• Bora Abdo, “Yelkovan”, Öteki Kışın Kitabı (Karakış Üçlemesi I), İstanbul (2016)43-47.
yelkovan

Kebir Ünal’a
O olmasa bu öykü yazılmazdı.
Bir at. Büyükada’da. Adı Gorki. Kara. Polonyalı bir soydan. Dedesi engelli yarışçısıydı. Kara. Alnı kırçıl. Sonra Kasımpaşa’da. Zayıflamıştı. Çökük. Yirmi beşinde. Bir at kasabına. Kış çökmeden. Bıçak parasına. Güpegündüz. Yeşil bir balkonda, ilk rüzgârgülü dönerken kuru bir saksıda. Nereye götürdüklerini öğrenememiştiler. Yeleleri dökülmüştü. Aksıyordu. Sağrısı karanfil kokuyordu. O gün, o saat çıkan gökkuşağını görmüştü, sanki. Bir ara durmuştu. Başını kaldırmıştı. Çok çıplaktı.
Gorki adalı. Kısa ve dik yeleleri. Akıtması kartopu. On iki yaşında. Sahibi Erzincanlı. Küçük yaşta geldi. Çok atı oldu sonra. O zamanlar takım elbise giyiyordu faytoncular. Yelkovan’la beraber çekiyorlar arabayı. O İzmitli. Beyaz. Doru yeni sayılır. Dün de Yalçın geldi. Malatyalı. Kara. Saralı. Usunda. Dökülmedi hiç. Ne soğan ne ilaç. Burada, lunaparkta kriz geçirerek öldü. Yüzü çakıp söndü. İki kardeştiler. Ağbisi ayrılmıyor Yalçın’ın yatağından. Geliyor, diyor, geceleri geliyor.
Gorki Yelkovan’a veteriner iğne yapmayı geciktirdiğinde anladı bunu. Önlüğü kirliydi. Gözlüğü kördü. Çantası boştu. Sigarasını sıkıntılı içiyordu. Dumanı kötürümdü. Yelkovan, araba meydanında, onlarca atın yanında şişti, kıvrandı. Bacakları açık, ağzı açık, dili sarkık. Sırtı hafif kambur. Göz üstü çukurluğunda, gözkapaklarında, dudaklarında yaralar. Sarı. Burnundan bir şeyler aktı. Uzun uzun. Yere düştü. Kötüledi iyice. Öldü. Terliydi, çok terliydi. Dizleri kırıldı sandı. Yavaş yavaş. Kulakları, kuyruğu düştü. Yalaktaki suyun bile nabzı atmadı. Bir daha. Ahır üşüdü. Pamuk gibi karardı ortalık. Kaçtı kırmanın tadı.
Durakta bekliyorlardı. Pek kimseler yoktu. Vapur boş yanaşıp boş gidiyordu neredeyse. Kış zamanı. Karlar eskimeye başlıyordu, ama soğuktu yine. Eriyip toprağa karışıyorlardı. Yelkovan sabırsızdı. Burun deliklerini geniş geniş, öfkeyle, yüzünün yarısını gizleyecek derecede şişiriyordu. Toynakları yarım yamalaktı. Şahlandı bir ara. Kırbaç gecikmedi. Sonra âdeta.
Bir adam bindi. Siyah bir çantası vardı. Çok eskiydi, kenarları yırtıktı. Kabanının cepleri aşınmıştı. Dalgın. Yürüdüler. Nizam’da durdular. Köprüde. İndi. Alkollüydü. Sarhoştu çok. Bir piyanosu vardı, bir odası. Soğuk. Kalemi, kırmızı bir defteri. Zehri saklı. Aklının kuyusunda tanımadığı kişiler boyuna konuşuyordu. Yorgundu. Her şeyi anlamış gibi birden. Beklemekten. Parasının üstünü almadı. Sessiz, “Şeker alırsın benden” dedi. Elindeki kuru mama torbasını kaldırıma döktü. Kediler üşüştüler, çoğaldılar. Karanlık bir yokuşa tırmanıp gözden kayboldu sonra. Ceviz yapraklarını döküp. Yeğin. Göz içlerine.
Yelkovan hızla koşmaya başadı. Yokuşa vurdu kendini. Ona ayak uydurdu Gorki. Öksürüyordu. Başını iyice öne doğru eğmişti. Köprünün altında üç tane doberman karanlıkta parlıyordu. Tüyleri ışıl ışıldı. Kuyrukları kesik. Tasmaları vardı. Geceydi. Kimseler yoktu. Kayıkhane’de deniz iskeleyi dövüyordu. Merdivenleri yosunlu. Köpekleri sevmezdi. Anlatmışlardı. Üç ay önce. Tepeköy’de. Bir atın karnını yarmışlar öldürdükten sonra. Bir iki tanesi havladı, hırladı arkalarından. Yelkova’nın ayağını ısırmaya çalıştı biri. Diğerlerine benzemiyordu. Gorki umursamadı. Sağlam bir çifteyi hazırlıyordu içten içe çenelerine. Yelkovan korkmuştu. Koştu. Otomobil tekerleğinden yapılma ikinci el kayar nalları aşınmıştı. Koşarken zorluyordu. Adada dört beş tane iyi nalbant vardı. Yanlış bir nal çivisi sakatlayabilirdi. Terledi, çok terledi. Ağaçlar durdu, bekledi. Köpeklerden değil Yelkovan’dan korkuyordu. Çatlayacağından. Gece uyurken sıçrardı hep parça parça bölünmüş uykusundan. Ayakta uyurdu. Temiz değilse ortalık ya da başka bir at işemişse ortalığa. Kulaklarını dikerdi. Çok su içerdi. Değirmen Burnu’nda zor durdu. Köpekler geride kaldı. Uluyorlardı. Denizi seyrettiler. Sazlar dipte ağır kımıldanıyorlardı. Denizminareleri. Yosunlar. Midye kabukları. Soluklandılar. Gizliden Gorki’ye bakıyordu. Zorlanarak da olsa başını başına yasladı. Kuyruğunu kuyruğuna sürttü. Burnundaki akıntıyı ilk orada gördü. Mavi Kulüp’ün orada yine hızlandı. Köpekler. Yelkovan. Gorki’nin arkadaşıydı. Beyaz. Doru. Terliydi. Akşam terini atmak için yarım saat bahçede dolaştı. Yonca yedi. Ahırda saman, kepek ve kırma. Kaşağıyla bir saat tarandı.
Kadıyoran Yokuşu’nda bir meydan vardı. Erguvanları açmıştı. Çam ağaçları, Ladinler. Mimozalar. İki bank vardı. Kediler. Bir adam soluksuz birini beklerdi. Saçları ensesinde toplu. Kendiliğinden begonya. Bileklerinde reçine durağanlığı. Vapura bir fular gibi yakışan. Güleğen. Uzak birini beklerdi. Gelip geçtiğinde bakmaya korkardı. Kokusunu alacak kadar yaklaşabilseydi kesin ilkyaz gibi kokacaktı. Sonra vazgeçti. O sormadı. O da söylemedi sevdiğini. Yorgun. Yürüyüp geçti hep. Aklında kırık bir çiçek büyütüp. Ayrılık vakti. Pasiflora. Yüzünün solunda karın, ay ışığının ve gizli bir bakışın düğümleri.
Bazen vardiyaları değişirdi. Başka bir atı verirlerdi yanına. Çok arardı onu. Hamutunun, koşumlarının rengini arardı. Adanın her yerinde noktaları vardı. Adını bilmedikleri mor çiçekleri, iri çam ağaçlarını, üçayaklı o köpeği, eski konakların restore edilmesi bahanesiyle turistik lüks otellere dönüşmesini yoğun bir hüzünle seyreder; akşamları köprünün üstündeki çeşmenin yanında top oynayan çocukları, ramazanda caminin önünde kurulan masalarda insanların oruçlarını açmalarını sevinçle izlerlerdi. Yaşlanmıştı. Yokuşlarda arabayı Gorki’ye bırakmasına bile kızmazdı. Topuk çalardı. Yelkovan duyuyor musun? Lunapark’ın orada, soğuk geceler içinde faytoncular, konuşurlardı. İriyarı cankurtaran Horoz’dan, balıktan ve kendilerinden bahseder, boyuna rakı içerlerdi. Yalçın? Sigara isterdi herkesten ve durup durup gülerdi. Bazen Bostancı motorlarında çalışırdı günübirlik. Abdullah Ağbisi vardı. Kaptan. Onu çok severdi. O gece ahırları temizliyordu. Öye işte. Kriz, köpük, öldü. Baldıran otu gibi düştü. Ağbisi, geceleri geliyor, diyor. Gorki, Yelkovan gelmez artık, diyor. Cam gibi biliyor Yalçın da gelmeyecek.
Sabah beşte yulara vurulmuşlardı o gün. Ahırda, Aya Nikola’nın orada. Erkenden birileri çağırdı. Gittiler. Kaymakamlığın orada beklemeye başladılar. Çift tarife. Bursalı Hüsnü Sokağı’nın önünden geçerken Yelkovan bilerek yavaşlardı. Yokuştu. Dardı. Çam diplerine kozalaklar patır patır düşerdi. Böğürtlenli bir yol ikiye bölerdi. Yokuşta sızmış bir adam olurdu. Kargalar, martıların berbat bağırışları. Nefret ederlerdi martılardan. Kedilere bakarlardı göz ucuyla yakalasın diye ama korkarlardı onlar. Yağmurda ayakları kayardı. Yelkovan bu havalarda hep öksürürdü.
İki adam bindi faytona. O gün. Ağırdılar. Biri tefeciydi. Her gün levrek yerdi. Öbürünün oteli vardı. Tefeci neşeliydi, sanki Yelkovan’ın öleceğini bilir gibiydi. Muhtemelen Yalçın’ı bilmişti. O ne zaman binerse doldururlardı gübreliklerini. Küfür ederdi. Hiç bahşiş bırakmazdı. Akülü bisikleti vardı. Misafirleri olduğunda binerdi faytona.
Karakolun orada indiler. Yine bir araba duvara çarpıp devrilmişti. Araba okunun ucunda hamuta inen cankurtaran kayışı gevşemiş kopmuştu. Çeken atlardan biri ölmüştü. Üzerini gazete kağıdıyla örtmüşlerdi. Şimdi adanın arkasında yedi numara denilen uçurumdan kuyulara atılacaktı. Balıklar için. Akıtmasında ıssız bir mimoza köklenecekti. Öbürü ön ayağını büküyordu. Dizleri sıyrılmıştı. Ok uzundu. Cankurtaran kısa. Ayakkabı boyası sürecekler birazdan ön dizlerine. İyileşecek. Yelkovan yorulmuştu. Arabacıları terbiyeyi gergin tutuyordu yokuş inerken. Araba meydanına gidip sıraya girdiler. Cemal Amca küfrede küfrede ortalığı temizliyordu. Güvercinler, at dışkılarının içindeki arpaları, buğdayları yiyiyorlardı ve onları izleyen, yalanan kediler saldırmaya hazırlanıyorlardı. Hava soğuktu. Yelkovan’ın koşum takımları biraz bol geliyordu, zayıflıyordu birkaç gündür. Hamutun içinde çalkalanıyordu. Boynunda yaralar çıkmıştı. Her yer başkaydı. İskele. Uzak. Çürük.
İki adam bindi faytona. O gün. Ağırdılar.
• • •

Öteki Kışın Kitabı
Bora Abdo
Kitap Künyesi:
ISBN: 978-605-09-3187-7
Sayfa Sayısı: 136
Ebat: 13.5 x 19.5 cm
Yayın Tarihi: Ocak 2016
Kategori: Öykü
Kitap Hakkında:
Büyükada’nın yalnız kışlarında ötekileştirilen yaslar ve kimlikler…
Lâçin çok üzülür diye duruyorduk heykel gibi. Bir anımız kalmamıştı geçmişte, ne bir gölgemiz, oturduğumuz yerde ölüyorduk. O gece Lâçin saç diplerimize yağdı. Kucaklarımıza küçük, kardan kediler yaptı. Alınlarını okşadık donmuş parmak uçlarımızla. İsimler verdik her birine. Kendi uydurduğumuz fırtına isimleri. Köpekler hep yağdanlıktır zaten fırtınası, kara kediler uğursuz değildir fırtınası, sobamızı söndüren bizden değildir fırtınası, göğsünde uyuduğumu unutma fırtınası, bana bir isim verme fırtınası, kardan kediler kısırlaştırılamaz fırtınası (…) seni çok özlüyorum fırtınası, hafta sonları geçmek bilmiyor fırtınası, kokona kediler fırtınası –bu kediye Lâçin mavi küpesini takmıştı– giderim öleceğimi anladığımda fırtınası, mevsimli soğuklar, mevsimli soğuklar, mevsimli soğuklar…
Yazar Hakkında:
Bora Abdo, 1977 yılında İstanbul’da doğdu. 1995-1997 yılları arasında çeşitli dergilerde öyküleri yayımlandı. 1997-2009 arasında yazmadı. 2009 yılında yeniden öykülerine döndü. Notos, Kitaplık, Sözcükler, Sarnıç, Dünyanın Öyküsü ve İzafi dergilerinde öyküleri yayımlandı. 2012 yılında “Karakış Üçlemesi”nin ilki olan Öteki Kışın Kitabı yayımlandı. Bu kitapla 2013 Yunus Nadi Öykü Ödülü’ne değer görüldü. Üçlemenin ikincisi, “Gerçek Adı Süreyya” adında bir roman. 2014 yılında yayımlanan “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ilk kitabı Bizi Çağanoz Diye Biri Öldürdü adlı öykü kitabıyla Sait Faik Hikâye Armağanı’na layık görüldü. 2016 yılında yayımlanan Seni Seviyorum. Çok, “Pergel İkilemesi”nin ilk kitabıdır. Balık Boğulması, “Beni Unutma Dörtlemesi”nin ikinci kitabı, Bora Abdo’nun ilk romanıdır.
Bir Cevap Yazın