Gönderen: adalarpostasi | 20 Nisan 2020

Tozkoparan…

Tozkoparan…

Günlerdir baharlı bahçe çağırıyor beni –hasbıhale de tabi ya asıl hummalı mesaiye… Taçlı virüs başı Korona hazretlerince ada sâkinlerine bahşolunan #inzivAda, seneler senesi hasret kaldığımız bu #tenhAda toz kondurmadan âvareliğe, sâhillerde, sokaklarda, çamlıklarda gezip tozmaktan, bu arada da kuşkonmazlara konmaktan bir türlü fırsat olmadıydı bahçe işlerine zira…

Bugün kolları sıvayıp tam çıkacağım ki bahçeye geceden müjdesi gelen Der Spiegel dergisinin dün dağıtılan sayısı (2020-17) peşi sıra Adalar Postası’nda Arif Çağlar’ın sunumu ve çevirisiyle yayımlanacak şâir Hans Magnus Enzensberger’in Ballade vom Staub / TozHavası şiiri çıkageldi, arzuhallerinden (İAKTVKD’nin) nasılsa fırsat bulduğu bir ara velhasılı kırk yılın biri başımıza konan bu talih kuşu bekletilmeye gelir mi hiç gelmez.

Neyse yayım hazırlığı bitip de Toz Havası çıkınca seyrüsefere [bkz. Arif Çağlar, “Toz Havası”, Adalar Postası-2966 (19.4.2020).] soluğu bahçede aldıydım ki ne göreyim yer gök sarı toz, kızılçamların tozuyla birlikte hepten tozutmuş bir vaziyette toz olmuştum ki bu âlemden, neden sonra toz toprak içinde yorgun argın dönünce hâneye Arif’in mesajını anca aldım az biraz gecikmeyle ki şöyle:

Tesadüfen gözüme ilişti, düzeltebilirsin belki: “das wü.te ich nicht zu sagen,” yerine “das wüßte ich nicht zu sagen,” olacak. Almanca’nın o münasebetsiz “ß” harfi şiirden atlayıp kaçmış, toz olmuş. Selah [Özakın] şiiri pek beğenmiş “İnsanın tozu dumana katıp tozutası geliyor yazını ve şiiri okuyunca,” diye yazmış. “Tozutmanın tam zamanıdır. Ne kadar haklısın,” diye cevap verdim.

Düzeltimi de yaptım böylelikle derken bahar serhoşu bir vaziyette, büyülü ışığında bahçenin bir güzel seyre daldım yine… Aygözlüğünü takmış, yine yeşillenmiş fındık dalları, tomurcukları patlamış dibinden umut filizleri hiç eksilmeyen asırlık ıhlamur ağacının, bataklık süseni içten içe çiçeklenmede, güller ise henüz nazende, tozlaşmada laleler, kış yasemini sarı sağanağa tutmuş bahçeyi, güzellik çalısı fasl-ı bahar seyrinde, yaseminin rayihası ise aklımı başımdan tastamam alacak raddede…

Anneannemden yadigâr bakır çamaşır leğeni kızılgerdanların, baştankaraların, serçelerin, sığırcıkların, karatavukların sebili nicedir ya o da yeryüzünde gökyüzünü sarı toza bulayıvermiş bir hamlede…

Arayan arkadaşlar da olmuş bu arada kusuruma bakmasınlar hepten tozutup toz oldum ben! Zoom da zoom diyorlar bendeniz daha telefon teknolojisine dahi intibak edememişken… … diye yazarken elektrikler de toz oldu birden!

Mum ışığında kaldığımız yerden devam o halde veeee şimdi de huzurlarınızda toza güzelleme…

Taşınmak benim özsaygıma bir darbe oluyor. Kendimi oldukça temiz ve düzenli biri olarak düşünmekten hoşlanırım. Ama eşyalar evden çıkıp da, bir şey unutuldu mu diye döndüğümde yerlere bakar, hep o MADDEYİ görürüm. Yazı masamın durduğu yerin gerisinde, kitap rafının duvarı dibinde, yatağın yerinde, dolabın arkasındaki köşede.

Madde. Gri, tüylü, puf puf bir madde.

Şu pisliğe bak, derim kendi kendime. Demek o kadar da temiz ve düzenli değilmişim. Komşular görse ne düşünür? Annem görse ne derdi? Ya biri bakmaya gelse? Hemen temizlemem lâzım buraları. Bu MADDEYİ. Taşınırken hep görürüm onu. Nedir o öyle?

Tıp dergisinde gözüme ilişti… bir laboratuvar o maddenin analizini yapmış. Aslında alerji deneyleri yapıyorlarmış ama bulguları bizim konumuzla da ilgili. Şunları bulmuşlar: yün, pamuk, kâğıt zerrecikleri, böcek artıkları, yiyecek, bitki kırıntıları, ağaç yapraklarının zerreleri, kül, mikroskobik mantar sporları ve tek hücreli hayvanlar, bol bol da tanımlanamayan şeyler… çoğu doğal ve organik.

Ama bu size verdiğim, listenin çeşitli kısmı. Madde’nin asıl çoğu iki kaynaktan geliyor: insanlar… yani dökülen deri ve saçlar; bir de meteoritler… dünya atmosferine çarpınca parçalanıp dağılan göktaşları. (Şaka etmiyorum, doğru bu. Her gün tonlarcası düşüyor.) Yani demek ki yatağımın ve kitap rafımın arkasındaki şey aslında ben ve yıldız tozu.

Bir botanik uzmanının bana dediğine göre, o maddeden biraz alıp bir kavanoza koyar, içine biraz su katar, güneşte bırakırsanız, sonra da içine bir tohum ekerseniz, deli gibi büyümeye başlarmış. Ya da aynı şeyi yapar ama kavanozu nemli, karanlık bir yerde tutarsanız, bu sefer içinde mantarlar bitermiş. Tabii o mantarları yerseniz siz de yıldızlar görmeye başlarmışsınız.

Bu maddeden bol miktarda görmek istiyorsanız, yatağınızın çarşafını kaldırın, karanlık bir odada silkeleyin, sonra bir el feneri yakın. Buyurun işte. Hani kar yağdıran, başaşağı edince ortalığı bembeyaz bırakan top biblolar vardır. Londra köprüsü düşüyor, ben düşüyorum, yıldızlar düşüyor… her şey düşüyor işte… tekrar yükselmek üzere düşüyor der bazıları.

Bilimadamlarının oldukça kesin olarak saptadıklarına göre, bizler yıldızlardaki bir doğum odasından geliyoruz. Yıldızların maddesiyiz biz. İşte yazı masamın arkasında ben kaynağıma dönüyor gibiyim… sessizce. Evrendeki maddeyle bağdaşıyor, kimbilir ne oluşturuyorum. Odamın girinti çıkıntılarında olup biten şeylere saygım vardır benim. Kir değil o. Kozmik komposto.

Robert Fulghum (çev. Belkıs Çorakçı), Ne Biliyorsam Hepsini Anaokulunda Öğrendim, İstanbul (1990)101-102.

Toz olan elektrikler de anca şu anda geldi!
Davul tozu, minare gölgesi, bir sokağa çıkma yasağıyla ev esareti de böylece geçip gitti…
Tozpembe günler hepimize…
)O(

(Büyükada, 19.4.2020)


Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Kategoriler

%d blogcu bunu beğendi: