Gönderen: adalarpostasi | 21 Şubat 2020

İstanbul Mektupları: Biraz da Adaları Gezelim

🔘 Ercümend Ekrem Talu, “İstanbul Mektupları: Biraz da Adaları Gezelim”, Akşam, 26.8.1937.

İstanbul Mektupları: Biraz da Adaları Gezelim

Adalar’da oturan bazı karilerimden mektuplar alıyorum. Bana:

— Boğaziçi’nin güzelliklerine daldın. Bizim Adalar’ın ne zaman sırasını getireceksin? diyorlar.

Ben de bugün, Boğaz gezintilerine biraz fasıla verip, kendilerini memnun etmeye çalışacağım.

Kızıl Adalar’la –Türk tarihinde, böyle yâd edilirler– âşinalığım oldukça eskidir. Babam [Recâizâde Mahmud Ekrem Bey], Trablusgarp’tan dönüş, bâirade-i seniye Büyükada’da zorla tebdil-i havaya memur (!) edildiği zaman [1890-1893] orası bir köyden başka bir şey değildi.

Nizam’da son ev, İdare-i Mahsusa (Akay’ın [Vapur İşletmesi] dedesi) nâzır muavini Con Paşa Avramidis’inki, Maden cihetinde ise Erzak-ı Askeriye müteahhitlerinden Aslan Fresko Efendi’nin köşkü idi.

Con Paşa Köşkü, John Avramidis Paşa [Prinkipo Yacht Club âzaları arasında kırmızı fesli olan], Fresco Köşkü, Aslan Abraham Fresco.

Bugünkü lüks gazinolardan, otellerden eser yoktu. Yalnız iskele başında, yemeğiyle meşhur Apostolaki’nin Otel des Etrangers’sini ve bir de gene şimdiki yerinde Kalipso Oteli’ni hatırlıyorum.

Hotel Calypso ve Hotel des Etrangers

İskele’de salaş bir –sözüm ona– gazino, deniz kenarında sıra kahveler, bir iki tane koltuk meyhanesi, Dil’de, Diyaskelos’ta, Yorguli’de (Yörükali), Aya Yorgi ve Hristos tepelerinde, Aya Nikola denen Batmış’ta ve Maden’de, metruk tarihî maden ocaklarının civarında birer kır kahvesi vardı ki yazın, üç ay kadar iş görürlerdi.

Hristos Kır Kahvesi

Büyükada’da yaz-kış oturan seçkin simâlar pek azdı. Bunlar, hatırda kaldığına göre: Babam’dan maada Müşir Ali Nizâmi Paşa, Kuleli Hastanesi baş hekimi ve sır kâtibi Mustafa Paşa damadı Şemsi Molla Bey, Yenişehirli Adem Bey, Devair-i Belediye ser müfettişi Salâhaddin Bey (sonra Paşa), Tophane Tecrübe ve Muayene Dâiresi âzasından miralay Tartaksiyon Cemil Bey (sonra Paşa) Sami Paşa zâde, Şûrayı Devlet âzasından Baki Bey, Mekteb-i Tıbbiye kulak-boğaz muallimi kaymakam Civani [Ananyan] Bey, Beyoğlu Mukavelât muharriri (noter) Abdullah Nâme Efendi, Levanten sarraf ve tüccarlardan Kastelli, İngiliz Mister Allen adında ihtiyar bir centilmen, sokak kapısının üzerinde asalet arması bulunan Roux [Jules Charles-Roux] adında bir de Fransız’dan ibaretti.

Recâizâde Mahmud Ekrem (1847-1914), Müşir Ali Nizâmi Paşa, Şemsi Molla Bey (1844-1894), Jules Charles-Roux (1841-1918), Dr. Civani Ananyan (1848-19??).

Bütün bu saydıklarım, –bir nevi sürgün olduğu için Recâizâde müstesna– rüzgârlı havalarda yelken açan, çatlak kazanları yer yer alçı ile sıvanmış, güverte tahtalarının aralıklarındaki katranlar eriyip akmış, çürüyen küpeştelerinin yerine muşamba gerilmiş, vapur adını taşıyan allahlık tekneler içerisinde, iki buçuk saatte Ada’ya dönerlerdi.

Frenklerden gayrisi, hep ayni ailenin efradı gibi idiler. Kendi aralarında pek sık görüşür, teklif ve tekellüften âzade bulunurlardı.

Şemsi Molla

Şemsi Molla merhum bu cemaatin ruhu idi. Cesareti, zekâsı, enerjisi, müteşebbisliği, becerikliliği ona diğerlerinin üzerinde bir tefevvuk temin eylemiş, kendisini bir nevi “Ada kâhyalığı”na nasbetmişti.

Hükümet ve belediye ile irtibat vazifesini o görürdü. Kazanın, Affan Bey adında, terbiyeli, halûk, namuslu, halim selim bir kaymakamı vardı. Bu zat, işlerinin çoğunu Molla Bey’le istişare ettikten sonra görürdü.

Şemsi Molla bir garibe idi. Koca sarığının içinde, zekâ dolu, ilim dolu, nükte ve zarafet dolu bir kafa taşırdı. Hekimdi. Hem de çok iyi, çok hazik bir hekimdi. Ada’ya, vahim bir hastalıktan sonra nekahat devresini geçirmeye gelen Fransa sefiri Marki dö Montebello’yu o tedavi etmiş, muhabetini, hayranlığını ve hürmetini kazanmıştı.

Bakınız bu nasıl olmuştu:

Marki dö Montebello, bitkin bir halde, Ada’ya gelmiş, şimdiki kulüp civarındaki bir köşke yerleşmişti. İstanbul’un o vakitki en meşhur hekimleri, Zambakolar, Horasancılar, Ormanyanlar, Stekuliler, Mordmanlar gün aşırı gelip hastalarını yokluyorlardı. Mevsim kış, deniz ekseriya fırtınalı idi. Ve Ada’da bir Rum belediye hekimi ile Molla’dan maada o sırada hekim yoktu.

Bir gece, sefire bir kriz geldi. Etrafındakiler telâşa düştüler. Hemen, adamlarından birini belediye eczanesine koşturup hekim arattılar. Eczacı ezile büzüle:

— Belediye hekimi, akşam üstü Kınalıada’da bir hastaya çağrıldı; lodos şiddetli olduğundan dönemedi. Bir hekim daha var. Var ama biraz acaip tabiatlıdır; her zaman her yere gitmez. Fakat bakalım bir kere. Hastanın kim olduğunu söylersek, belki kandırırız; dedi.

Ve hademeyi yanına alarak Molla’nın Nizam’da Bayır üzerindeki evine* kadar gitti. Şemsi Molla’yı kandırmak zor olmadı. Her Türk gibi onun da misafirperverliği üstündü. Sefirlik sıfatı olmasa da, kendisinden istimdad eden bir ecnebi, hem de gurbet zede bir cenebi idi. Lâtasını sırtına, sarığını başına geçirdi, derecesi ile mismaını cebine koydu, vazifesini ifaya şitaban oldu.

Marki biçaresi buhranın tesiri altında, kendinden geçmiş, bitâb yatıyordu. Karısı, kulağına eğilerek:

— Doktor geldi! dedi.

Hasta, gözlerini araladı, baktı.. petrol lâmbasının loş ışığında, hekimin simasını seçmeye çabaladı.

Derken hızla yatağının içinde doğruldu; gözleri büyüdü; dudakları titremeye başladı.

— İstemem, istemem!.. Ben imam istemiyorum!.. Çıkarın dışarıya!.. diye avaz avaz haykırdı.

Molla’nın imam olmayıp hazik bir doktor olduğunu bir türlü anlatamıyorlardı. Zavallı ancak Molla’nın güldür güldür Fransızca, hem de fenni konuştuğunu işittikten sonradır ki, sefirin aklı başına geldi.

Molla kendisini uzun uzadıya muayene etti; ilaçlar verdi; ertesi gün diğer meslektaşları geldiği vakit konsültasyonda hazır bulunmak arzusunu izhar eyledi. Hastanın yanından ayrılırken de, vizita olarak uzatılan bir kaç altın Napolyon’u nazikâne reddetti:

— Ben buraya dostça geldim. Hizmetimden bir fayda hasıl olursa benim için en büyük kazanç odur… dedi.

Sefir iyileşir iyileşmez, bu ulûvvucenabı, Abdülhamid’e bizzat bildirdi. Molla’nın payesini terfi ettiler.

İşte, Şemsi Molla, Allah rahmet eylesin böyle bir insandı. Barut gibi sert fakat o nisbette de iyi kalpli idi. Esnaftan birine kızdı mı döver, hemen sonra nadim olur, ihsan edip gönlünü alırdı. Hattâ rivayet ederler ki, çarşı boyunda Anesti adındaki bir zerzevatçı, Molla’yı hemen daima kasten kızdırır, tokadını yer ve böylece bir ayda epey para çıkarırmış!..

Fıkara yeri olan Büyükada’nın, isimlerini yukarıda saydığım zatlar âdeta birer velinimeti idiler. Eski Adalılar’a bugün, bunlardan herhangi birini sorsanız, gözleri sulanır, içini çeker:

— Ah! der; o ne adamdı!

Evet. Ne adamlardı, onlar!.. Kerim, sehi, garib, dost, misafirperver, terbiyeli, vakur, vefakâr… Bütün insanî faziletleri kendi nefislerinde toplamış idiler.

Hepsi de hürriyetin hasretini çekerler, memleketin kurtuluşunu sayıklarlardı.

Ne olurdu, bugünlere, onlar da erişseler, ömürlerinde bir kerecik olsun geniş bir nefes alsalardı?

Ercümend Ekrem Talu

___________________________________________

Ercümend Ekrem Talu, “İstanbul Mektupları: Biraz da Adaları Gezelim”, Akşam, 26.8.1937.
künyeli gazete kupürünü Adalar Postası’yla paylaşan
Tekin Deniz’e 1001 teşekkürlerimizle
)O(

_______________________________*

[…] Çankaya Caddesi Şemsi Molla Soka­ğı’nda 1502,50 metekarelik bir alanda eskiden yer alan ünlü hekim Şemsi Molla’nın üç katlı bahçeli ahşap köşkünü, Hasan Fehmi Bey satın almıştı (1937). Mimar Vedad (Tek) Bey’in kızı Selime Hanım, Hasan Fehmi Bey’in oğlu Yekta ile evlendikten sonra bu köşke yerleşerek köşkün eski ahır bölü­münü tadil etmiş ve Türkiye’nin ilk disko­teğini eşi ile birlikte burada açmıştır (1949). 1975 yılına kadar faaliyette bulun­muş olan bu diskotekte, sabaha kadar danslar, kıyafet baloları, erkek ve kadın güzellik yarışmaları düzenlenmiştir. Dis­koteğin içki ve yemek servisi yapıldığı […]

“YAK (Yeşilada) Kulubü”, Taha Toros Arşivi, Dosya No: 35. [Pars Tuğlacı, “YAK (Yeşilada) Kulübü)”, Tarih Boyunca İstanbul Adalar I, İstanbul (1989)532.]

* * *

Semiha Akpınar, Büyükada (Bir Ada Öyküsü), İstanbul (2014)272-273.

Şemsi Molla

Türkân İslamoğlu (1927): […] Dedem Şemsi Molla nüktedan ve dik kafalı bir insandı. Takma adı “Ada Beyi” idi. “Ada benimdir” demek istiyor. Bu ad kendisine, çok yakın arkadaşı Recâizâde Mahmud Ekrem Bey tarafından takılmıştır. Ona “tatlı derebeyi” diyor. Şemsi Molla doktordu, askeri tıbbiye mezunudur. Askeri tıbbiyeyi bitirdikten sonra Fransa’ya giderek öğrenimine orada devam ediyor ve rütbesi miralaylığa (albaylığa) kadar yükseliyor.

Şemsi Molla, zamanın sır kâtibi Mustafa Paşa’nın kızı Zeynep Hanım’la evlenmiştir. Anneannemin sağ yanağında bir ben vardı.; “Mustafa Paşa’nın benli kızı” derlerdi. Ve bu Şemsi Molla’nın tek evliliğidir. Zeynep Hanım’dan Mehmet ve Cemâl isimli iki oğlu ile Selma, Fitnat, Nudiye isimli üç kızı oluyor. En küçükleri Nudiye benim annemdir.

Şemsi Molla orta boylu, siyah gözlü, kızılımsı sakallı, kalın dudaklı, çok keskin bakışlı ve son derece nüktedan bir insandı. Ayrıca çok iyilikseverdi. Hastalarının yoksul olanlarını konağına getirterek, yedirip içirerek bakardı. Bir huyu vardı, çok çabuk, daha doğrusu aniden hiddetlenirdi. Çok adaletseverdi, hiddetlenmesi bundandı. Bir gün manavın eksik tarttığını görünce hiddetlenip manava bir tokat atıyor. Sonra eve gelince de çok üzülüyor. Bir-iki gün üzüntüsünden kendi kendini yedikten sonra gidip beş lira bahşiş vererek manavın gönlünü alıyor. Bunu gören fırıncı “Bari Molla gelse de bize de hergün bir tokat atsa” diyor.

O zamanlar Ada’nın suyunu sözleşmeyle karşıdan, Maltepe’den Kazoğlu diye biri getiriyordu. [Kazoğlu, Büyükada’da da su kuyuları açıp işletmiştir.] Meğer iki gün getirip iki gün getirmeyerek işi aksatıyormuş. Bunu haber alan Şemsi Molla hiddetlenerek Kazoğlu’na çıkışıyor. Kazoğlu “Efendim, ben bugüne bugün Kazoğlu’yum” deyince Şemsi Molla cevabı yapıştırıyor: Estağfurullah efendim Kazoğlu bendeniz, zât-ı âliniz köpoğlu” diyor.

Bir gün vapura giderken bir kâğıdını evde unutmuş ve hemen Kadıyoran’a eve bir adam göndermiş, Ada alkı ve hatta kaptanlar bile onu o kadar benimsemişler ki adam kâğıdı getirene kadar vapur kalkmamış.

Şemsi Molla’nın bir arkadaşı var: Almenak Efendi. O da doktor ve ava meraklı. Ancak doktorluğu vasatın altında. Belgrad Ormanları’nda falan ava çıkıyor. Bir gün Şemsi Molla’ya “Ada’da bir ev almak istiyorum, hazır diplomam da var kapıya asar doktorluk yaparım” deyince Şemsi Molla: “Öldürdüğün hayvanlar yetmedi mi, şimdi de insanları mı öldüreceksin” diyor.

Şemsi Molla’nın babası Cemâleddin Efendi de Askeri Tıbbiye’nin kurucularındandır. Şemsi Molla antika porselen meraklısıydı ve son derece zengin bir koleksiyonu vardı. Yemek yapmayı da çok severdi. Bâzı yemekleri annem “Şemsi Molla usulü” diye bilirdi. Şemsi Molla’nın konağındaki yaşam küçük bir saray yaşamı idi. Ramazanlarda iftar sofraları kurulurdu. Bir gün kendisine sormuşlar: “Nerede ikâmet buyuruyorsunuz?” diye. İstanbul’a Ada’dan gidiş-dönüş vapur yolculuğunun uzunluğunu düşünerek cevabı yapıştırıyor: “Ada vapurlarında”…

* * *

Şemsi Molla: “Halt etmişsin! Kazoğlu sen değil bizleriz ki, seninle mukavele yapıp, akmayan su için avuçlar dolusu para veriyoruz…”

Adalar Postası 2662/1 (13.02.2012).

24 Mart 1886 Çarşamba günlü, Büyükada’da Nizâm denilen yerde bulunan kuyulardan temin edilecek suyun makinelerle kasaba dahiline getirilmesi ve muhafazası için imtiyâz talebinde bulunan Kazoğlu Hristo’nun arzuhâli ve Nafiâ Nezareti’nin bu babdaki tezkiresinin müzâkeresine dâir

28 Mart 1886 Pazar günlü, Büyükada’da buhar makinesi vasıtasıyla su ihraç etmek üzere Kazoğlu Hristo’ya imtiyaz verilmesine dâir

13 Mart 1913 Perşembe günlü, Büyükada’da Nizam Suyu’nun icra ve tevzii imtiyazı uhdesinde bulunan pederi Hristo Efendi’nin vuku-ı vefatına mebni imtiyaz-ı mezkurun pederinin o babdaki ferman-ı ali ile mukavele ve şartname mucibince haiz olduğu bilcümle taahhüdatını ifa-yı mecburiyetini mutazammın müstedi oğlu Kozma Kazoğlu Efendi’den sened ahz olunarak namına tashihi kaydına dâir

8 Haziran 1913 Pazar günlü, Müteveffa Hiristo Efendi’ye ait Büyükada’daki Nizam Suyu imtiyazının vereseleriyle anlaşan Kuzma Kazoğlu Efendi’ye devr ve ferağına dâir

Ercüment Ekrem Talu, Anılar (Geçmiş Zaman Olur ki), İstanbul (2005)166, 279.

[…] Şemsi Molla o tarihte Büyükada’da deniz suyunu tuzundan tecrit ile fabrikasından evlere sevk eden Kazoğlu isminde bir adamla akd-i mukavele etmişti. Su iki gün akıp üç gün kesildiği cihetle Molla Bey kızdı ve taksidini ödemedi. Bilahare Kazoğlu bunun sebebini sorunca da, Molla ber-mutat sövüp saymaya başladı. Muhatabı: — Affedersiniz beyefendi! Bunları kime söylüyorsunuz?.. Ben Kazoğluyum, deyince Molla: — Halt etmişsin! diye bağırdı. Kazoğlu sen değil bizleriz ki, seninle mukavele yapıp, akmayan su için avuçlar dolusu para veriyoruz.
[…] Şimdi bir şey söyleyeceğim, inanmayacaksınız: Yirminci konfor asrında, cayır cayır kavrulan Büyükada’nın muntazam kanalize edilmiş, bol, tatlı suyu vardı. Bu hayrat, Kazoğlu isminde bir Rum’un eseri idi. Nizam’da ufak bir fabrika kurmuş, denizin suyunu taktir ederek, borularla evlere verirdi.
Bu iptidai fabrika (!) el’an durur.

* * *

Atilla Çetin, “Ercümend Ekrem Talu”, TDV İslâm Ansiklopedisi 11 (1995) 274-276.

ERCÜMEND EKREM TALU

(1888-1956)

İstanbul’da İstinye’de doğdu. Tanzimat’tan sonraki Türk edebiyatının tanınmış simalarından Recâizâde Mahmud Ekrem’in oğludur. Galatasaray Mekteb-i Sultânîsi’nde ve Fransız mektebinde okudu. Bir müddet Dârülfünun Hukuk şubesine devam ettikten sonra tahsilini Paris Siyasî İlimler Mektebi’nde sürdürdü. Dönüşünde devlet memuriyetine girdi (1905). Ertesi yıl Düyûn-ı Umûmiyye’de mütercimliğe geçti. 1908’de bu görevden ayrılarak Meclis-i A‘yân mütercimliğine, 1913’te Dîvân-ı Hümâyun Teşrifat Dairesi memurluğuna tayin edildi. 1916 yılında buradan da ayrılarak bir yıl kadar açıkta kaldı. 1919’da çok kısa sürelerle Hariciye Nezâreti matbuat müdürlüğü (23 Mart-26 Ağustos 1919), Edirne vilâyeti mektupçuluğu ve Hariciye Nezâreti müsteşar muavinliği yaptı. 1920’de Beyoğlu Belediyesi’nde, 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edildiğinde işgal ordusunun kurduğu sansür heyetinde hükümet temsilcisi olarak çalıştı. 

Cumhuriyet döneminde 1923 yılında tekrar Hariciye Nezâreti matbuat ve istihbarat müdürlüğüne (16 Aralık 1923-12 Mart 1924), 1924’te cumhurbaşkanlığı umumi kâtipliğine tayin edildi. Bir yıl sonra İstanbul Yüksek Muallim Mektebi Fransızca öğretmenliğine nakledildi. 1927’de üçüncü defa matbuat umum müdürlüğüne getirildi (26 Eylül 1927-31 Mayıs 1930). Bu kurumun lağvı üzerine Varşova büyükelçiliği müsteşarlığına gönderildi. 1933’te bu görevden affedilince bir süre açıkta kaldı. 1936’da Ankara Siyasal Bilgiler Okulu’na Fransızca öğretmeni oldu. 1937-1943 yılları arasında Ankara Hukuk Fakültesi, Gazi Eğitim Enstitüsü ve Polis Koleji’nde Fransızca öğretmenliği yaptı. Bundan sonra İstanbul’a nakledilerek öğretim hayatını 1943’ten 1950’ye kadar Galatasaray Lisesi edebiyat öğretmeni olarak sürdürdü. 1950’de kendi isteğiyle buradan emekli oldu. Mükemmel denecek derecede Fransızca, İngilizce ve Rumca bilen Ercümend Ekrem, hayatının son yıllarında İstanbul Şehir Tiyatrosu Edebî Heyeti’nde ve Sular İdaresi Meclisi’nde üyelik yaptı. Bir süre yazılarından elde ettiği gelirle geçimini sürdürdü. 16 Aralık 1956’da öldü. Kabri Zincirlikuyu Asrî Mezarlığı’ndadır. 

Cumhuriyet devri Türk mizah edebiyatının en büyük kalemlerinden ve halka mal olmuş yazarlarından biri olan Ercümend Ekrem yazı hayatına 1904’te Çocuklara Mahsus Gazete’de başladı. Bir süre Beyoğlu’nda çıkan yabancı gazetelere Fransızca bazı makaleler yazdı. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilânından sonra Türkçe gazete ve dergilerde yazıları devamlı olarak çıkmaya başladı. Özellikle Tercümân-ı Hakîkat gazetesinde “Ebül-muvakkar” imzasıyla yazdığı siyasî, edebî ve sosyal muhtevalı yazılarıyla dikkati çekti. Fakat onun asıl gazeteciliği, Meclis-i A‘yân mütercimliği yaptığı yıllarda Ahmed Râsim’in daveti üzerine girdiği İkdam’da başlar (1910). Burada gazeteciliğin bütün inceliklerini öğrenen Ercümend Ekrem daha sonra başka birçok gazete, mecmua ve mizah dergisinde hikâye ve roman tefrikaları neşretmiş, imzalı imzasız sayısız yazılar yayımlamıştır. Mütareke devrinde Aka Gündüz’le birlikte Alay adlı mizahî bir gazete (1920), ayrıca tek başına çocuklar için Lâne isimli bir dergi çıkarmıştır.

Zeki, esprili, realist bir gözlemci şahsiyete sahip olan Ercümend Ekrem, mizah alanında ilk şöhretini 1920’de İleri gazetesinde yayımladığı ve Evliya Çelebi’nin üslûbunu taklit ederek yazdığı fıkralarla sağladı (Evliyâ-yı Cedîd, 1336). Devrin İstanbul’unu mizahî bir dille anlatan bu yazılar büyük bir ilgi gördüğünden beş yıl sonra bunların devamını kaleme aldı (Zeyl-i Evliyâ-yı Cedîd, 1925). Muhayyilesinde yarattığı Azerbaycan’dan gelme aşırı mübalağacı bir İranlı’yı şivesini taklit ederek canlandıran Meşhedî Cafer ile onun yol arkadaşı Torik Necmi adlı oldukça safdil bir İstanbul külhanbeyinin maceralarını anlatan roman ve hikâyeleri çok tutulduğu gibi yazarın şöhretini daha da artırdı. 

Ercümend Ekrem’in mizah alanında en yoğun çalışmaları 1922-1928 yılları arasında olmuştur. Bu dönemde birçok makaleden başka dokuz roman ve dört hikâye kitabı meydana getirmiştir. Gerek bu romanlarında gerekse 1945’e kadar yazdığı diğer altı romanında, üstün mizah değerleri yanında orta sınıf ve fakir halk tabakalarından seçtiği ilgi çekici ve sevimli tiplerin yaşayış özelliklerini çok güçlü ve canlı bir realizmle anlatmış ve Türk okuyucusu arasında büyük ölçüde bu yıllarda okunmuştur. Eserleri zamanının belli sosyal kesimlerinin yaşayışına ait malzemelerle doludur. Ercümend Ekrem, Hüseyin Rahmi ve Ahmed Râsim’den sonra sosyal araştırmalar bakımından ihmal edilemeyecek bir yazardır. Asrîler, Sâbir Efendi’nin Gelini, Kan ve İman, Kopuk gibi romanlarında Batılılaşma’nın yanlış anlaşılması, kadınların okutulmaması, bürokrasi komiklikleri gibi meseleler kuvvetle akis bulur. Eserlerinde eski İstanbul hayatını da canlandıran Ercümend Ekrem asıl yaygın şöhretini mizahî romanlarıyla yapmıştır. 

Ercümend Ekrem’in yazı hayatı ölünceye kadar birçok gazete ve dergilerde çıkan fıkra, hikâye ve çeşitli makalelerle yarım asrı aşkın bir süre devam etmiştir. Bulunduğu resmî görevler dolayısıyla çeşitli siyasî olaylara tanık olan yazar, Münif Fehim tarafından resimlendirilen Dünden Hatıralaradlı eserinde çok iyi tanıdığı eski İstanbul hayatını anlatır. 

Eserleri: Tefrikaları dışında kitap halindeki eserlerinin sayısı otuzu bulmaktadır. Roman: Asrîler (İstanbul 1922, 1927); Gün Batarken (İstanbul 1336, 4. bs., Ankara 1990); Kopuk (İstanbul 1922, 1926; Almanca’ya da çevrilmiştir); Sâbir Efendi’nin Gelini (İstanbul 1921, 1922, 1939); Şevketmeâb (İstanbul 1925); Kan ve İman (İstanbul 1341, 2. bs., Ankara 1988); Kundakçı (İstanbul 1925); Meşhedî ile Devr-i Âlem (İstanbul 1927, 3. bs., İstanbul 1974); Gemi Arslanı (İstanbul 1928); Meşhedî Ankara’da (1933); Meşhedî Polis Hafiyesi (İstanbul 1931); Meşhedî Aslan Peşinde (İstanbul 1934, 1944); Kodaman (İstanbul 1934); Papeloğlu (İstanbul 1938); Beyaz Şemsiyeli (İstanbul 1939); Bu Gönül Böyle Sevdi (İstanbul 1941); Çömlekoğlu ve Ailesi (Ankara 1945). Hikâye: Teravihden Sahura (İstanbul 1341); Sevgiliye Masallar (İstanbul 1341); Kız Ali (1926); Meşhedî’nin Hikâyeleri (İstanbul 1926, 1928, 1955); Gün Doğmayınca (İstanbul 1927); Güldüren Kitap (İstanbul 1927). Komedi: Erenler (İstanbul 1926, üç perde). Hâtıra: Dünden Hatıralar (İstanbul 1943). Tercümeleri: Cüceler ve Devler Memleketinde Gulliver’in Seyahatleri (Swift’ten, İstanbul 1935, 1946); Korku (S. Zweig’tan, İstanbul 1944).

Ercümend Ekrem’in bunların dışında henüz kitap halinde yayımlanmamış imzalı, imzasız veya Çekirge, Âşık, Torik Necmi, Cin Ahmed gibi çeşitli takma adlarla fıkra, sohbet, makale, hâtırat, mizahî şiir vb. türünden çeşitli yayın organlarında çıkan yazıları büyük bir yeküne ulaşmaktadır.


Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Kategoriler

%d blogcu bunu beğendi: