Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın (17.8.1864-08.3.1944) 156. yaşgünü münasebetiyle…

Taha Toros Arşivi
🔘 Mehmet Ali Kâğıtçı, “Rahmetli Hüseyin Rahmi’ye Ait Hâtıralar”, ? Gazetesi, ?.?.1947.*
ölümünün [üçüncü] yıldönümü münasebetile
Rahmetli Hüseyin Rahmi’ye ait hâtıralar
Heybeliada’daki Halkodası’nda romancı Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın ölümünün üçüncü yıldönümü münasebetile bir ihtifal yapılarak hâtırasının anıldığını yazmıştık. Bir gazete bu ihtifalin Eyüp Ortaokulu’nun teşebbüsü ile yapıldığını yazmışsa da bu haber doğru değildir. Rahmetli romancımız her sene Heybeliada Halkodası’nın mensuplan tarafından tertip olunan ihtifalde yâdedilmektedir. Eyüp Ortaokul talebeleri üstâdın Tutuşmuş Gönüller ve Gulyabani romanlarından birer parçayı bu münasebetle temsil etmek istediklerini Halkodası başkanlığına bildirmişlerdir. Bu istek kabul edilmiştir.
Halkodası Başkanı Mehmet Ali Kâğıtçı, Hüseyin Rahmi Gürpınar’la senelerce komşuluk etmiştir. Kendisi ihtifal münasebetile komşusuna ait değerli hâtıralar nakletmiştir. Biz de bu hâtıraları sütunlarımızda okuyucularımıza sunuyoruz:

HÜSEYİN RAHMİ merhum ile çocukluktan beri tanışır, ahbablık ederdik. Bana karşı hususî bir teveccühü vardı. O derecede ki kendisinin taklidini yapmaklığıma bile müsaade etmiştir.
Bir gün meşhur yandan çarklı Büyükada vapurundaydık. Emin Âli Bey ve diğer zevat da vardı. Sohbet ederken Hüseyin Rahmi merhuma kendisini güzel taklid ettiğimi söylediler. Pek memnun oldu. Kendi huzurunda tekrarlamamı ısrarla istedi. Ben de kendi hususî hatlarını hatırlatan hareketler yaptım. Pek hoşlandı ve dedi ki: “Artık ölsem de gam değil sen beni yaşatırsın.”
Hüseyin Rahmi merhûm ile 11 sene komşuluk ettikti. Biz telefon santralinin karşısındaki bevaz evde o da bitişiğindeki sarı evde oturuyordu. O zamanlar Rahmi Bey, bisiklete biner, keman ve piyano çalardı. Fakat hiç birisini devamlı yapmazdı. Mûsıkî nağmelerinin başlaması ile bitmesi ekseriya bir olurdu. Bu meşgaleleri daha ziyade romanlarını yazarken bir nevi antrakt gibiydi. Resme de merakı vardı. Odasında çerçevelenmiş tabloları bulunur, kumaşla çerçevelenmiş dilber simâları da görülürdü. Karyolasının başucunda badem gözlü, gül yanaklı bir dilber bulunmasına rağmen Hüseyin Rahmi bu odada bir dişi kuşun yuva kurmasına bir türlü razı olamamıştır. Çünkü rahmetli, kadınlara itimat edemezdi…
Gönül Bir Yeldeğirmenidir Sevda Öğütür, Melek Sanmıştım Şeytanı, Cehennemlik, Kokotlar Mektebi, Toraman vesair bütün romanlarında bu itimatsızlığın bariz izleri vardır. Bu mevzu üzerinde çok kereler konuşmuştuk. İlk zamanlar “Memlekete hizmet herkes için aynı şekilde olmaz.. kimi eli, kimi beli ile hizmet eder,” diyerek kendisinin kalemi ile hizmet etmekte olduğunu söylerdi. Fakat seneler geçtikten sonra da “Kuvvetli aşk bağlarının dahi zamanla gevşiyeceğini ve günün birinde memnu meyve hırsının baş kaldıracağını ve bu yüzden kimseye itimat caiz olamayacağını,” söyledi. Bana da bunu tavsiye etmişti.
Ölümüne takaddüm eden senelerde oldukça şiddetli bir hastalık geçirmişti. Tepedeki evinde ziyaretine gitmiştim. Hemen hemen iyileşmişti. Alçak tahta ayaklı bakır mangalının başında oturuyordu Konuştuk. Yalnızlıktan, mahremi olabilecek bir can yoldaşından mahrumiyetten bahsetti. Gözleri dolu dolu olmuştu. Kendi valdesinin ve ninesinin vefatı günlerini hatırladı. Uzak yakın yabancıların mal kaygısında olduklarını müşahede ettiğini, ancak candan kişilerin ölenin matemine yürekten iştirak ettiklerini anlattı. O zaman “ kimi elinden, kimi belinden” prensibine nadim olmuş bulunduğunu anladım. Nitekim son zamanlarda Mâlik isminde bir çocuğu sık sık çağırarak sever ve bu suretle evlâd hasretini gidermeye çalışırdı. Mâlik yanında çalışanlardan birinin çocuğu idi…

Hüseyin Rahmi merhum, sarı evde komşumuz iken gürültüye karşı pek hassastı. Yazı yazarken en ufak bir sesten titizlenirdi. Hattâ yanında oturan Aliye Hanım’ın aba terliklerle gezmesine ve yavaş yavaş yürümesine bile tahammül edemezdi. Çok defa süpürme işinin yarı bıraktırılmış olduğunu faraşla süpürgenin, ortada bırakılmış olmasından anlardım.
Bizim oturduğumuz beyaz evin bir kuyusu vardır. Bu kuyunun üstündeki köhne tulumba pek battal bir makine olduğundan su çekilirken pek fazla gürültü çıkarır. Kollarını mihvere tesbit eden kamalar da sık sık yerinden çıkar, ikide bir çekiçle vurarak sıkıştırmak lâzımdır. Bu tulumba ve kamalar kaç kere Hüseyin Rahmi Bey’i hiddetle balkona çıkarmış ve yahut da Aliye Hanım’ı pabuçsuz kuyu başına kadar koşturmuştur.
Nizami isminde dilsiz bir komşumuz vardı. Onun sese karşı lâkayıtlığı muharriri çileden çıkarıyordu. Nizami’nin kuyu başında görünmesi Hüseyin Rahmi Bey’i sinirlendirmek için yeterdi.
Bir gün bizim evdekiler bir hindi almışlar, kaçmaması için ayağına uzunca bir ip bağlıyarak bahçeye bırakmışlar. Hindinin garip bir huyu vardır. Ayağındaki ip ne kadar uzun olursa olsun, nihayetine kadar gider ve bacağının birini gerecek vaziyette bağırmaya başlar. Hindi kesilinceye kadar bir hayli üzüntüler çekmiştik. Diyebilirim ki, Hüseyin Rahmi Bey’i çamların ıssız bağrında ev yapmaya sevkeden âmiller arasında gıcırtılı kuyu tulumbamızla bu hindinin büyük mevkii vardır.
Hüseyin Rahmi merhum tabiatı olduğu gibi severdi. Çamların insan eli ile düzeltilmemiş kısımlarında gezer, hoşuna giden bir kayanın üstünde etrafı seyrederken gaşyolurdu. Gurubu seyretmek için intihap ettiği köşeler de bu evsaftaydı. Yanımızdaki sarı evde otururken tabiat sevgisini evin önündeki bahçeye de tatbik etmiştir. Bahçe insan eli değmemiş bir koru parçası numûnesi hâlinde muhafaza edilmişti. Ağaçları budattırılmazdı. Hattâ evin üst balkonuna kadar tırmanmış olan mor salkımın kafes deliklerinden içeri sarkan dallarını bahçıvanın makasından korurdu. Bu ev satıldıktan sonra yeni sahipleri mor salkımı kökünden budattılar. Manzarayı bozuyor diye… Bütün ağaçları hattâ hürmeten ekilmiş çamı dahi kestirdiler. Ne küpe çiçekleri kaldı, ne taflanlar. Bahçeyi dümdüz yaptıktan sonra bakla diktiler.
Bir gün Hüseyin Rahmi merhumla birlikte — adını taşıyan yokuştan— yeni evine doğru çıkıyorduk. Amiral İhsan’ın evinin terasından sarı evin halini üstada gösterip eski titizliğini hatırlattım. Pek üzüldü, hayretler içinde kaldı ve dedi ki: “Güzel yeşilliklerin çevrelediği sarı evin bu kadar çirkinleştiğini görmek insana hüzün veriyor, böylesinden hoşlânanlar da var demek!”

Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)21.
Taha Toros Arşivi
Hüseyin Rahmi Bey, yazı yazarken çıt istemezdi. Onun için Değirmen Tepesi’ne yakın çamlıkta ev yaptırarak gürültüden uzaklaştı. Lâkin yazı haricinde halkın içinde dolaşır, kendini tanıtmadan halkı dinlerdi. Bu itibarla sık sık İstanbul’a iner, şehrin her semtinde dolaşarak sehhar kalemine toplıyacak sözler derlerdi.
a — Vapurda konuşmaya pek iltifat etmez, daha ziyade etrafı ve bilhassa kadınlar tarafını dinlerdi.
b — Topkapı, Edirnekapı surlarının dışındaki köşe kahvelerinde uzun müddet oturur orada cereyan eden hâdiseleri, konuşulan mevzuları tesbit ederdi. Hayattan Sayfalar isimli kitabında bu civarın günlük hayatından canlı sayfalar vardır.
c — Suları pek severdi. Çırçır, Hünkâr Suyu ve Bendleri mevsiminde sık sık ziyaret ederdi. Taksim’den otomobile biner, yemekler hazırlatır ve Bendler’deki ormanın kuytu bir köşesinde tabiatın bağrında zevkli saatler geçirilirdi.
Vefakâr arkadaşı Hulusi Bey selâmlık tarafının, Aliye Hanım da harem kısmının muhbirleri gibi idiler, Hüseyin Rahmi bunların getirdiklerini işler, romanlarında yaşatırdı.
Hüseyin Rahmi’nin hakikî, karakteristik simâsı fotoğraflarının hepsinde yoktur. Birçoğu objektif karşısında alınmış pozlardır. Asıl Hüseyin Rahmi kaşları kalkık, dudakları hafifçe büzülmüş, gözleri zekâ ile parlayan Hüseyin Rahmi’dir. Bu vaziyette bir iki resmini çekebilmekle bahtiyarım. Evvelki sene bu resimlerden birisini Halid Fahri Bey’e hediye etmiştim. O da Refik Ahmet Bey’e vermiş. Hüseyin Rahmi adlı kitabın 144 üncü sayfasına koymuş. Ne yazık ki tarafımdan çekilmiş olduğunu kaydetmeyi unutmuş.
Hüseyin Rahmi, 8 Mart 1944 Çarşamba günü saat 15:30’da vefat etmişti. 10 Mart 1944 Cuma günü cenaze defin merasimi yapıldı.
Aziz hâtırasını saygı ile anarken. Hüseyin Rahmi Gürpınar tipinde yazarların yetişmesini temenni ederim.
Mehmet Ali Kâğıtçı
Bir Cevap Yazın