Sermed Muhtar Alus, “İstanbul Kazan, Ben Kepçe: Köprüden Adalara…”, Akşam, 5.3.1939.

İstanbul kazan, ben kepçe
Köprü’den Adalar’a…
O vakitlerin Adalar İskelesi, şimdiki Haydarpaşa vapurlarının yanaştığı yerde; yani Kadıköy İskelesi’nin solunda…
Adalar’a gidiş ve geliş seferlerinin adedi onu aşmazdı. Her iki taraftan iki sabah, bir öğleden sonra, iki akşam postası; bir de Anadolu kıyılarına uğrayanı; doğru Büyükada’yı tutup Yalova’yı boylayanı da cabası…
Adalar’ın gözbebeği vapuru 14 numaralı Aydın’dı. Sabahları Pendik ve Kartal’dan gelerek alaturka saat 1’de Büyükada’dan, bir çeyrek sonra Heybeli’den direkt olarak İstanbul’a gider, 10’da Köprü’den hareket edip aynı şekilde dönerdi. Heybeli’yi dakikası dakikasına bir saatte tutardı ki, aşağı yukarı bugünün rekoru sayılır.
Öbür yandan çarklılar arasında iki yürük daha var: 19 numaralı Fenerbahçe, 20 numaralı Haydarpaşa. Bu ikisinden sonra en halliceleri 17 numaralı Şahin’di.
İlk ve öğle üstü seferlerini yapan 8 numaralı Hereke, 15 numaralı Nüzhetiye, numarasız Eser-i Şevket tıknefestiler. İçlerine bin, deniz havasına, manzarasına gık de veya mütalaâya var, 300 sahifelik kitabı hatmet; yahut alt salonuna in, kanapeye sırtı verip horul horul uyku kestir…
Sarayburnu sağımızda, açılıyoruz… Solumuz Moda, Kalamış Koyu, Fenerbahçe Mesire-i Dilârası [gönül süsleyen mesiresi]…
Buradaki fener 1864’te Fenerler İdaresi’nin teşekkülünden sonra yapılmış. Evvelce sabit ışıklıydı, şimdiki gibi çakmaz ve yanıp sönmezdi.
Bu seyrangâhtan [gezinti yeri] çok defalar bahsettiğimiz için tekrarına lüzum yok. Yalnız şunu söyleyelim: on, on beş sene evveline [1920’lere] kadar duran, berzah [kıstak] tarafındaki kümbetli harabe Emeviler’den kalma imiş. Mervan İbni Hakem’in kumandasında İstanbul’u muhassaraya gelen hattâ Galata’yı zapteden Araplar, buraya şehitlerini defnetmişler; o kâgir binayı da hamam olarak yapmışlar. Osmanlı padişahlarından bazıları bu noktaya saraylar kurdurmuş, bazıları da şehidlik olduğu için serviler diktirmiş.
Fenerbahçe’nin seyrangâh oluşu, II. Mahmud’un Çamlıca’lara dadanışından ve civarlarını sık sık dolaşışından sonra… Şunu da ilâve edelim: Önceleri, II. Abdülhamid (1876-1909) devrinde olduğu gibi, Cuma ve Pazarları hıncahınç dolmaz, araba piyasaları yapılmazmış. senede bir, Mayıs’ta öküz arabalarıyla ve yemeklerle erkenden gelirler, akşamı ederlermiş.
Solumuzda, Şapka Burnu’nun açığındaki Salistra(1) dalyanı en büyük ve verimli dalyanlardan biri idi ve hâlâ da öyle…
Güz yarılanıp havalar serinleyince Karadeniz’den akın eden uskumrular ve peşlerindeki torikler buralara yayılır, dalyan sahibi çorbacıları [Rumları] ihya ederlerdi. Gene de öyle…
İstanbul’un eski ahalisi, yani 486 sene [1453’ten] evvelkiler, Adalar’a Demonisya yani Halk Adaları, sonra Papadonisya yani Papaz Adaları derlermiş.
Şark [Doğu Roma / Bizans] imparatorlarına, imparatoriçelerine, prenslerine sürgün yeri oluşundan Avrupalılar Prens Adaları diyorlar. Bizler de Kızıl Adalar demişiz.
Topyekûn dokuz adettirler. Büyükleri İzmit Körfezi’ne gidiş sırasıyle Kınalı (Proti), Burgaz (Antigoni), Heybeli (Halki), Büyükada (Prinkipo)…
Küçükleri de Hayırsız Adalar dediğimiz Sivri Ada (Oskiya) ve Yassıada (Platiya); Heybeli’nin önündeki Kaşık Adası (Pita); Büyükada’nın cenubundaki Sedef Adası (Anterobintos) ve gerisindeki Tavşan Adası (Neandros)…
Hepsi de keşişler ikametgâhı ve manastırlarla doluymuş. Tahtından indirilmiş ve gözü çıkarılmış Rum tacidarlara [imparatorlara], saçları kesilmiş karılarına, işkenceden işkenceye sürüklenmiş mensuplarına çilehane ve mezar olmuşlar…
Malûm a, Hayırsız Adalar’ın sivrisine, 1910’da İstanbul’un sokak köpekleri sürülmüştü de acı ulumaları tâ nerelerden duyulmuştu.
Yassıada’da çatısı ve katları göçüp duvarları kalmış olan bina, 1857-65 seneleri arasında İstanbul’da İngiliz elçiliği eden Sir Hanri Bulver’in [Lord William Henry Bulwer-Lytton (13.2.1801-23.5.1872)] yaptırdığı köşkten bakiyedir. Beş altı sene evvel seyrettiğimiz “Karım Beni Aldatırsa [(1933)]” filminde, Ercüment Behzad’ın Feriha Tevfik’i alıp çala kürek yanaştırdığı mahaldir.
Kınalı, kırmızımtrak yamaçlarıyla âdetâ kınalı gibi koyduğumuz isminin müsemması değil mi?… Şu var ki onda çam mam arama, tepeleri, bayırları fundalık, çalılık…
Bir aralık Şark [Doğu Roma / Bizans] İmparatorluğu’na konan Ermeni Leon’un [İmparator I. Leon (457-474)] cesedi de, çoluk çocuğuyla beraber buraya aparılmış…
O bedbahttan mı, yoksa mintarafillâh mı [Allah vergisi mi], bu ada evvel ve âhır Ermenilerce merguptur [rağbet edilen yerdir]. Senelerden beri Kuyumcu Çarşısı’nın [Kapalıçarşı], Samatya’nın paralıları ve Adalar’da yaz geçirmek isteyenleri hep oraya giderler.
Burgaz öteden beri Rumluk’tu. Oradan vapurlara binip inenler arasında bir Türk hemen hemen görülmezdi… Doktor Medeni’nin sanatoryumu? Rüyalarda yok…
Ara postaları yapan iki bacalı Nüzhetiye’nin, koca davlumbazlı Eser-i Şevket’in kaptanları ekseriya açıktan: “Müşteri var mı?” diye çimacılara bağırırlar, iskeleye yanaşmadan yolu tutarlardı.
Burgaz’dan kalktık, yolumuza revanız: arasından geçtiğimiz Kaşık Adası’nı doktor Hıntıryan’ın satın aldığı, köşkler, bahçeler, bağlar kuracağı, bir tarafını çiftlik şekline sokacağı söylenip dururdu. Bunları yaptı da ben mi farkına varmadım, yoksa lâfta mı kaldı bilmem; bildiğim şu ki adacağızın oldum olasıya kupkuru ve ıssızlığı, içinde hâlâ duran bir balıkçı kulübesinden başka nesne bulunmayışı…
Heybeli… Arası basık iki dağ tepesiyle hakikaten heybeye benzer… Bizimkiler en münasip ve yakışık alan adını takmışlar.
Heybeli, adalar içinde İslâm ahalisi en çok olanıydı ve elyevm de öyledir. İskelenin bitişiğindeki Deniz Harp Okulu, yani eski Mekteb-i Bahriye binası 1860 yapısı. İttihad ve Terakki’nin Bahriye Nâzırı Cemal Paşa zamanında ve daha sonraları bazı taramalara ve ilâvelere uğramıştır.
Ada’nın dindaşlarımızla doluşuna bir sebep de herhalde bu mekteptir. Bahriye’den hayli erkân, ümera zabitan tabiatiyle oraya yerleşmişlerdi. Yelkenli Nüveyd-i Fütuh talim gemisi de karşıda demirli.
İki tepenin yamacındaki Rum Papaz Mektebi eski bir manastır yerine 1844’te inşa edilmiş. Keşişhanelik zamanında ve 1828’deki Rus Harbi sıralarında buraya Moskof esirleri getirilmiştir. 310 [1894] zelzelesinde zedelenen mektebi bir sene sonra mükemmelen tamir ettiren Rum zenginlerinden Pavli Stefanoviç.
İki tepe arasındaki Rum Ticaret Mektebi 1831’de yapılmış.
Oteller ve gazinolar itibariyle Büyükada’yla yarışamamkla beraber Heybeli’nin de Paris, Avrupa, Servet isimleriyle geniş, temiz, konforlu, gazinolu, çalgılı otelleri vardı ki saydıklarımızın sonuncusu haftalık Malûmat, gündelik Türkçe ve Fransızca Servet Gazetesi‘nin sahibi Baba Tahir’indi.
Tapusu da, madaması ve Abdülhamid’in viyolonisti Vondra’nın hemşiresi Hatune’nin üstünde.
Heybeli havasının ceyadeti, çamlarının bereketi, muhitinin samimiyetiyle hiç şüphesiz öbür adalardan üstündür, Çam Limanı’nın letafeti de eşsizdir.
Sırası düşmüşken şu fıkrayı yazıverelim:
Balkan Harbi [1912-11913] avakibi [neticeleri] sıralarında Sadrazam Kâmil Paşa, Sultan Reşad’a yana yakıla Rumeli’yi ve Adalar’ı kaybetmek mecburiyetinde kaldığımızı söylemiş. Hakan:
— Aman sus Paşa, demiş; hele Adalar’a çok yandım. Çam Limanı’na bayılırdım!…
Bahsettiğimiz tarihlerde Heybeli’nin ne sanatoryumu, ne Halki Palas, ne civarındaki köşkler, ne plâjı, ne de ilkteşrin’de [Ekim] turfanda mandalinalar yetiştiren bahçeleri vardı.
Gelin olacak vükelâ, vüzerâ kızlarına çeyizlik beyaz çamaşırlar diken, nakışlar işleyen kız kurusu ve birer yaş aralı Dört Kardeşler seksenlerini aşkın olarak elân hayattalar…
Sermed Muhtar Alus
________________________
(1) Salistra: Kalamış deniz kenarında bulunan sazlık, kamışlık demekmiş.
___________________________________________
Sermet Muhtar Alus (yay. haz. Necdet Sakaoğlu), İstanbul Kazan Ben Kepçe, İstanbul (1995)217-221’de de yayımlanmış olan Sermed Muhtar Alus, “İstanbul Kazan, Ben Kepçe: Köprüden Adalara…”, Akşam, 5.3.1939. künyeli gazete kupürünü Adalar Postası’yla paylaşan Tekin Deniz’e 1001 teşekkürlerimizle…
Bir Cevap Yazın