Samuel Sullivan Cox (çev. Baki Çokneşeli), Prinkipo’da Tatlı Yaşam ve Prens Adaları 1887, İstanbul (2013)116-117:
[…] Kırım savaşından bu yana adada çok şeyin değiştiği söyleniyor. O zamanlar Türklere karşı ezik, fırsatçı Rumlar varmış. Bu savaşın askerlerinin gelmesi ile adadaki eğlenceli buluşmalar yaşama ilginçlik ve macera katmış. Onların eğlence ve dinlence mekânlarına kızlı erkekli Rumlar da tüm konuşma ve süslenme marifetlerini sergileyerek katılmışlar. Bu özellikle de son yıllarında çekiciliğini ve prestijini kaybetmiş olan Prinkipo’yu canlandırmış. Hâlâ da, eski meydanda yer alan devasa çınar ağacının gölgesindeki restoranlar iyi iş yapıyor.
Eski şehir merkezi insana İtalya’da bir şehir gibi geliyor. Sokaklar daracık. Dükkânlar meyva, balık ve et tezgâhlarıyla dolu. Sokakları tıklım tıklım dolduran eşekler ve arabalar şehirden teknelerin gelmesini bekliyor. Ahalinin çoğu Rum olduğu ve Rumlar da tavernayı inanılmaz şekilde sevdiği için birçok bar ve kahvehane bulunuyor. Burada ikâmet edenlerin ve ticaret yapanların evlerinin arasında Hollanda housenlerini hatırlıyorum. Sokağa doğru taşmış, iki ucunda ışıklar ve süslerle süslenmiş bir balkon veya cumba var. Bu balkonlar genellikle gelip geçenleri meraklı gözlerle izleyen kara gözlü, kara saçlı kızlarla dolu. Daha önceleri eski şehrin kendi yükleme-boşaltma rıhtımı varmış. Bu rıhtım şu anda enkaz halinde ve yerini yeni şehirdeki gösterişli iskeleye bırakmış.
Ne güzel günlerdi, Macar kahvehanesinden yayılan müzik, yiyecekler ve eğlencenin büyük çınar ağacının çevresinde, finkirdeşmek ve şeytanlık yapmak için toplanan kalabalığa sunulduğu o günler.
Sonra kadınlar burada kocalarını ya da ağabeylerini karşılıyorlardı. Sevgililerden bahsetmiyorum bile. Sigaralar, şerbetler, limonatalar içiliyor, kırılmış ve soyulmuş olarak gelen cevizler yeniyordu. Sonra akşam çöküp de kalabalık arttığında, şu andaki iskele restoran kadar kalabalık değildi tabi ki, bando opera havaları çalmaya çalışıyor ama duyulan bir Arap bandosunun darbuka ve klarnetleri. Bu barbar müziği sanki erkekleri rakı içmeye yöneltiyor. Bu Doğu viskisi adeta Jersey yıldırımından da korkunç. Onları müziğin mi yoksa içkinin mi rakıcı yaptığını söylemek geleneksel olarak dedikodusu yapılmayan bir konu. Sözünü ettiğim dönemde şık giyimli Ermeni ve Rum kadınların, karşı cinsin hayranlığını çekebilmek için, yeni moda olmuş Boğaz kıyılarında, rakı ve tütün dumanları arasında minik tabureler üzerinde oturmaları moda idi. Macar oteli o hâlâ orada, iskeleden çok da uzak olmayan yerinde duruyor. Ancak koca gölgesi tüm çevreyi saran ve dallarından sarkan lambalarla altındaki ahşap sandalye ve tabureleri hafifçe aydınlatan o devasa çınar ağacı artık yok. Buralarda tüm yaşlı ağaçlar için adet olduğu üzere, kurumuş gövdesi ve kökleri çevresine örülen bir taş duvar ile korumaya alınmış. […]
Bir Cevap Yazın