri ise Adalar Su Sporları’nın kopyasıdır. İlk zamanlar Kınalı ve Heybeli su sporlarında belirli bir başarı gösterdilerse de artık akim kaldı sayılır. Yani eski “soylular” statülerini Adalar’ın doğasını bozarak yaptıkları kulüplerde yarıştırmıyorlardı. Eğer bir yarış var idiyse onlar, yazın Ada’ya gelen kendilerini Adalı sayan fakat Adalar’ın kültüründen bihaber olanlardı. Zira Adalar’daki hakim sosyo-kültürel olgu 1974 Kıbrıs işgaliyle kesildi, atıldı. Şimdi “beach club”lar “soylu bihaber olanlara” rakip değil, onların kültürlerinin devamıdır.
Hayırlı olsun!
Göçmek zorunda bırakılmış insanların mülklerinin üzerine oturanlar esasen 1964 ve 1974 rezaletlerini fırsat bilen birkaç mafiozi ailedir ki, yeniler onları tanımaz bile. Çamlar, zeytinlikler, bağ bahçelerin talanının miladı esasen 12 Eylül faşist darbesi ve ardından gelen küresel ekonomiye eklemlenmeye çalışan ANAP dönemindedir, bu da soyluların değil “bihaber” olanların marifetidir.
Adalılık mikro-milliyetçiliği, biraz da Adalar’ın sosyo-kültürel geleneğinin bozulmasına tepkiydi. Kimin ne zaman, nasıl Adalı olduğu, kristalize şekilde tarif edilememiş olsa da, bununla doğrudan ilgilidir ve bu önemli bir bilgidir. Bu sebeple bir üstünlük değil ama kültürel bir statü barındırıyordu ki, dayanağı ve geleneği çok doludur. Bunu 1974’de, dahası 12 Eylül’e kadar Adalar’da oturmayan, Adalar’da çocukluğu ve gençliği geçmemişlerin anlaması mümkün değildir, faytonları anlamadıkları gibi.
Her şeyi alıp götürenin toplumsal değişim olduğu öne sürülüyorsa, bu değişimin adını koymak gerekir. Baştan beri söylediğim sosyo-kültürel değişimdi ki bu, yeni yetme “Adalılar”ın kültürlerinin baskısıyla gerçekleşiyordu. Teslim olmadık, hâlâ da olmuyoruz fakat çok azaldık ve reel duruma teslim olanlar bunu elbirliğiyle yaptılar.
Faytona biricik statü sembolü demek de, faytona bu yüzden sarıldılar demek de, nostalji demek de, eğer bir art niyet yoksa cehaletin ürünüdür. Fakat şurası doğrudur, evet bizler nostalji haline geldik, artık rahat edebilirsiniz. Atlar “özgürlüklerine” kavuşup da gittikleri zaman, artık sizler de rahatlıkla “at koşturabilirsiniz”.
Esasen 1974’ten sonra, kesin olarak da 12 Eylül’den sonra faytoncu esnafının “normal” insanların mekânlarına öldürsen oturmayacaklarını bilmek de bir Adalı bilgisidir. Faytoncular o tarihlerden önce Adalılar’la aynı yerlerde oturur, birlikte yer içerlerdi. Çocuklarıyla birlikte aynı sınıfta okurlardı. Adalılar’dan faytoncuların kılık kıyafetlerine takılan olmamıştır, takılanlar esasen devlet ve devletin hınk deyicileri olmuştur, bu da bir bilgidir.
Faytonculardan ziyade çalışanlarının sefaletini görmeden “asude hayatlarını sürdürenler” de “yeni yetme bihaberler”dir ki, bunun “soyluluk” ile değil, olsa olsa Adalı olup olmamak bağlamında “soysuzluk” ile ilgisi olmalı.
Fayton turistik bir nesne değildi, hiç olmamıştı. Fayton bir taksiydi, hani şu İstanbul’da bindiklerimizden. Genellikle yaz-kış Adalılar, çok yaşlıları dışında faytona binmezler, yürürlerdi. Ancak bir misafirleri gelirse onları yürütmenin yakışık almayacağını düşünüp birlikte faytona binip evlerine giderlerdi. Kesesi uygun olanlar Papaz (Değirmen) turu da yaptırırlardı Heybeli’de, ücreti daha az olduğu için. Genel olarak büyük tura paraları yetmezdi, yetseydi onu da yaptırırlardı. Daha ziyade denize giderlerdi. Sahi, kıyılar işgal edilirken sizler neredeydiniz? Bizler ya hapiste ya kaçaktık, sizler neredeydiniz? Adalar’da değildiyseniz bile, arada teşrif ettiğinizde hiç mi görmediniz, Adalar’ı İstanbul’a dahil mi görmediniz yoksa? Ta kuzey ormanlarına, üçüncü köprüye gidenleriniz yanı başınızdaki Adaları niye görmezden geldiniz de, şimdi faytonlar ve atlar için ahkam kesiyorsunuz? Fayton Adalar’da hayatı yavaşlatacak tek unsurdu ve Adalar’daki rezaletin en sonundaki sorundu. Elbette “halledilmesi” en kolay olanıydı da. Sizlere “armağan” olsun.
Faytonun 21. yüzyılda ulaşım aracı olarak kullanılmaması iddiası traji-komik bir iddia. 21. yüzyıl ile faytonun ne ilgisi var? Yoksa teknolojik “ilerleme”den mi bahsediyoruz? O halde onu tartışalım. Adalar’da teknolojik ilerlemeyi tartışmak öğretici olur, var mısınız?
Bir faytoncu ne söylerse söylesin, gece at koşturulmaz. Hem de bunu bir faytoncu söylediyse, o faytoncu değil hasbelkader at koşturandır. Hele “mecburen” diyerek gece at koşturması, atını düşünmek yerine paragözlüğün bahanesidir. Böyle bir abukluğu yapanlar da söylendiği gibi iki üç kendini bilmezdir.
Şimdilerde —gerçeğiyse yıllardır— “faytoncu esnafını bağrına basıp” faytonların kaldırılmamasını isteyenlerin, soyluluğundan dem vurup feodaliteden örnek getirmek de, herhalde “solcuların”, “hayvan hakları savunucuları”nın yanında yer alması için bir gözbağı olmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Faytoncular para hırsıyla kötü filan olmadılar, ortaya rant filan da çıkmadı, bir iki fayton “ağası” dışında. Bir faytoncunun evine gidin bakın rantın “r”si var mı?
Faytoncu esnafı 2018’de İBB ile anlaşma da yapmadı. Faytoncular Odası bağlantılı birkaç “ağa” akülü araçlarla taşımayla ilgili “güya söz almışlar”, ellerini oğuşturmuşlardır herhalde.
Ama asla bizlerin “gazına gelip sistem içinde kalacaklarken, şimdi bunu da kaybetme noktasına gelmiş” değiller, bu iddia büyük bir çarpıtma olmasının dışında açık bir iftiradır. Eğer bunu kaybedeceklerse, evvela kaldırılması için 700 bin imza toplayanlar aynaya bakmalıdır. Faytoncular değil bizim gazımıza gelmek, birkaçı dışında, Oda’larının baskısı yüzünden yanımıza bile yaklaşmadılar.
Bizi 2010’dan bu yana mücadelenin içinde tanıyan birkaçı dışında hiçbirimize yanaşmadılar. Ne zaman ki faytonların kaldırılacağını anladılar, biraz biraz yanaşır oldular. Evet, bazıları pazarlığı hiç ihmal etmedi, bunlar bizim “dava”mızı değil, faytoncuyu ve atları sattılar.
Faytoncu esnafının çoğunluğu söylediklerimize değil de Oda’ya inandıkları, örgütlenip mücadele etmedikleri için şimdi kaybediyorlar ve pişmanlar.
Gelelim Ekrem İmamoğlu’na. Bu şahsın ne Adalar’a, ne atlara, ne faytonlara, ne de faytonculara ait bir bilgisi var. Bu konularda zır cahil. Suflörlerinin dediklerini yapıyor, başta da Reis’inkini.
Geçmiş İBB yönetimi, Adalar’ın SİT statüsünü değiştirmeyi, tematik Adalar kotarmayı, bu arada faytonları da kaldırmayı 25 yıldır düşünmekteydi. Fakat 5 numaralı kurulda Mimarlar Odası yanında yer alanları aşmak mümkün olmuyordu.
Bunun için de son olarak 1/5000 koruma planı ile 1/1000 uygulama planlarını değiştirmeyi öne almışlar, fakat o dönemde de henüz idare mahkemelerini ele geçirememiş oldukları için bunu da başaramamışlardı. Yani “her dönem” İBB Başkanı sayılan Erdoğan’ın 25 yıl —30 değil— faytonların kaldırılmasını “sündürmesi” filan söz konusu değildi.
Şimdi İmamoğlu, Erdoğan’ın bir türlü başaramadığı soruna değil, bizzat Erdoğan’ın verdiği emirle dişine göre gördüğü atlara ve faytonculara karşı neşter vurmaktan başka bir şey yapmıyor. Böylece İmamoğlu, Adalar’ın “mâkus tarihine” geçmiş oluyor.
Fayton Adalar’daki ekonominin önünde bir engel değildir, hiç olmamıştır, üstelik aksi varittir. Bu iddia da gerçeklikten tamamiyle uzaktır. Hem “Adalar’ın ekonomisi artık turizmle dönüyor” deyip hem de fayton Adalar’ın ekonomisine engel oldu demek de “çok enterasan”! Paket turizminin temel iki unsurunun lokanta ve fayton olduğu çok âşikâr. Büyükada’da uzayan fayton kuyruklarına rağmen Araplar beklemeye devam etmekte hiç tereddüt etmemeli, delildir.
Büyükada’da ikamet edenler bunu her gün görmekteydi. “Biz binemiyoruz Araplar biniyor” tartışması yapan ancak birkaç kişi kalmıştır. Çünkü yasağa rağmen, faytonları kaldırmak için bilinçli bir biçimde Adalar’a sokulan ve kamu idaresince göz yumulan “teknolojik ilerleme” ürünü akülü araçlardan hemen herkes almıştı ve her tür “hengame” de bunlarla oluşmaktaydı. Evet, faytonlar gitgide büyütülecek “pasta”nın önünde önemli bir engeldi, şimdi o yüzden kaldırılmaktadır.
Eski bir belediye başkan yardımcısının Adalar’ın at mezarlığı olduğundan bahsetmesi, kafasındaki “mezarlık”tandır olsa olsa. Evet, Büyükada’da at mezarlığı denilen bir yer var. Fakat Büyükada’da insan mezarlığı da var. Evet, günde bir-iki ölen vardır ama at değil insandır, hayvan hakları savunucularına yanlış bilgi vermişler ya da onlar yanlış bilgiye temayüllüler.
Tarım İlçe Müdürlüğü ve Belediye’ce gizlendiği için türlü tevatürlere sebep olup, hayvan hakları savunucularına arayıp da bulamadıkları bir “malzeme” vermekten ve faytonların kaldırılmasına zemin hazırlamaktan başka şeye yaramayan yalanlar, Meclis Komisyonu’nun gelmesiyle ortaya çıkmıştır. 2011’den bu yana kaç atın ruamdan öldüğü nihayet belli olmuştur. Kaç tane olduğunu bilmiyorsanız bir zahmet rapordan okuyun.
Çok çalıştırılmaktan ölen at var mıdır, kaç tanedir gerçek rakamları bilmek mümkün değil, fakat faytoncunun veya kiralayanın atları öldürecek kadar çalıştırmaları eşyanın tabiatına aykırıdır. Sanki atları bedava dağıtıyorlar da ölürse ölsün diyorlar. Sonra faytoncuyla atlarının ilişkisini nasıl biliyorsunuz da bu tür ahkâmda sınır tanımıyorsunuz?
Sizin, değil evinizdeki, sokaktaki kedi köpeğe gösterdiğiniz vicdanî yaklaşımı faytoncu atına göstermez demek, ne kadar kendini bilmez üstenci bir tavırdır ve ne hakla telaffuz ediliyor? Bu iddialar art niyetli değilse düşünmekten âzâde olmakla mümkündür ancak. Ata nasıl eziyet edilir ve eziyet edilen atla nasıl koşulur? Bunları ancak attan, faytoncudan ve faytoncuyla atların arasındaki ilişkiden zırnık haberi olmayanlar uydurur.
2018 Temmuzu’nda Büyükada’da iki kez faytonların 150’den fazlasını incelemiş biri olarak söylüyorum, belki 10 civarında çelimsiz at gördüm, onlar da küçük cins atlardı, diğerlerinin yanında çelimsiz görünüyordu.
Ruam bana göre bir organizasyondur.
Benim de iddiam budur. Kaçak atlar, Nisan-Mayıs aylarında girmiştir. TBMM Komisyonu, Temmuz başında gelmiş ve Ocak-Haziran ruamdan ölüm sayısının 7 olduğunu tespit etmiştir. Ne olmuştur da toplu at getirilmeyen bir mevsim sonunda 105 at ruamlı olmuştur!? Üstelik 18 Aralık akşam 5 sularında bir arkadaş telefon etmiş, gazeteci bir arkadaşının aradığını, Kaymakamlığın iki büyük çukur kazarak ruamlı at gömeceklerini, bununla ilgili bilgim olup olmadığını sordu. Ben Ada’dayım, iyi kötü faytonlarla ilgiliyim, benim haberimin olmadığı bir olay gerçekleşiyor ve İstanbul’dan bir gazetecinin haberi oluyor. Üstelik bir saate kalmadan çukurların dron ile çekilmiş fotoğrafı geliyor.
Şimdi yeri gelmişken bazı yalanları düzelteyim. Güya günde bir-iki, yılda 400-500 at ölüyormuş, külliyen yalandır. Güya atlar 1000-2000 liraymış da, ölürse ölsün deniyormuş, külliyen yalandır. Atlar beslenmiyormuş, eziyet ediliyormuş, külliyen yalandır. İnsana, madem ki atacaksın bari biraz yakın at derler.
Faytona koşulacak doğru dürüst bir atın fiyatı 10 bin liradan aşağı değildir. Faytoncu enayi mi 10 gün sonra ölecek atı ucuz diye alsın.
Şunu öğrenin bari. Faytoncular sonbaharda bakmak istemedikleri atları satarlar, ilkbaharda da sattıkları kadar alırlar. Bu 300 de olur 500 de. Atlar öldüğü için yerine 500 at alıyorlar demeden önce bunun sebebini bir faytoncuya sormamak cehaletin ve ezberin son noktasıdır.
Şüphesiz yazın ölen atları olursa onun yerine at getirirler sadece. Kaçak gelen atlarda ruam olabilir fakat bunun sebebini faytoncuyu kaçaklığa mahkum edenlerde aramak doğrudur. Son üç yıla kadar karşıda karantina vardı, bu niye kaldırıldı ve niye Adalar’a at getirmek yasaklandı da faytoncu kaçağa itildi? Bunu bugünlerde çok meşhur olan eski Noter’e sorun, o iyi biliyor!
Sonra efendim, Adalar’ın topoğrafyası fayton kullanmaya elverişli değilmiş de, 5-6 kişi faytonlara alınıyormuş da, yokuşlara vuruluyormuş da, atlar çıksın diye kamçılanıyormuş da, muş da muş! Evinde iki özürlüsü olan ben öğleden sonra faytona bindiğimde, durumumuzu gördüğü halde faytoncular dik yokuşumuzu çıkmazlardı, haberiniz var mı?
Özetle bize kaynak versinler de bir yıl içinde fayton sistemini ne hale getiririz, sizler dahil herkes şaşar kalır. Faytonların Adalar’da sürdürülebilirliği sadece sizlere ve devlete göre mümkün değildir o kadar.
Ayrıca bütün bunları niye konuşuyoruz ki, hayvan hakları savunucuları veya aktivistleri bütün bunları sadece ve sadece atların çalıştırılmaması iddialarına gerekçe olsun diye söylemiyorlar mı? Niye doğrudan onu tartışmıyoruz da faytonculuğu ve atların durumunu konuşuyoruz da yorgunu niye yokuşa sürüyorsunuz? Bence doğrudan atlar çalıştırılmamalı deseniz değil 700 bin 7 bin imza toplayamazsınız da ondan.
Turizm üzerine hesapların yapıldığı büyük bir kaynak. Dev havaalanı, şimdiden aşılmış 50 milyon turist hedefleri. Adalar’a turizm turları da çığ gibi büyüyor, kişi başı 30-35 dolar; daha fazla turisti getirecek bir “sistem” gerekiyor. Pastayı büyütecek. 30x sonsuz… İşte İmamoğlu muhtemelen bu getirecekleri “sistem”in verimliliğini gördüğünden, faytoncu esnafı “bu sistemin içinde mi dışında mı olacaklar, karar vereceğiz” derken, acaba bir ortak gerekli mi noktasında.
Burada anlatılan reel duruma teslim olmak, “hakiki” Adalı’ya hiçbir şey anlatmaz. Esasen reel duruma teslim olmak, teslim olmayı aklından geçirmeyenlere de hiçbir şey anlatmamalı, fakat nasıl oluyorsa oluyor, reel duruma teslim olmamak iddiasındakiler devletin projesine teslim olmakla yan yana geliyorlar.
Hayvan haklarının bu sürecin neresinde olduğu da çok önemli elbette. Bu konuda nasıl reel durumdan uzaklaşıp hülyalara dalıyor olmak da elbette ayrı bir yazıya dahildir. Faytonlar kalktığında ve artık meçhule doğru yola çıktığında atların acı çekmeyeceğini düşünmek ancak at, ülkemiz ve atların “özgürlüğü” ve çalışıp çalışmaması konusunda hiçbir bilgiye sahip olmamakla mümkün. Bu konuları öğrenmek için hiçbir çaba göstermemek de ilginç. Herkes her şeyi bilmez ama öğrenmeyi bilmek bir irfan olmalı.
Fayton enkaz değildir. Enkaz kafalarımızdadır. Evet, Adalar’da da koca mezarlıklar var ancak insan ve kedi-köpek mezarlıkları başta gelir. Bu mezarlıkların üstünde yaşamakta mahsur görmüyorsanız, sayısal olarak onlardan sonra gelen at mezarlığında yaşamakta da mahsur görmezsiniz, bu sadece söyleminizde kalır.
Benim bahçemde 6 tane kedi mezarı var. Ve birkaç gündür süren hava şartları sebebiyle oturduğumuz eve girmeyi tercih eden bütün kediler evimize girdi. Ortalama 8-10’u evimizdeydi, biz koltukta yatarken bazıları yataklarımızda yatıyordu. Sahi, sizlerin evinde kaç kedi vardı? Sahi, bugünlerde Büyükada ahırlarında günde bir veya iki at öldüğünü —sıkıyönetim sebebiyle ‘öldürüldü’ demeliyiz— biliyor musunuz, bu reel sonuç sizi ne kadar ilgilendiriyor, neredesiniz?
H. Cevad Özdil
(*) Abdullah Onay, “Faytonlar, Değişim ve “Soylu”luğun Yitirilen Sembolü”, Birikim Dergisi, 24.12.2019.
https://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/9856/faytonlar-degisim-ve-soylu-lugun-yitirilen-sembolu#.XhbM0rc8Xqs
Bir Cevap Yazın