Dikkatle bakın: Marmara’nın göğsüne yatmış, sırtındaki örtüyse bütün zümrüde batmış, bir Heybeli, derler —bileceksin— ada vardır…

BİR ARÎZA
Velîni’metim Emîr Abbas Halim Paşa Hazretleri’ne

Ey bâd-i sabâ, uğrayacaksın ya şimâle? Bilmem, bir işim var, sana etsem mi havâle? Vaktâ ki sekiz yüz mili bir nefhada geçtin; Vaktâ ki bizim yerleri rü'yâ gibi seçtin; Dikkatle bakın: Marmara'nın göğsüne yatmış, Sırtındaki örtüyse bütün zümrüde batmış, Bir, Heybeli, derler —bileceksin— ada vardır, Etrâfı da az çok ona benzer adalardır... Gördün ya? Evet. Şimdi bu sâhilde biraz dur; Herkes gibi Abbas Paşa'nın köşküne başvur. Sen yolcu adamsın, bakan olmaz ki kusûra... Arz ettirerek ismini, çıktın mı huzûra, Hilvanlıların hepsinin ihlâsını, ilkin, Bir bir sayıver. Bitti mi defter, de ki: "Lâkin, Mevzun düşürür saçmayı bir saçma adam var, Manzûm sayıklar gibi manzûme sayıklar! Zannım, mütekaid şuarâdan olacak ki: Hiçbir yenilik yok, herifin herşeyi eski. Hâlâ ne sakaldan geçebilmiş, ne bıyıktan; Âsârı da memnun görünür köhne kılıktan. Hicrî, kamerî ayları ezber sayar amma, Yirminci asır zihnine sığmaz ne muamma! Ma'mûre-i dünyâyı dolaştıysa da, yer yer, Son son, "Hadi sen, kumda biraz oyna!" demişler." Yâhu! Sorunuz bir: Bakalım tâkati var mı? Kaynarken adam oynamak ister mi? Sarar mı? Ey Heybeli iklîmine kıştan çekilenler, Ey Afrika temmûzunu efsâne bilenler! Ey yağ gibi üç çifte kayıklarla kayanlar, Ey Maltepe'den Pendik'i bir hamle sayanlar! Ey çamların altında serilmiş, uzananlar! Ey her nefes aldıkça ömürler kazananlar! Siz, camları örter, sakınırken cerayandan; Biz, bodruma sarkar da kaçarken galeyandan! Siz, mercanın a'lâsını attıkça şişerken; Biz, kumda çirozlar gibi piştikçe pişerken! Siz, Marmara âfâkını dürbünle süzerken; Biz, poyrazı görsek diye, damlarda gezerken! Siz, yelkeni açmış, suyun üstünde akarken; Biz, küplere binmiş, size hasretle bakarken! İnsâf ediniz: Kopmayacak şey mi kıyâmet? Elbette kopar. Dinle Paşam, ceddine rahmet: Ben Heybeli'den vazgeçerim şimdilik, ancak, Üç beş gün için pek hoş olur Remle'de kalmak. Hilvan, 1 Ağustos 1345 (1929)*
____________* M. Ertuğrul Düzdağ, Mehmed Âkif Mısır Hayatı ve Kur’ân Meâli, İstanbul (2003)95-97.


Rukiye Kuneralp Arşivi.
Âkif’in Mısır’daki Yaşayışı Hâlvan’daki [Hilvan] inzivagâhı
Mısır’da. Kahire’den uzak bir köye. Hâlvan’a çekilmişti. Orada münzevi denecek bir tarzda yaşıyordu. Haftada iki gün Kahire’ye iner. Darülfünun’daki dersini okutur, dersten çıkar çıkmaz hemen trene atlar. Hâlvan’a dönerdi. Bazen Prens Halim Bey’in dairesine uğrar. İmameddin Bey’i ziyaret eder; bazen de Ezher’e gider, orada pek sevdiği Yozgatlı İhsan Efendi’nin odasında oturur. Türk talebe ile birlikte çay içer, sohbet eder, geç kalmış gibi hemen koşa koşa Hâlvan’a dönerdi. Kışın Abbas Halim Paşa Hâlvan’a gelince daima onunla görüşür. Kahire’de Prens Halim Bey’i ziyaret eder, onların sohbetinden büyük zevk alırdı. Bir de Hâlvan’da onun çok sevdiği bir dostu vardı: Abdulvelihab Azzam. Ahlâkı da irfanı gibi yüksek olan bu aziz dost da onun için büyük bir varlıktı. Fakat yaz geldi mi artık görüşecek kimse kalmaz büsbütün inzivagâhına çekilirdi. Ara sıra Ezher’deki birkaç Türk talebe onu ziyaret eder, onlarla hoş vakitler geçirirdi. Yalnız son zamanlarda bir yaz İskenderiye’ye, bir yaz Antakya’ya, hastalığında da Lübnan ve Antakya’ya birkaç aylık seyahat yapabildi.
Şehirde bunalması
Şehirde dolaşmaktan, kalabalıktan, insanlardan çok sıkılırdı, ben 932’de ilk Mısır’a gittiğim zaman Kahire’nin görülecek yerlerini bana göstermek için bir kaç saat şehirde kalışı onu adeta bunaltıyordu. Büyük bir izaz olmak üzere, birlikte Ezher’i, müzeyi, Darülfünun’u, hayvanat bahçesini, büyük camileri gezdik, ehramları gördük. Bir cuma günü de Mısır’ın, belki de İslâm aleminin en mümtaz, en güzel okuyan hafızı. Şeyh Muhammed Rıfat’ı dinledik. Bir de buranın en meşhur muganniyesi Ummü Gülsüm var. Onu da bir gece sen gider, dinlersin, dedi. Görüyordum ki üstad şehirde bunalıyordu. Kahire’de biraz fazla kaldık mı çok sıkılıyordu. Geçirdiği münzevi hayat onu büsbütün şehirden uzaklaştırmıştı. O muazzam şehrin hiçbir şeyi onu eğlendirmez, cezbetmezdi. O, yalnız inzivagâhında düşünmekle,yazmakla,okumakla vakit geçirir, başka şeyde zevk bulamazdı. “Bizim oğlan (Tahir) cemaat oluyor, ben imam, beraber kılıyoruz. Birkaç rekât sonra bakıyorum Tahir arkamda yok. O kadar dayanabilmiş. Artık ben hem imam, hem cemaat oluyorum.”
İbadet hususunda tekâmülü
Eve döner dönmez hemen entarisini giyer, abdest alır, namaz vakti ise namazını kılardı. İnziva hayatı, senelerce Kur’an tercümesile meşguliyet, onu takva sahibi yapmıştı. Kur’anı su gibi ezbere okurdu.
— Allah’a hamdolsun, demir hafız oldum derdi. Şimdi Ramazanları teravihi hatimle kıldırıyorum.
— Hangi camide?
— Camide değil, evde. Bizim oğlan (Tahir) cemaat oluyor, ben imam, beraber kılıyoruz. Birkaç rekât sonra, bakıyorum. Tahir arkamda yok. O kadar dayanabilmiş. Artık ben hem imam, hem cemaat oluyorum.
Dayanıklı Müslüman
Müderris İhsan Efendi anlatıyor: Bazı Ramazan geceleri biz de üstada cemaat oluyorduk. Yanlışsız okuyordu. — Üstad, hakikaten siz demir Hafız olmuşsunuz, derdik. — Evet, derdi, ben bunu Hocam’a da yazdım. Dedim ki: “Ben Kur’anı himmetinizle takviye ettim. Şimdi hatimle teravih kıldırıyorum. Bana dayanıklı Müslüman gönder.”
Sükûnetli geçen zamanlar
Üstad Mısır’a hicret ettiği zaman iki sene kadar Abbas Halim Paşa’nın misafiri oldular. Paşa’nın Hâlvan’daki büyük sarayının karşısında küçük bir köşk var. Orası üstada tahsis olunmuştu. Üstad orada çok sakin, müsterih bir hayat geçirdi. Firavunla Yüz Yüze şiirini orada yazdı. Bu şiirini Abbas Halim Paşa’nın refika-i muhteremleri Prenses Fahrünnisa Hatice Hanım Efendi Hazretleri’ne ithaf etti. Burada geçirdiği senelerin hayatının en sükûnetli zamanları olduğunu üstad daima söylerdi. Sonra ailesini de Mısır’a götürünce ayrı bir ev kiraladı. Hâlvan’ın bir köşesinde, sahra yanında bir evceğiz.

Taha Toros Arşivi.
Bir Cevap Yazın