Splendid Palas’ın şâhen-şâhlara layık bir otel olduğu doğrudur…

Mehmed Ali Şâh Kaçar
Sâbık İran tâc-dârı (slt. 1907-1909) Mehmed Ali Şâh (21.6.1872-5.4.1925) hal’inin ardından bir müddet Avrupa’da dolaştıktan sonra İstanbul’a gelerek Büyükada’da Nizam’da bir köşk kiralayıp yerleşmişti. Büyükada’daki bu meskeni Tahran’daki Şâh Sarayı’ndaki debdebe ve ihtişamın da küçük bir numunesi hâlinde bulunuyordu. Maiyetindeki kadınlar, cariyeleri, sırmalı süslü kıyafetli ve göğüsleri nişanlı hademeleri, nedimleri vardı. Bununla beraber, sâbık şâhın köşkten dışarıya çıktığı, hatta İstanbul’a inmek şöyle dursun, Ada’da da bir gezinti yaptığı dahi görülmüş değildi.

Ahmed Şâh Kaçar
Henüz on bir yaşındayken 16 Temmuz 1909’da babasının yerine tahta çıkan İran Şâhı Ahmed Şâh Kaçar (21.2.1898-21.2.1930) ise yedi sene kadar Nasırü’l Mülk’ün vesayeti ve niyabeti altında bulunduktan sonra biat ederek resmen İran Şâhlığı’nı idareye başlamıştı. Kaçar Hanedanı’nın genç hükümdârı bu tarihlerde yirmi iki yaşında bulunmakla da henüz evlenmemişti.

Sabiha Sultan
Sultan VI. Mehmed Vahideddin’in (14.1.1861-16.5.1926) kerimesi Sabiha Sultan’ın (1.4.1894-26.8.1971) güzelliğinin şöhreti o vakitler İran’ın İstanbul sefiri olan İhtişamü’s-Saltana Mahmud Han’ın kulağına da gitmişti. Bahusus İran Sefiri’nin zevcesi, Harem-i Hümâyûn’u ziyareti sırasında Sabiha Sultan’ı görmüş ve pek beğenmişti. Böylelikle sâbık Şah Mehmed Ali oğluna gönderdiği mektubunda henüz birkaç ay evvel Osmanlı tahtına cülûs eden Sultan VI. Mehmed Vahideddin ile sıhriyet peyda etmesini pek faydalı buluyor ve aynı zamanda padişahın küçük kızındaki güzelliği de gayet mübalağalı bir lisanla tasvir ediyordu.
Ahmed Şâh hem babasından hem de sefirinden aynı mealde mektuplar alınca pek sevinmiş, kendisine verilen tafsilat ve medhiyelerin cazibesine tutularak Sabiha Sultan’a âdeta gıyaben âşık olmuştu!

Mehmed Ali Şâh Kaçar
[…] Aylardan beri Büyükada’da Nizam’daki köşkünde münzevi bir hayat süren sâbık şâhın günün birinde, nişanlarını takınmış vaziyette göz kamaştıran sırma işlemeli üniformaya benzer bir kostümle, İran Sefiri Mehmed Han yanı sıra maiyetindeki iki adamla birlikte köşkünden çıkıp da mağrur tavırlarla bir muşa binerek denize açıldığını gören Büyükadalılar, Mehmed Ali Han’ın bu hareketini pek manidâr bulmuşlardı. Bu debdebeli seyahatin sebebi ağzında bakla ıslanmayan hanımların sayesinde çok geçmeden aslı astarından ziyadesiyle başkaca bir hal de alarak Mehmed Ali Şâh’ın oğlunun nişan yüzüğünü Sabiha Sultan’ın parmağına geçiriverdiği raddesine değin varmıştı!
Sigara, kahve ikramıyla karşılıklı hâl hatır suali ardından sâbık şâh sebeb-i ziyaretindeki maksadı izah etmekte tereddüd etmeksizin padişaha oğlunun meziyetlerinden iftiharla bahse koyularak “Huzur-u şâhânelerine cüret ederek şunu arz etmek isterim ki, oğlum şâh-ı İran’la kerime-i şehriyarîlerinin izdivaçları her iki İslâm saltanat hanedânı arasında pek iyi netice verecek bir rabıta temin edilmiş olur. Zat-ı şevket meabları bu maruzat ve istirhamıma iltifat buyururlarsa keyfiyeti oğlum şaha hemen arz ederim,” deyivermişti.

Nazikeda Kadınefendi ile kızı Sabiha Sultan

Şehzade Ömer Faruk Efendi
Sultan Vahideddin de kızıyla Ahmed Şâh’ın evlenmeleri teklifini serahaten reddetmeksizin, bir taahhüd de vermeksizin gayetle diplomatik bir mahiyetle yanıtlamıştı. Sultan Vahideddin, kızı Sabiha Sultan’ın huyu suyunu gayet iyi bilmekle kendisini iknaya vâlidesi Nazikeda Kadınefendi’yi memur etmişti. Oysaki Sabiha Sultan’ın daha Umumî Harp’ten evvel Şehzade Abdülmecid Efendi’nin oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi’yi büyük bir aşkla sevmekte olduğu bilinir de bilinmez mevzulardandı ki annesinin bu teklifi kendisine ilettiği gün yıllardan beri saklamakla sezdirmekten dahi çekindiği duygularını ilk defa vâlidesine yalnızca gözyaşlarıyla da olsa ifade edebilmişti. Nazikeda Kadınefendi o gün kızının daha ziyade üzerine varmaksızın padişaha vaziyeti idareyle, kerimelerinin mahçubiyetle teklife bir yanıt veremediği, kendisinin de üzülmemesi için fazlaca ısrar etmeyip yakında herhalde olumlu bir cevap alacakları mealinde bir açıklamada bulunması üzerine padişahın ancak iki gün mühlet vermesiyle yeniden Sultan’ı kandırmaya teşebbüs eden vâlidesine Sabiha Sultan’ın gayetle sinirli ve hırçın bir tarzda “Bu ablak yüzlü, başı traşlı adamın adını bana anmayınız. Sizden çok rica ederim,” demesi üzerine Sultan’ın bu evliliğe asla rızası olmayıp kesinlikle reddettiği cevabını biçare padişaha iletmişti.

Mehmed Ali Şâh Kaçar

Malekeh-Jahan

Ahmed Şâh Kaçar
Aradan çok geçmeden 19 Ağustos 1919 günü İran Şâhı Ahmed Kaçar Han, İngiltere’nin “Seres” kruvazörüyle Karadeniz’den İstanbul’a gelerek, Boğaz’dan girdikten sonra da durmaksızın seyirle Adalar’ın önünde demirlemişti. Maiyetiyle birlikte hükûmet tarafından tahsis edilen bir motorla Büyükada’ya çıkmış; yol boyunca İran sefirinin padişahı son ziyaretinde edindiği intiba doğrultusunda izdivacın muhtemel kabulüne dair kendisine verdiği izahatin tesiri sayesinde de genç ve âşık şâh kendinden gayetle emin ve memnun bir halde Büyükada’da dizilen polis ve jandarma müfrezelerini selâmlayıp uzun yıllardan sonra vâlidesi ve pederiyle hasret gidermek üzere doğrudan doğruya Mehmed Ali Şâh’ın Nizam’daki köşküne gitmişti. Mamafih yarım saat kadar devam eden mülakatın başılıca mevzu yine Sabiha Sultan etrafında cereyan etmişti.

Ahmed Şâh Kaçar Büyükada Splendid Palas’ta, 19.8.1919.
Ahmed Şâh İstanbul’da kalacağı birkaç günlük misafirliği esnasında Büyükada’nın Splandit Oteli’nde konaklayacaktı. Babasının Nizam’daki köşkünden ayrılarak otele dönüp yerleştiği sırada başmabeynci Ömer Yaver Paşa’yla Seryaver Naci Bey otele gelerek padişah namına şâhı selâmlamışlar ve “beyan-ı hoşâmedi” etmişlerdi.
Bu iki zatı müteakip Sadrazam Damad Ferid Paşa da hükûmet namına aynı maksatla şâhı ziyaret etmişti. Sırf resmî bir mahiyette cerayan eden bu görüşmelerde şâh, teşekkürlerini bildirmekle beraber zihnini kurcalayan asıl mevzu etrafında ima edici bir söz dahi söylememişti.
Ahmed Şâh ertesi gün hiçbir yere çıkmayarak otelde kalmış, sefir ve maiyetiyle görüşmüştü. Şâh ertesi gün padişahı ziyaret edecek ve şerefine verilecek ziyafette hazır bulunacaktı.
[…] 21 Ağustos 1919 Perşembe günü padişahı ziyareti ertesinde 24 Ağustos günü Büyükada’dan maiyetiyle birlikte şehre inerek İran Sefarethanesi’ne giden Şâh tebasına takdim merasimi yapıldıktan ve huzurunda okunan methiyelerle manzumeleri dinledikten sonra zihnini kurcalayan mahut izdivaç bahsine geçerek sefire bazı sualler sormaya başlamıştı. Şâh artık bu meseleyi kati olarak hâlletmek istemiş ve bunun için de padişahtan, sultanı resmen istemeye karar vermişti. İşte bu maksatladır ki, sefirden tekrar izahat ve teminat almak ihtiyacını duymuştu.
Sefir İhtişamü’s Saltana Mahmud Han aylardan beri bu mevzu üzerinde yakından meşgul olmuş gerek kendisinin padişahı ziyaretinde gerek zevcesinin Harem-i Hümayûn’da anladığı temayüllerden Sabiha Sultan’ın şâha verilmesinin padişahça kararlaştırılmış bir keyfiyet olduğuna kani bulunuyordu. İran diplomatı esas itibarıyle zeki bir zat olamakla birlikte bu izdivaca herşeyden evvel Şiilik, Sünnilik meselesinin bir mâni teşkil edeceğini düşünememişti. Bu bakımdan efendisini yeniden temin etmiş ve resmen yapılacak bir talep karşısında padişahın muvafakat edeceğine dair yanıt vermişti. Sefirin tekerrür eden teminatı üzerine sevincinden âdeta çılgına dönen delikanlı şâh, hemen kendi göğsündeki Şîr-i Hurşid nişanını çıkarmış ve kendi eliyle sadık, becerikli sefirinin göğsüne takmıştı! Bu Şâh’ın Mahmud Han’a gösterdiği iltifâtın son raddesini teşkil ediyordu!

Sultan VI. Mehmed Vahideddin
Ertesi gün sefir, Başmabeynci Yaver Paşa’ya müracaat ederek Şâh’ın amcası olan Prens Nasru’s-Saltana’nın huzur-ı hümayûna kabulü için hünkârdan müsaade alınmasını rica etmişti. Böylelikle 26 Ağustos’ta Prens Nasru’s-Saltana refakatinde İran Sefiri olduğu halde Yıldız Sarayı’na gelmişti. Padişahın huzuruna yalnız başına çıkarak Azerbeycan Türkçesi’yle konuşan şâhın amcası hayli uzun bir mukaddemeyle Osmanlı-İran dostluğundan bahsettikten sonra Osmanlı ve İran hanedân ailelerinin asaletlerini uzun uzadıya izah etmiş nihayet “Biraderzâdesi Şehinşâh-ı İran Ahmed Kaçar Han’ın meziyetlerini de anlatarak Sabiha Sultan’ı İran Şâhı’na resmen istemişti.
Padişah ihtiyar prensin bu sözlerini dikkatle dinledikten sonra gayet nazik bir lisanla ve âdeta özür dileyen bir tavırla aynen şu cevabı vermişti: “Teklifiniz ne büyük iltifattır. Bunu size tasvir etmekten âcizim. Kerimem ile Şâh-ı Cihan Hazretleri’nin izdivacı gerek benim, gerek hanedânım için fahr ü mübahati mucip olacak bir mukarenet-i mesude olurdu. Lakin çok teessüf ederim ki evvelce sâdır olmuş bir irademiz şimdi Şâh hazretlerine vasıta-ı fahimanelerinizle, muvafakat cevabı vermekliğimize mâni teşkil etmektedir. Kızım Sultan Sabiha, hâlen nişanlı bulunuyor! Yakında izdivacı mukarrerdir.”
Hünkârın bu sözleri karşısında Şâh’ın amcası tek bir kelime söylemeye kendinde mecal bulamamıştı. Bu derece kati bir red cevabından sonra başka ne denilebilir ve ne yapılabilirdi ki! […]

Ahmed Şâh Kaçar
Büyükada’da Splandit Oteli’ndeki dairesinde amcasıyla sefirinin bir an evvel Yıldız’dan dönmelerini bekleyen şâh, Prens Nasru’s-Saltana’yı yalnız olarak kabul etmişti. Prens, hiçbir mukaddimeye lüzum görmeksizin Sabiha Sultan’ı padişahtan nasıl istediğini ve hünkârın da kendisine nasıl cevap verdiğini kısaca anlatmıştı. Bu menfi cevap üzerine hiddetinden kıpkırmızı kesilerek ayağa kalkmış ve derhâl huzuruna çağırdığı mabeyncisine: “Hemen Nasruddevle’yi çağır, gelsin!” diye bağırarak emir vermişti. Endişeyle odaya giren Nasruddevle Şâh’la amcasını ayakta bulmuştu. Asabiyetinden ne yapacağını şaşıran genç hükümdâr, odanın içinde pek sinirli birkaç adım attıktan sonra meçhul bir istikamete doğru yumruklarını sıkarak şunları söylemişti: “İhtişamü’s Saltana bu andan itibaren mazuldür. Tahran’a dönsün. Hamil olduğu Şîr-i Hurşid nişanı da kendisinden istirdad edilsin. Ayrıca da zevcesini boşaması için kendisini icbar ediniz!”

Ahmed Şah Kaçar Büyükada Splendid Palas’tan ayrılırken, 26.8.1919.
Şah, bu sözlerine başka bir şey ilave etmeksizin susmuş ve muhataplarının anlayamadığı birkaç kelime daha homurdanarak odadaki koltuklardan birine çökmüştü! […]
Padişah’ın red cevabını alan Ahmed Şâh, hiddetinden o gece sabaha kadar uyuyamamış ve ertesi gün derhâl İstanbul’dan ayrılmak üzere yol hazırlıklarına başlanmasını irade buyurmuştu. […]*
________*
Mustafa Ragıb Esatlı (haz. İsmail Dervişoğlu), Saray ve Konakların Dilinden Bir Devrin Tarihi, İstanbul (2010)235-267.
Bir Cevap Yazın