Gönderen: adalarpostasi | 14 Temmuz 2014

akşamları vapurdan inince…

“Çayın yüzünü hangi yıldız sevindirir,
ne kadar güneş okşayıp, ne kadar yağmur yağdıktan
sonra toprak altüst edilir ve
bu soruların yanıtları kuşaktan kuşağa
nasıl aktarılır, ben bunu merak ederim. Rüzgârları,
göğün değişik hallerini, avuçladığın toprağın derdini,
ondan neyi isteyip neyi istemeyeceğini bilmek gerekir.
Neden buğday olmaz da mısır olur,
neden bağ olmaz da asma olur, zarları içinde cıngıl
cıngıl sallanan fasulye toprağın
bir seçimi midir,
yoksa Rizeli’nin sevdiği bir lezzet midir yalnızca;
yani ilk günden beri doğanın ince ince işlediği yasaları
merak ederim. Bir yerde yazılı mıdır, kim anımsar,
kim unutur? Neden fasulye var da, takırdayan
gövdeleriyle acı bakla yok örneğin?
Oysa yağmurlu yazlar ve güneşli kışlarla talihli bir
coğrafya Karadeniz. Bir çiftçi daha ne diler Tanrı’dan.
Ama ah, o beyaz çuvaldan avuç avuç çıkarılıp
çayların dibine dökülen
azot gübresi var ya, o yağmurların taşıyıp derelere
akıttığı, bir tarladan bir tarlaya taşıdığı kimyasal ağu,
tarlanın tadını bozdu,
kokusunu çaldı.”

Özcan Yüksek, Çayın Öyküsü, İstanbul (2014)80:

Özgür Dem

Su, Ateş, Çay

Akşamları vapurdan inince, esnafa borç takmış memur gibi, kimseye görünmeden, bir tanıdıkla çene çalmak zorunda hiç kalmadan, çarçabuk kalabalıktan sıyrılır, ilk sokağa sapar, ay yoksa iyice ışıksız, dost arayan kedilerin önünü kestiği, seni gören köpeklerinse usulca kenara çekildiği dik merdivenlere vururum kendimi. Adanın en tepesine, evlerin bitip de ormanın başladığı yolun son noktasına kadar tırmanırım.

BYczq5zIEAA4fnt

Fotoğraf: Özcan Yüksek, “Vapur, yağmur, çay ve deniz. Hepsi bir araya gelmez her zaman bir pencerede”, Adalar Postası (7.11.2013).

Hele kışsa, ben adaya varana değin iyice gece olmuşsa öldürsen başka sokaklara sapmam, merdivenlerde hiç oyalanmam, dosdoğru eve yollanırım, soluk soluğa bahçe kapısını, evin kapısını açar ve içeri girerim. İçi dışı ahşap, ama ağzı burnu yerinde kiralık bir evdir. Bu defa tırmanışım bir süre evin içinde, gıcırtılı merdivenlerinde yukarı aşağı devam eder; çıkarmam gerekeni çıkarır, giymem gerekeni giyerim. Bundan sonra artık ahşap masamın kıyısına çökmek üzere çay demleme saatim başlar. İster tek başıma olayım ister dostlarla, bu tören, akşamın vazgeçilmezidir. Gece boyunca bir ya da iki kez demlenir o asil çay.

Elbette, eve son sürat gel, ağır ağır yürüyüp etrafa bakınmak yerine önüne bak, adeta kızgın adımlarla merdivenlerde koş, bütün bunları bir mecburiyet, bir cezaymış gibi uygula, sonra da eve varınca büsbütün yavaşla, kutsal çay ayinine usulca gir. Tabii ki de bu bir çelişki, ama yaşam çelişkilerle yüklü. Belki de bu yüzden seviyorum çay demlemenin o dayanılmaz kendi yavaş yürüyüşünü.

İçerinin tatlı sarı ışığını yakarım, öyle ki, odanın ortasında galaksinin uzak köşesinde yeni keşfedilmiş bir yabancı gezegen gibi parlar. Karşı komşu siklamen rengi perdeleri sıkı sıkıya örtmüştür, ne aralar, ne bir mum olsun yakar ardında. Oysa bizde perdeler yoktur, camlar ormana ve karşı malikâneye bakar. Yalnızca bir camım, damalı, siyah beyaz bir bayrakla örtülüdür. O da evin görkemini kırmak için. Biraz da takım sevdası işte. Sokağım sessizdir, kedi miyavlaması, arada bir maraz çıkaran köpek hırlamalarını saymazsan sessizdir. Bazen de vapurdan inen bir yolcuyu getirir fayton, pencerenin önünde, merdivenlerin eşiğinde indirir. Tarifeyi bilirim, saatime bakmam artık bu olay için. Atların kişnemesi, faytoncunun dudaklarıyla patlattığı büüürs sesi odanın içinde çınlar. Bütün bunlar, çayı demlediğim ve ilk bardağı doldurmak için geçen 15 dakika içinde olup bitenler arasındadır. […]

Özcan Yüksek

 


Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Kategoriler

%d blogcu bunu beğendi: