* * *
* * *
1- Ey Adalılar, ey Büyükada halkı! Seferoğlu Korusu’nu tarumar eden imar canavarını hakikaten “sevinçle” mi karşıladınız?…
3- Deniz Toprak: “Gidiyor diye mi bir arada, bir arada diye mi gidiyor?…”
4- Bülent Mısırlıoğlu: “Söze gerek yok… Tahribat ortada… Resimler anlatıyor…”
5- Serap Uzunlar: “Müjdeeeee!!!!! Duydum ki, Seferoğlu’nda şantiye çalışması sürerken, ağaçlar zarar görmesin diye mevcut koordinatlarından uzaklaştırılıp, aynı alanda başka yere veya saksıya dikilmesine karar verilmiş…”
6- İAKTVKD: “Aslında ‘Devlet malı niteliğindeki’ Büyükada Seferoğlu Korusu’nun, bazı müteşebbis bezirgânların tasallutuyla ve de Adaları, kanuni selâhiyyetle korumaya muvazzaf olanların gafleti sonucu tabiî dokusunun tahribi ve kıyı şeridinin tebdil ve tadiliyle tağyir edilmesi üzerine…”
7- Deniz Toprak: “Soru soruyoruz ya, rahatsız mı ediyoruz acaba?…”
8- UKOME‘den at fışkısına radikal çözüm!…
9- Arif Çağlar: “Adalar İlçesi için hazırlanan ve İBB tarafından askıya çıkarılmış olan 1/5000’lik planlara itiraz etmiş ancak ilgili makamdan bu itirazlarına cevap alamamış olanların…”
10- Zeynep Alpar: “Adalar Yönetim Planı İçin Sivil Girişim, 25 Mart toplantısı…”
11- Serap Uzunlar: “70 yıldır sülalende olan /Elinde tapusu da bulunan /Dönümlük arsana yapmazsan
14- Sezer Sevinçler: “Adalar’a deniz seferleri için imzalar atıldı, seferler 19 Mayıs’ta…”
15- Bülent Aydoğdu: “Heybeliada’da bir internet kafeye giden çocuklar, polis tarafından gözaltına alındı…”
16- Sorunlardan uzaklaşmak için Büyükada’ya gidecek olan Feriha ile Emir kavuşabilecekler mi?
17- Baki Çokneşeli: “Samuel Sullivan Cox, Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları 1885-1887 kitabında Aya Yorgi Manastırı’nı bizlere bakın nasıl anlatıyor…”
18- Kuşlar Âlemi‘nden…
19- Yüzler Defteri‘nden…

EY BÜYÜKADA HALKI!


Nevin Donat, “Ada Sahillerinde 5 Yıldız”, Milliyet- Ekonomi (19.2.2012): […] Adalar Kent Konseyi Hukuk İşleri Başkanlığı Avukatı Kemal Kil, “Bahri Akdağ’ın başında olduğu yatırımı Büyükada halkı, ilk kez bu denli büyük bir yatırım olduğu için sevinçle [!?] karşıladı. […]








DİNÇER KAYA: “İMAR CANAVARINA HAYIR!…”





BAHAR NERGİZ: “Her ne kadar Adalı olmasam da doğma büyüme İstanbullu bir vatandaş ve Ada’nın doğallığının korunması taraftarı bir doğa sever olarak Seferoğlu Korusu’nun tarumar edilmesine karşıyım…”
UGO ANTONİO CORİNTİO: “Tabiki hayır!…”
TARIK KONAL: “Saygın Arkadaşlarım. Adalar’da betonlaşmaya hayır! diyorum…”
EMEL BUDAK: “Seferoğlu korusu katliamını kınıyorum…”
OLCAY BAŞEĞMEZ: “Seferoğlu’nu yerlebir eden ‘Vahşi Kapitalizm’e yüz bin kere hayır!!! Sorumlular yargı önünde ergeç hesap verecekler!!!…”
GÜZİN YILMAZ: “HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!…”
MEHMET FUAT TÖNÜK: “HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ HAYIR!…”
HERA KIZILYAN: “Seferoğlu tesislerinin tahribatına karşı açılmış kampanyayı imzamla destekliyorum. Saygılarımla…”
EROL ÖZDOĞAN: “Seferoğlu’nda yapılmakta olan felaketin Adalılara sevinç kaynağı olduğunu belirten gazete röportajındaki kişi bence Ada’ya gökten tesadüfen düşenlerden. Bütün imar yönetmeliklerine, kurul kararlarına ve mevcut imar planlarına aykırı olarak yapılan bu yapı sinsilesiyle;
1- Adalar’da tabii zemin değiştirilemezken, büyük hafriyatlar yapılarak tabii zemin tamamen değiştirilmiştir.
2- Sanıyorum 15-16 civarında blok hepsi üçer kat olarak yapılmış ve 6.50 iki kat ile sınırlandırılmış olan mevzuat tahrip edilmiştir.
3- Tescilli ağaçların büyük bir kısmı yok edilmiş ve doğal korumanın canına okunmuştur.
4- Sahile oturtulan ve de geri planda yapılan binaların inşaat alanları Adalar’daki bütün inşaat kurallarını hiçe sayıp aşırı bir düzeyde ilerlemektedir.
Bu gerçeklerle bütün Türkiye’yle ve özellikle de Büyükada’yla alay eder gibi ilerleyen bu inşaata [varsa] sevinenlere biraz insaf diliyorum.
From: BÜLENT MISIRLIOĞLU
Subject: Sizce mümkün mü?
Date: March 13, 2012 8:35:12 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Sizce mümkün mü?
Müjdeeeee!!!!! Duydum ki, Seferoğlu’nda şantiye çalışması sürerken, ağaçlar zarar görmesin diye mevcut koordinatlarından uzaklaştırılıp, aynı alanda başka yere veya saksıya dikilmesine karar verilmiş. Daha sonra bu ağaçlar aynı yerine dikilmek zorundaymış. Bu esnada kuruyan ağaç olursa da kuruyan ağaç yerine aynı koordinata aynı tür ve özellikte ağaç dikilmesi gerekiyormuş…
Orman İşletmesi demiş ki, ağaç olan her yerde, ağaçlarla ilgili işlemler için başvuru ve kontrol bizce yapılır. Bu konularda da görevimizi yaptık.
Av. Kemal Kil de daha önce gazete röportajında sadece birkaç taze meyve ağacı kesildiğini söylemişti…
Gördünüz mü, ben ağaçlar konusunda ortalığı boşuna velveleye vermişim!… Tüh!… Çok utandım şimdi. Oysa tarihi ağaçlar saksıda bekliyorlarmış inşaat bitsin de yerimize geri dikilelim diye… Olur da kurursa zaten aynısından aynı yere dikilecekmiş. Bence dahiyane bir çözüm olmuş. Baksanıza ADALAR POSTASI’nda yayımlanan resimlere (eski ve yeni), sizce mümkün mü? 400 küsur ağaç, inşaat bittiğinde aynı yerinde kalacak mı?
_____________________________________________
From: İAKTVKD
Subject: Seferoğlu Korusu
Date: March 13, 2012 5:58:32 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Seferoğlu Korusu…
Aslında ‘Devlet malı niteliğinde’ki* Büyükada Seferoğlu Korusu’nun, bazı müteşebbis bezirgânların tasallutuyla ve de Adaları, kanuni selâhiyyetle korumaya muvazzaf olanların gafleti sonucu tabiî dokusunun tahribi ve kıyı şeridinin tebdil ve tadiliyle tağyir edilmesi üzerine İAKTVKD amacı doğrultusunda üzerine düşen görevi ifa ile gerekli yerlere gerekli müracaatlartını yapmaya başlamıştır. Buralardan gelen cevabi karşılıkları Adalar halkının değerlendirmelerine ve hemşehrilik hukuku açısından bilgilerine ihtiramla takdim ediyoruz.
İSTANBUL ADALARI
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI
KORUMA DERNEĞİ
Sayı: 117
Konu: Seferoğlu mevkii topografisinde ağır fiziki tahribat, denizin doldurması ve kaçak iskele
Büyükada, 4 Mart 2012
ADALAR KAYMAKAMLIĞI’na,
İstanbul Adalar İlçesi, Büyükada Nizam Mahallesi, Nizam Cad., 29 pafta, 127 ada, 1 parsel sayılı yerdeki hafriyat ve inşaat faaliyetinin ve sorumlularının yürürlükteki Nazım İmar Planı ve Koruma Bölge kurulu kararlarına uymadığı ve ayrıca Kıyı Kanunu’nu da ihlâl ettikleri görülmektedir.
1. grup eski eser binanın koruma alanı ve korusunu teşkil eden arazinin topografyasını ağır fiziki tahribatla değiştirerek korunması gerekli olan tabiatı ve tabii halini tahrip ve tadil eden bu eylemin bir inşaat ruhsatnamesiyle yapılıp yapılmadığı hususu ekteki fotoğraflardan da anlaşılabileceği gibi çok şüphe çekicidir.
Dolayısıyla yukarıda adresi verilen arsada derin hafriyat ve kıyının ve denizin işgali ve talanıyla tahribine cüret eden mülk sahibi ve sorumlu fen işleri yetkilileriyle müdahaleye vazifeli kılınmış ancak vazifelerini ihmal eden kamu görevlileri hakkında başlatılacak hukuk safahatına delil ve belge olması amacıyla Kadastro Müdürlüğü’nüzün kıyıdaki kamu malına işgal ve tecavüzü tesbit ederek tarafımıza bilgi verilmesini, ayrıca Kıyı Kanunu 15. maddesi gereğince bu tecavüzcüler hakkında yasal işlemlerin başlatılmasını emir ve müsaadelerinize saygılarımızla arz ederiz.
Arif Çağlar
(Başkan)
Ek: Dernek mühürlü ağır fiziki tahribat ve kaçak yapılaşmaya ait fotoğraflar
Adres:
İSTANBUL ADALARI KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARINI KORUMA DERNEĞİ
Güzeller Sokağı No: 30 Büyükada 34970 İstanbul
e-posta: adalarkoruma@adalarkoruma.org
elektronik ağ: www.adalarkoruma.org
Subject: Arşiv…
Date: March 13, 2012 6:47:54 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Soru soruyoruz ya,
rahatsız mı ediyoruz acaba?
[…] SİT alanı olmasından ötürü izinsiz çivi bile çakmanın mümkün olmadığı Adalar’da, halkın kullanımına açık yerlere duvarlar örülüyor, denizin ortasına iskeleler dikiliyor, ormanlarında ağaçların üstüne inşaat hafriyatı dökülüyor, çöplerin kokusu sizi nerede olursanız olun buluyor, yakılan çöpler nedeniyle ormanlar kül oluyor. Bütün bunlara karşın yetkililer, önlem almak yerine bu kirlenmeye çanak tutuyor […]
Adalar’ın bunca sorununa, artan teneke tıngırtıları da eklenmedi (!), eklenmiyor (!), eklenmeyecek (!). Yok yani…
Perde ardında ikiyüzlü kimse var mı, varsa kimmiş bakalım onlar diyenler, merak edip aydınlık görünen karanlıklardan ses bekleyenler, belki de türlü yollarla tehdit edilecek, pisliklerin gündeme gelmesinden rahatsız olanlar çomak sokanları susturmak için her yolu deneyecek.
Tahmin (!!!) tabii ki bunlar. Ama ben olsam, kirli tekere çomak sokan ben olsam, çıkarmam o çomağı oradan. Kirli teker varsa, kime denk gelirse gelsin sokulmalı o çomak oraya.
Hele ki yasadışı yollarla, kanun tanımaz tehditlere, üstü kapalı telkinlere müracaat olursa, önce güvencemiz tabii ki hukuk, adalet… Bu süreçte de ağzı rant pisliğiyle dolu olan görürsek pisliği tabii ki çiğneyip geçmek…
Yok tabii ki böyle bir şey, kanunsuz, pislik kokan, kötü bir senaryo sadece benimki, ama olsa, nafile çabalar olsa… Olunca düşünürüz ya da olan düşünmüştür zaten, bize ne, değil mi?
Soru soruyoruz ya, rahatsız mı ediyoruz acaba?
Yoo… Sanmam. Kim, neden rahatsız olsun ki?
Bak aynı soruları, aynı yazıları çok kısa süre önce de yazanlar, gönderenler, soranlar olmuş. Onların da başka meseleleri mi var ki başka birileriyle diye sorgulamalı mıyız? Ne dersiniz? Aynı soruları soranlar için türlü yollar deneyenler, bu sorular için acaba neden sessizler?
Haa, bir tek Seferoğlu sordum fazladan, daha önceki bu yazıda sorulmayan!!!
Acaba bunlar mı kimilerinin karnını ağrıtan…
ADALAR POSTASI-2580/14 (28.4.2011):
From: ARİF ÇAĞLAR
Subject: Arşiv’den: Adalar Tükeniyor 20000623
Date: April 25, 2011 10:41:43 PM GMT+03:00
To: emine.cigdem.tugay@gmail.com
Arşiv’den!
Radikal, 23.6.2000
Oya Er
http://www.radikal.com.tr/2000/06/23/turkiye/ada.shtml
Adalar tükeniyor
İstanbul’un ‘sığınağı’ Adalar’dan imdat çığlığı yükseliyor. Kıyılarına duvarlar örülen, ormanlarına molozlar dökülen Adalar’dan kötü kokular yükseliyor
İSTANBUL – Prens adaları… Sokakları, denizi, ormanıyla, İstanbul’un huzur köşeleri; şehrin karmaşasından kurtulmak isteyenler için yeşil birer sığınak. Ancak Adalar, İstanbul’un birçok nadide köşesi gibi giderek ‘tükeniyor’. SİT alanı olmasından ötürü izinsiz çivi bile çakmanın mümkün olmadığı Adalar’da, halkın kullanımına açık yerlere duvarlar örülüyor, denizin ortasına iskeleler dikiliyor, ormanlarında ağaçların üstüne inşaat hafriyatı dökülüyor, çöplerin kokusu sizi nerede olursanız olun buluyor, yakılan çöpler nedeniyle ormanlar kül oluyor. Bütün bunlara karşın yetkililer, önlem almak yerine bu kirlenmeye çanak tutuyor.
Yıkılan duvar’ yerinde
Burgazada Gönüllü Cadde’de Ahmet Selçuker’e ait 49 numaralı Deniz Apartmanı’nın önünde kıyı şeridini kapatan bir duvar bulunuyor. Kıyıların duvarla çevrilemeyeceğine dair mahkeme kararı bulunmasına ve kararın Danıştay’ca onaylanmasına karşın duvar hâlâ yerinde. Zira Adalar Belediyesi, yıkım için bir yıldır iş makinesi bulamamış. Selçuker’in bu konuda yargılandığı Kartal 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nin duvarın durumuyla ilgili sorusuna verilen Belediye Başkanı Coşkun Özden imzalı yanıtta, duvarın kaldırıldığı bildiriliyor, ama duvar hâlâ yerinde duruyor!
Denizi işgal
Selçuker’in komşusu Moris Sadioğlu ise hem Kıyı Kanunu kapsamında, hem de SİT alanı içinde olan binasının önüne iskele inşa ediyor. Ada Dostları Derneği Başkanı Perihan Ergun, burada ruhsatsız kazı da yapıldığını söylüyor. Hafriyatın belediyeye ait iş makineleriyle ormana taşındığını, kum ve çakılın yine bu araçlarla getirildiğini anlatan Ergun, “Böylece yasadışı iskeleye, belediye de taşıma suretiyle destek oluyor” diyor.
Bir trafik, bir trafik…
Adalılar’ın en büyük şikâyetlerinden biri de inşaat molozlarının ormana boşaltılması. Her ne kadar Adalar Belediyesi İmar ve Planlama Müdürlüğü, “Molozlar, yerleri evvelce belirlenmiş olan döküm sahalarına yapılmaktadır” dese de fotoğraflar ve tanıklarla tespit edildiği üzere, hafriyat, ormana, hem de ağaçların üzerine dökülüyor.
Çöp dökmek üzere tahsis edilen bir alanın da bulunmadığı Adalar’da çöpler ormana, zaman zaman kıyılara dökülürken, motorlu araç yasağı da bir türlü gereği gibi uygulanamıyor. Koruma kurulunun geçen yıl yürürlüğe giren ‘motorlu taşıt yasağı’nı belediye ve kaymakamın tanımadığını anlatan Burgazada Kalkındırma Derneği Yönetim Kurulu üyesi Mukaddes Orçun, “Onlar, motorlu araç izni verme yetkisi tanıyan Trafik Komisyonu kararını uyguluyor. Habuki Adalar SİT alanı olduğu için kurul kararı, komisyon kararını otomatikman geçersiz kılıyor” diye konuşuyor.
Özden: İddialar asılsız
Çöplük görüntülerinin kendisini de rahatsız ettiğini belirten Adalar Belediye Başkanı Coşkun Özden, çöpleri dışarıya taşıma ya da ada içinde arıtma çalışmalarının bir yıldır sürdüğünü anlattı. Özden, belediyenin 800 milyar lira yıllık geliri olduğunu, çöpleri dışarıya taşıma işinin ise 650 milyar liraya mal olduğunu anımsattı. Orman içine dökülen hafriyat iddialarının ‘karalama’ amaçlı olduğunu belirten Özden, “Keşke imkân olsa da başka yerlere taşısak” dedi. Moris Sadioğlu’nun villasının önündeki iskelenin lodostan yıkılan iki iskelenin yerine, halka açık olarak belediye tarafından yaptırıldığını, iddiaların iftira olduğunu anlatan Özden, Ada Dostları Derneği’nin ne elde etmek istediğini bilmiyorum. Şimdiye dek faydalı herhangi bir şey yaptıklarını da görmedim” diye konuştu.
_____________________________________________
UKOME’den
at fışkısına radikal çözüm!…
UKOME’NİN KARARI: Adalar İlçesinde faatiyet gösteren fayton taşımacılığındaki mevcut sorunların ortadan kaldırılması, ulaşım hizmetlerinin çevresel duyarlılığı yüksek, koruma-kullanma bütünlüğü içinde sürdürülebilir hale getirilmesi amacıyla 86 faytonun kamulaştırılmasının uygun olduğuna; Kamulaştırma işleminin, Büyükada’da kayıtlı 226 adet faytondan öncelikle 1’den fazla faytona sahip fima/şahısların 1 fayton dışındaki toplam 51 faytonundan başlanılmasına 86 adet faytonun geriye kalan 35 (86-51=35) adetinin ise, gönüllülük veya noter huzurunda yapılacak kura çekimi şeklinde yapuılmasına, atlı fayton taşımacılığının uzun vadede uygun ölçekte sürdürülebilir olması için ilk aşamada 40 adet elektirikli araçla (fayton vb) taşımacılığa geçiş yapılmasına ve elektrikli araçlara ilişkin ücret tarifesinin daha sonra UKOME tarafından belirlenmesine karar verilmiştir.
Dil’de yalnız dolaştım hep, gözyaşlarım dinmedi.”
_____________________________________________


ADALAR POSTASI-2674/12 (3.3.2012)
Adalar Yönetim Planı için Sivil Girişim: “Nasıl bir ada istiyoruz?…”
ADALAR POSTASI-2675/8 (4.3.2012)
Korhan Gümüş: “Alan Yönetim Planı nedir, ne işe yarar?…
ADALAR POSTASI-2676/9 (7.3.2012)
Sevgi Mutlu: “Alan Yönetim Planları’nda Sivil Girişimlerin Rolü…”
)O(


YalovaÇevre, 13.2.2012
Protokol töreninin ardından açıklama yapan Başkan Koçal, Cumhuriyet Meydanı düzenleme çalışmalarıyla eş güdümlü olarak yürütülecek çalışmalar sonucunda Adalar’a deniz seferlerinin 19 Mayıs’ta başlayacağını belirtti. Törene katılan vatandaşlar, kısa bir süre sonra başlayacak olan deniz seferlerini, müzisyenler eşliğinde bol bol eğlenerek kutladılar.


http://haber.gazetevatan.com/polisinin-buyuk-baskini/436177/1/Gundem
[Heybeliada] Polisinin büyük baskını!
Heybeliada’da bir internet kafeye giden çocuklar, polis tarafından gözaltına alındı
Polisin, çocukları “Böyle yerlerde ne işiniz var, hepinizi hapse attırırım,” denilerek korkuttuğu iddia edildi. Polis ekip otosuna bindirdiği ve karakola götürdüğü çocukların gördükleri muamele nedeniyle psikolojilerinin bozulduğunu belirten aileleri şikâyetçi olacak.
Heybeliada’da 8 Mart perşembe günü 16.15 sıralarında yaşanan olayda, Büyükada Polis Merkezi’ne yapılan bir ihbarda Heybeliada’daki Ada İnternet isimli işyerinde küçük yaştaki çocuklara oyun oynatıldığı iddia edildi. Büyükada polisi durumu Heybeliada Polis Merkezi’ne bildirerek Heybeliada’ya hareket etti. Bu sırada Heybeliada Polis Merkezi’nde görevli başkomiser, dört kişilik ekiple birlikte internet kafeye gitti. İşyerinde bulunan herkese bilgisayarlarını kapattıran polis ekibi, kimlik kontrolü yaptı. Polisler bu sırada içeride bulunan ve üzerlerinde kimlik bulunmayan 7 çocuğu dışarıda bekleyen ekip otosuna bindirerek polis merkezine götürmek istediler ancak çocuklardan dördü polislerin elinden kurtularak kaçtı.
Ağlayarak yalvardı
Kalan üç çocuk P.A. (12), H.B. (13) ve M.A. (13) ise ekip otosuna bindirilerek polis merkezine getirildi. İddiaya göre gitmek istemediğini belirten çocuklardan biri ağlayarak, “Ne olur beni götürmeyin” diye yalvardı ancak polis çocukların isteğini yerine getirmedi. Bir süre polis merkezinde bekletilen çocukları yine iddiaya göre başkomiser, “Sizi hapse attırırım, ders çalışmanız gerekirken böyle yerlerde ne işiniz var” diye bağırarak korkuttu. İşyeri sahibinin araya girmesiyle çocukların herhangi bir işlem yapılmadan polis merkezinden gönderildiği öğrenildi.
Arka kapıdan kaçtılar
Polis merkezinden bunlar yaşanırken Büyükada Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Çocuk Büro Amirliği ekipleri de ihbarda adı geçen internet kafeye geldiler ancak yaptıkları kontrollerde Heybeliada Polis Merkezi ekiplerinin kendilerinden önce gelerek kafedeki çocukları polis merkezine götürdüklerini tespit etti. Bu arada Heybeliada ekiplerinin internet kafe hakkında herhangi bir işlem yapmadığı da öne sürüldü. Çocuk Büro Amirliği ekiplerine, Heybeliada Polis Merkezi’ne gittiklerinde buraya getirilen çocukların arka kapıdan kaçtıklarının söylendiği iddia edildi.
Aileleri şikâyetçi olacak
Çocuklarının gördükleri muamele nedeniyle psikolojilerinin bozulduğunu belirten aileleri, çocukların Çocuk Büro Amirliği ekipleri gözetiminde polis merkezine götürülebileceğini, buradaki işlemlerin de yine çocuk polisi tarafından gerçekleştirileceğini belirterek bugün savcılığa başvuruda bulunacaklarını söylediler.
Çocuklara ‘şahıslar’ diyorlar, kaçma ihtimalleri varmış!
Büyükada Emniyet Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, “İhbar üzerine Çocuk Büro Amirliği ekipleri hemen adaya hareket etti. Ekiplerin adaya gidişi en az 40-45 dakikayı bulacağı için bölgedeki karakol ekibi buradaki şahısların kaçma ihtimaline karşı hemen belirtilen adrese gitti. Mekanda 12 yaşın altında çocuklar bulunmaktaydı. Çocuklar ekiple beraber polis merkezine getirilerek ağırlandı. Kimlikleri olmadığı için ailelerine ulaşılmaya çalışıldı. Daha sonra ailelerine teslim edilerek polis arkadaşlar kendilerine çikolata vererek polis merkezinden uğurladılar. Çevredeki vatandaşlar da olay sırdsında polis arkadaşlara teşekkürlerini iletmişlerdir. Hafta sonuna denk geldiği için işyeri hakkında işlem yapılamamıştır. Kaymakamlığa gerekli bilgi verilmiştir. Her şey tutanak altındadır. İşyeriyle ilgili gerekli işlemler yapılacaktır” denildi.
Olayın tanığı anlatıyor: Çocuklar ağlarken, komiser ‘İstediğimi götürürüm’ diyordu
Yaşananlara tanık olan bir vatandaş şunları anlattı:“İşyerimin karşısında bulunan internet kafeye Heybeliada Polis Merkezi Komiseri Bilal Bey ve yanında resmi üniformalı dört polis memuru kafeye girerek bütün bilgisayarları kapattırıp kafedeki müşterilerden ve onları izleyen arkadaşlarından yedi çocuğu ‘ihbar var’ gerekçesiyle gözaltına aldılar. Polis arabasına bindirirken dört çocuk koşarak kaçtı, polis peşlerinden gitmedi ve kalan üç çocuğu karakola götürmek üzere arabaya bindirdiler. Çocuklar arabaya bindiklerinde ağlamaya başladılar. Hatta bir çocuk ağlayarak ‘ne olur beni götürmeyin diye yalvardı. Polis çocukların yaşadığı korkuya tepkisiz kaldı. Çocukların yaşlarının 12’nin altında olmadığını ayrıca aile izinlerinin de olduğunu söyleyip çocukları götürmemelerini ya da enazından ailelerine haber verilmesini istedik ancak komiser bey ‘Bana işimi öğretmeyin, alırım, götürürüm istersem de kimseye haber vermem’ dedi.
Resim çekerken saldırdılar
Çocuklar götürüldükten sonra biz de peşlerinden gittik ve ben telefonumla çocukların bir resmini çektim. Resmi çeker çekmez altı polis memuru bana ve yanımdaki arkadaşıma saldırdılar. Telefonumu almaya çalıştılar ancak direndim, darp raporu alacağımızı ve kendilerinden şikayetçi olacağımızı söylediğimizde bizi bıraktılar. Avukat arkadaşımı arayıp konuyu anlattım. Çocukların ailelerine ulaşabileceğimiz numaralarını istedi. Ben internet kafe sahibi arkadaşı hemen karakola göndererek avukatın isim ve telefon bilgilerini istediğini bildirdim, bunun üzerine çocuklar arka kapıdan salındılar. Ağlıyor ve çok korkmuşlardı. Söylediklerine göre kendilerini nezarethanenin yanında bir odaya götürmüşler ve hapise atmakla tehdit etmişler. Çocuklar ertesi gün korkudan evden çıkamadılar.”
12
İnternet kafelere 12 yaşından küçük çocukların girmesi yasak. Ancak ailelerinin yazılı izni olan çocuklar, ödevlerini yapmak amacıyla işyeri sahibinin gözetimi altında internet kafelere girebiliyor.
_______________________________
MedyaRazzi, 13.3.2012
[…] Show TV’nin beğenilen dizisi Adını Feriha Koydum’da, imkânsız gibi görünen bir aşk yaşadıktan sonra herkesten gizli evlenen, ama buna rağmen bir türlü kavuşamayan Feriha ile Emir, bu hafta yayınlanacak yeni bölümde vuslata çok yaklaşacaklar. Sorunlardan uzaklaşmak için Büyükada’ya gidecek olan Feriha’yla Emir kavuşabilecekler mi?
_______________________________
From: BAKİ ÇOKNEŞELİ
Subject: Yıl 1887.. Aya Yorgi Manastırı
Date: March 12, 2012 9:42:49 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Yıl 1887…
Aya Yorgi Manastırı…
Samuel Sullivan Cox, Bir Amerikan Diplomatının İstanbul Anıları 1885-1887 kitabında Aya Yorgi Manastırı’nı bizlere bakın nasıl anlatıyor.
Sabah beş gibi, eğer sis varsa, benim efsunlu adamdan pus yuvarlanarak kayıp gider. Eğer sis yoksa, çoban yıldızı ‘ruhunun tonlaması olmayan küçük şarkısını'[1] söyler ve gider. Sonra bir önceki akşamın tekrarı gelir. Asya tepeleri kızarır ve parıldar. Pembemsi tonlarda ana hatları belirir. Sonra güneş-tanrı arabasının sürücü koltuğuna tam yerleştiğinde minareler şehri Stamboul’dan Bithynia dağlarının eteklerindeki evlere kadar, deniz ve kara üzerinde bir seri resim sergilenir. Pencereler sabah akşam pırlanta ihtişamıyla parıldar. Tıpkı Prens Arthur’un kalkanı gibi; parlaklığı o kadar göz alıcıydı ki sürekli bir tülle örtülürdü. Kayıkların yelkenleri giderek daha beyaz görünüyor. Martılar ışıkların parıldayarak havada ya da dalgaların üstünde eğleniyor. Erkenden kalkan çoban türküsünü söyleyerek, koyun ve keçilerden oluşan karışık sürüsünü otlatma turlarına başlıyor. Yabani çalılar ve çam ağaçları daha taze bir koku salgılıyor. Yaban güllerinin ve kocayemişlerin rengi yerlerin taş renginin yansımasını yok ediyor. Bu ikisi adayı taçlandıran çelengin belkemiğini oluşturuyor. Bağların görünümü, üzerlerinde parıldayan taze kırağının yaydığı prizmatik renklerle, sabahları daha da belirginleşiyor. Tanrı’nın kapanmayan gözü muhteşem manzarayı görüyor ve mutlu oluyor. Geceden ve onun yıldızlı görkeminden yeni bir gün doğuyor!
Cennette gün doğarken yün yumağı bulutlar da gökkubbeye yerleşiyor. Gemi, piknik yapmak üzere adaya gelen Rum ve Ermenilerle dolu, kıyıya yanaşıyor. Eşekler rağbette. Bahçıvanlar en gözde tarhlarını süsleyip su püskürterek güne hazırlıyorlar. Çevrelerinde ağustos böceğinin ‘çirp! çirp!’i durmaksızın devam ediyor. Bu mükemmel günü, adanın uzaktaki doğu ucuna bir gezi için ayırıyoruz. Orası Aya Yorgi manastırının hakimiyetinde.
Eski Bizans keşişleri ve zaman zaman keşişe dönüşen imparatorlar manastır yerleşimi olarak hep zirveleri tercih ettiler. Bir tanesi de Olympos dağının zirvesinde, yani Mysian Olympos’u (Uludağ), bir diğeri Athos (Aynaros) zirvesinde kurulmuştu. Antik dönem Yunanistanı’nda, modern Yunanistan’da ve Prens Adaları’nda manastırlar hep yükseltiler üzerindedir. Modern Yunanlılar, mabetlerini zirvelere kuran pagan atalarıyla ayni geleneği sürdürmüşlerdir. Akropolis’e ise her zaman özel bir saygı duyulmuştur. Bugün hem Olympos, hem de İda dağları üzerinde yıkıntı halindeyken bile güzel hücreli manastırlar vardır. Olympos zirvesindeki karlar eridiğinde binalardan arta kalanlar hâlâ görülebilmektedir.
Manastırlardan bazılarının ulaşılmazlığı tarif bile edilemeyecek derecededir. Makara Manastırı olarak adlandırılan bir tanesi ise oldukça ilginç. Nil nehri kıyısında yer alıyor. Kayaların arasından yaklaşıyorsunuz, daha doğrusu birbirinin peşinden Nil’e atlayarak demir atmanıza ve kayalıklara iple bağlanmanıza yardım eden saygıdeğer tarikat üyeleri tarafından karşılanıyorsunuz. Sonra da mavi cübbeli keşişlerin yardımıyla tepeye doğru güçlükle tırmanıyorsunuz.
Manastırlara erişmek için çevrelerindeki haydutların varlığı riskini de hesaba katmak gerekiyor. Bazılarına da ipler yardımıyla, yüzlerce metreyi havadan inerek ulaşılabiliyor. Cennete veya yakınına her an kopabilecek bir kenevir ipiyle asılarak yükselmek bizim ülkemizde de taammüden cinayet işleyenlerin pek yabancı olmadığı bir duygu. Korinth Körfezi’ndeki bir uçurumda, üzerindeki kaya çıkıntısının gölgesinde yerleşmiş bir manastır var. Meteora ve Athos dağı manastırlarının her ikisi de ulaşılmalarındaki zorlukla ünlü.
Suriye’deki ve takımadalardaki manastırların çoğu da yerleşimlerinin güzelliği ve çevrelerinin muhteşemliğiyle Prens Adaları’ndakilerle benzeşir. İnsanların kendilerini hareketli sosyal hayattan soyutlamak için inzivaya çekildikleri o harika çağlardan kalan ilginç anıtlar ayrıca Bulgaristan, Küçük Asya, Sinop ve Karadeniz’deki diğer bölgelerde de görülmekte.
Halen çok okunmakta olan Curzon‘un[2] Levant Manastırları kitabında, İran’da bir kaya çatlağının içine yerleşmiş, rahiplerin bahçıvanlık zekasının göstergesi olan, binalara bitişmiş tuhaf şekilli bahçeler ile kayalara oyulmuş bir rölyefi andıran manastır bulduğunu anlatmaktadır. Bu yapıyı koca bir kırlangıç yuvası diye adlandırmış. Ürdün’deki inziva yerleri arasında da benzer tariflerde manastır yapıları görülür. Bu yapıları bu denli ayrıntılı incelemiş olmasının nedeni de Pompei’den sonra rastlanan en eski yerel mimari örnekleri olmalarıdır. Eskilikleri Sina Dağı’ndaki, Kahire’deki, Fırat nehri başlarındaki ve Grek inancının yaşanmış olduğu her yerdeki manastırlarda gözlemlenebilir. Çoğu, çağlarının sanatını yansıtan, nadir el işçiliği gösteren haçlar ve dönemin özelliği olan tuhaf yaratıkların resmedildiği beşinci ve altıncı yüzyıllardan kalmış binalardır.
Bu bağlamda manastırlara, özellikle de Prens Adaları’ndakilere, hem Rum hem de Müslümanlar’ın, boyun eğdirme uğruna pek çok sıkıntı verdiği de belirtilmelidir. Bu kilisenin ihtişamını aşağılara çektiği gibi, sıklıkla binalarının da yerle bir edilmesine yol açmıştır. Manastırların çoğuna zaten kale gözüyle bakılırdı. Curzon’un anlattığına göre bir keresinde kendisi içeride yemek yerken ve papazlar da Aziz Chrysostom’un[3] vaaz kitabını okurken, dışarıdaki düşmanların güçlü sur duvarlarına haykırdığını ve ateş ettiğini duymuş. Bu durum içerideki sakin pederlerin ahengiyle nasıl da tuhaf bir kontrast oluşturuyor.
Prens Adaları’ndaki manastırlar arasında en ünlüsü olan Aya Yorgi manastırını incelemeye başlıyoruz.
Bizi, burada tek başına görevli olan peder Arsenius misafirperver bir şekilde karşılıyor. Manastırın ikametgah bölümünün ikinci katındaki serin dairesine davet ediyor.Geniş penceresinden görülen manzara göz alabildiğine uzanıyor ve muhteşem. Bize eski kiliseden kalma kutsal resimleri gösteriyor. Yüzyıllar boyunca yakılmış olan mumların isi ile kararmışlar. 600 Yılında parşömen üzerine yazılmış bir kutsal kitap çıkarıyor. Onu en çok mutlu eden emanet bu. Oldukça yıpranmış bir cilt. Peder Arsenius Pelopones’deki eski evinden getirmiş. Yazılar Grek alfabesi ile. Kırmızı ve mavi olan süslemeler, eskiliğini ve takiben kutsallığını vurguluyor. Küçük şapelde yarım düzine kadar resim mevcut. Altın varaklar donuklaşmış, resimlerdeki ten renkleri, yakılmış olan mumların kutsal kiri yüzünden sönükleşmiş.
Güzel insan peder bize büyük kibarlık gösteriyor, Amerika hakkında birçok sorular soruyor ve Amerikan elçisine ‘Ekselansları‘diye hitap ediyor. Bizleri kutsal pınarı görmeye davet ediyor (ayazma, ç.n.). Kayaların ortasında derin bir odacıkta. Berrak, serin suyunu içmemiz için bize ikram ediyor. Sonrasında daha da derinde olan kasvetli bir odaya iniyoruz. Bu oda korkutucu taş yüzeylerden oluşuyor. Kayalığın kenarındaki uçurumun da en sarp yamacında yer alıyor. Burası akıl hastaları için bir inziva, veya eskiden öyleymiş. Şu anda tek bir hasta varmış, o da burada değil ; ancak zemine sabitlenmiş, geçen zamanla birlikte paslanmış halkalar, hala orada. Anlamsız yere bunlar hakkında pederi sorguluyoruz. O yalnızca dualarından ve süslerle bezeli ayin kitaplarından haberdar. Bilimin gelişmesi ile hastalıklı zihinlerde kullanılan modern ilaçların onun için hiçbir anlamı yok. Bizim Dalmaçyalı Pedro’nun Ortodoks peder ile konuştuğu modern Rumca sayesinde akıl hastalığı sığınağının ipuçlarını alıp konuyu toparlıyoruz. Bu ipuçlarından yola çıkarak manastırın hikayesini tamamlıyoruz:
Efsaneye göre uzun yıllar önce, sıcak bir öğle sonrası, şu anda manastırın bulunduğu tepede sürüsünü otlatmakta olan bir çoban uyuya kalmış. Uykusunda bir rüya görmüş. Rüyasında kendisine, üzerinde yatmakta olduğu noktayı kazması ve ‘yararına olacak bir şey duyacağı‘ söylenmiş. Kazmış ve boynunun etrafında çanlar asılı çok güzel beyaz bir savaş atı ve üzerindeki süvarisi ile karşılaşmış. Süvari de ona kazma emri vermiş.
Verilen buyruk üzerine uyanarak tarif edilen yeri kazmaya başlamış. Sonunda bir resime ulaşmış. Resimdeki, rüyasında gördüğü süvari imiş. Hatta atın boynunun etrafındaki çanlara varıncaya kadar tüm ayrıntılar varmış.
Çobanın buluşunun yorumlanması bir batıl inanca yol açmış. Daha önceleri bir aptal olduğu ifade edilen çobanın, resme dokunur dokunmaz tüm konularda en olağanüstü bilgiler ile donanmış olması da bu batıl inancı güçlendirmiş. Resimdeki kişiyi hemen tanımışlar. Bu Aziz George (Aya Yorgi, ç.n.) imiş. Atın boynundaki çanların ise boya ile resmedilmiş değil, gerçek çanlar olması nedeniyle resim, çobanın bulduğu günden bu yana ‘Çanlı Aya Yorgi’ diye adlandırılır. Resme dokunduğu andan itibaren çobanın zihinsel yetilerinde oluştuğu öne sürülen değişim nedeni ile bu resmin akıl üzerine şifa sağlayıcı etkisi olduğuna inanılmış ve halen de inanılmakta. Akli dengesi hafif bozuk olanlar, özellikle de hipokondriakların bu manastırda inzivaya çekilmekten büyük yarar sağlamakta olduğu birçok örnekle belirtilmekte. Muhteşem yerleşimi, zindeleştirici havası ve düzenli beslenme ile birlikte her tür heyecandan uzak yaşam, olasıdır ki resimden daha çok iyileştirici özelliklere sahip. Resmin bulunduğu yere ilk olarak bu kilise, daha sonra da manastır inşa edilmiş.
Tepeye tırmanırken görmek istediğimiz resimden ziyade, tertemiz gökyüzünün ve kuvvet ilacı havanın çevrelediği manzara idi. Göz alabildiğine çevreleyen uzak görünüm harcadığımız çabanın karşılığını fazlasıyla verdi. Altımızda ‘tahtın önünde uzanan, kristallerden oluşmuş cam bir deniz‘ mevcuttu. Yakın görünümde ise hayal gücünün arzulayabileceği en çılgın manzara vardı. Çevreme ve aşağı baktığımda üst üste yığılmış kayalar, demir pası ile yer yer kırmızımsı gri granit taşları ile aralarında çeşitli ağaç ve çalı türleri görünmekteydi. Tek bir bakışta tüm kıyılar ve adalar göz önündeydi. Gözlemeye devam ettikçe güney doğu yönünden, Asya üzerinden dolunayın doğmakta olduğunu ve ayni anda güneşin kıpkırmızı ve pembe hareler saçarak, beraberinde uzun gölgeler ve mistik bilgiler taşıyarak, batıdan batmakta olduğunu gördük. Helenler’in yarattığı eski mitlerden kaynaklanan ve doğanın yorumlanması olarak dünyada kabul gören şekli ile Diana gümüş yayı ile ve Apollo oklarının ucundan gül pembesi ışıklar saçarak-ağabey kardeş birlikte- adaları şereflendiriyorlar.
Güzel insan peder bizleri ikinci kattaki kabul salonuna yönlendiriyor. Yukarı çıkarken açık bir kapıdan geçiyor ve bir hole geliyoruz. Burası adeta küçük bir cephanelik. Duvarda asılı olan üç silahı ve büyük boy bir süvari kılıcını işaret ederek Dalmaçyalı tercümanım Pedro vasıtası ile pederi sorguluyorum:
‘Yani siz, ayni zamanda benim uşağımın da adı olan aziz Peter gibi, bu sükunet dolu ibadet yuvasında dünyevi silahlar mı kullanıyorsunuz?‘
O sakin pederin gözlerinde birden şimşekler çaktı. Duvardaki çivide asılı olan Amerikan Martini tüfeğini yerinden indirdi. Arka kapağını açtı: O Rum gözünü kırpıncaya kadar tekrar mandallayıp kapattı. Bana dönüp gülümseyerek cevap verdi:
‘Evet ekselansları. Hazır olmamız gerekir. Bu ıssız yerde ne zaman saldırıya uğrayacağımız hiç belli olmaz.‘
‘Fakat bu kılıç da ne peder Arsenius? Pelopones Savaşları’ndan kalma bir kutsal emanet mi? Yoksa tarihi Spartalı ruhunuzu ve cesaretinizi gösteren bir delil mi? Yoksa Arkaik dönemden kalma bir anı veya Arcadia’dan gelme bir peynir bıçağı mı? Yoksa daha yakın dönemlerdeki Türk-Yunan savaşından kalma bir aile yadigarı mı ?‘
İronik konuşmamdaki alaycı tavrı yakaladı. Külüstür kılıcı eline aldı. Onu eski bir Makedon savaşçı gibi kavradı ve Spartalı kestirmeciliği ile cevabı yapıştırdı:
‘Ekselansları! Bu iyi kılıç kötü kelleler içindir. Bithynia*sahilini işaret ederek ekledi;
Eşkıyalar şu ötedeki kıyıdan gelip burayı basmışlardı.‘ Gerçekten de burası pek ıssız bir nokta. Doğu yönünde kalan kayalık burun bir zamanlar ana karadan gelen haydutların sığınağı idi. Şu anda kayalığın en uç noktasında, eskiden Asya dağlarının çok müthiş bir haydudu olan yaşlı bir keşiş, tek başına yaşamakta.
Prens Adaları’ndaki manastırlarda eski keşiş yaşamının modası geçmiş. Öyle zannediyorum ki üzerlerinde Athos dağı keşişlerinin etkisi bir ölçüde devam ediyor. Ancak Prens Adaları’ndaki uygulamada kadınlara karşı oluşturulmuş sıkı yasağın yeri yok. Manastır toplumlarının çoğu tüm dişi yaratıkları yasaklar ama zevksizliklerinin bir örneği olarak dev erkek kediler egemenlik alanlarında gezinir. Pek tabidir ki onlar da dış dünyada çiftleşirler. Topluluklarının devamı dışarıdan yeni eklenen üyelerle sağlanır ve bu üyelerin birçoğu o kadar küçük yaşta aralarına katılır ki yıllar geçtikçe kadın kavramı hafızalarından yavaş yavaş silinir. Aslında dış dünyada bizlerin sorduğu soruyu onlar da içerde sormaktadır: ‘Kadın ne menem bir yaratıktır ki?‘
Athos Dağı’nda kutsal alan hudutları içinde hiçbir türden dişiye, inek ya da kedi, kısrak ya da koyun, izin verilmemektedir. Hiçbir tür dişi buraya giremez derken, seyyahların anlattığına göre dişi pirelere kimse karışmamaktaymış. Pireler burada özgürce çiftleşir ve keşişler için olumlu anlamda işkence unsuru olurlarmış. Bu parazitler hücrelerdeki pislikte özgürce yaşar ve pis görünümlerinden anlaşıldığı üzere keşişler de onların üremelerine katkıda bulunurmuş. Ancak şıklık, temizlik ve güzellik açısından Prinkipo’daki ve çevresindeki manastırlar, özellikle de en süslüsü olan çanların Aya Yorgi’si gibisi, hiç bir yerde görülmemiştir.
*Bithynia: Marmara’nın güneyi
Güzel peder bizi çalışma bölümüne davet ediyor. Burada kadın tertipliliği ve sonsuz temizlik göze çarpıyor. Athos Dağı’ndaki kendine özgü erkeksi havanın tam tersi bu. Sofada, sandalye ve pencerelerde beyaz danteller var. Özel hizmetçisine bize serinletici içecekler getirmesini emrediyor. Bayan bize aşağıdaki kuyudan alınmış serin suyun yanı sıra gümüş bir tepsi içinde gül yapraklarından yapılmış reçeli ikram ediyor. Önce leziz gülden bir kaşık ağzınıza atıyor ve bal benzeri zerrelerin dişlerinizin arasından eriyerek geçtiğini hissediyorsunuz. Sonra buz gibi sudan içiyor ve bunun üzerine de kaçınılmaz olarak gümüş telkari içindeki minik fincanlar ile kahve geliyor. Böylece tazelenmiş olarak etrafa bakınmaya başlıyorsunuz. Beyaz duvarlar bomboş değil. Aya Yorgi ile ejderhanın, Yunanistan kıralı George’un ve kraliçenin, Ortodoks Kilisesi patriklerinin, yirmi küsur yıl önceki yenilikçi padişah Abdülmecit’in resimleri asılı. Oğlu Abdülaziz bile burada; gri bir atın üzerinde askerlerinin önünden geçerken resmedilmiş. Şu anda giyilmeyen, modası geçmiş, son derece bol Türk şalvarını giymiş. Beyaz duvarlarda Rus Çarları da görülmekte. Masa üzerindeki tepsideki tabağın içinde ünlülerin kartları dizili. Tabak iki feet çapında. Çok zarif bir şekilde Mesih ve havarilerin resimleri ile süslenmiş. Ayrıca Matthew XII, 1.ci ayet İngilizce olarak yazılmış. Bir İngiliz ziyaretçinin hediyesi. Gaz veya Amerikan petrol şirketi tarafından sokak aydınlatması yapılmadan önce Stamboul’un karanlık sokaklarında ailelerin dolaşmak için kullandıkları Türk işi şatafatlı bir fener rengarenk avizenin altındaki masada durmakta. İri ve çok güzel bir paskalya yumurtası bakire Meryem’in en sevdiği renk olan mavi bir kurdele ile duvara asılmış. Kabuğunun üzerinde hamilelik ve göğe yükselme ile ilgili cafcaflı bir resim var. Bu da Rusya’dan bir hediye. Duvardaki termometrenin üzerinde de altın varak kaplı bir at nalı asılmış ve bu şekilde bizim uzun siyah cübbesi, al yanaklı çehresi ile hüküm süren saygıdeğer ‘papa’mızın makam odasının eşyası tamamlanmış.
Çanların Aya Yorgi’si manastırına birçok keyifli ziyarette bulunduk. Ancak hiçbirinde de at üzerindeki süvariyi göremedik. Besbelli ki bu aklını yitirmiş bir inançlının, ya da oraya kapatılmış bir delinin sanrısı idi. Aziz her zaman süvari olarak betimleniyor. Adalardaki diğer manastırlarda olduğu gibi burada da çanlar var. Çanların çalınmasının verdiği rahatsızlığa karşı şehirlerde başlamış olan protesto hareketlerinin bu adadaki uzak noktaya yerleşmiş bir manastır için hiçbir geçerliliği yok. Manastır çanlarının titreşimleri ve melodisi hafızamızdaki hassas telleri de titreştiriyor ve doğamızdaki en içten duyguları harekete geçirdiği için buradaki törenlere de çok uygun düşüyor.
Mehmed II. Constantinople’u ele geçirdiğinde Rum kilisesine birçok ayrıcalık tanıdı ancak çan çalınmasını yasakladı. Çan diğer dinlere bağlı olanları rahatsız ediyordu. Ancak Prens Adaları’ndaki manastır ve kiliselerde çan çalınmasına izin verdi. İşte bu halen de devam etmekte. O çağlarda adalarda yalnız Rumlar yaşardı ve çan sesinin rahatsız edebileceği başka dinden insan da yoktu.
Doğu’daki mezhepler arasında çan kullanımı konusunda farklı ön yargılar mevcut. Kudüs’te ağır ve rezonans yapan bir meşe levhaya metal bir tokmakla vurularak müminlerin duaya çağırıldığını bile görmüştüm. Eski Rum manastırlarının avlusunda genellikle bir keşiş, cemaati Müslümanların minareye çıkıp Allah için dua etmeye çağırmasından farklı olarak ve de Adalarda hala izin verilmiş olmasına rağmen, çan çalmak yerine Simandro adı verilen bir tahta parçasına vurarak dua etmeye çağırır.
Güzel pedere küçük bir bağış yaptıktan ve defalarca vedalaştıktan sonra eşeklerimize biniyor ve adaya ışığını yaymış olan mehtap altında evimize dönüyoruz. Diğer manastırı da ziyaret etmek için vakit çok geç. Villamıza çok yakın olduğu için bir dahaki yürüyüşümüzü buna ayıracağız.
_____________
[1] İngiliz romantik şairi John Keats’in (1795-1821) 1819 yılında yazdığı Bir Yunan Vazosu Üzerine Lirik Şiir adlı eserinden bir mısra.
[2] Robert Curzon; 1810-1873, İngiliz diplomat, gezgin ve aktör. (ç.n.)
[3] Aziz Chrysostom; V. yüzyıl Constantinople başpiskoposu. (ç.n.)


FaceBook, 14.3.2012
Hasan Demir
ADALARDA FAYTONLARA ELVEDA!
DÜNKÜ GAZETEMİZ….
https://www.facebook.com/hakimiyetgzt
Bir Cevap Yazın