Gönderen: adalarpostasi | 17 Ağustos 2020

HÜSEYİN RAHMİ BEY Hayatı ve Eserleri

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın (17.8.1864-08.3.1944) 156. yaşgünü münasebetiyle…
Hüseyin Rahmi Bey kartpostalı
Taha Toros Arşivi

🔘 Refik Ahmet [Sevengil], “Hüseyin Rahmi Bey (Hayatı ve Eserleri)”, Darülbedayi (01.12.1932)2-4, 14.*

HÜSEYİN RAHMİ BEY
Hayatı ve Eserleri

Bundan iki üç sene evvel Güzel san­atlar biliğinde Refik Ahmet Bey tarafından verilmiş olan bu güzel konferansı aynen neşrediyoruz.

Efendim, benim öyle pek düzgün söz söy­lemeye kudretim yoktur. Onun için huzurunuza çıkmak vazife ve şerefini bendenize verince içimi bir korkudur aldı. Sonra düşündüm ki bazan konferansçı mevzuu alır, süsler, dinletir; bazan da mevzu konferasçıyı dinletir. Ben de böyle yapmak is­tedim, mevzuumun sempatisinden cesaret alarak karşınıza geldim. Hüseyin Rahmi Bey’in haya­tından ve eserlerinden bahsedeceğim.

Hüseyin Rahmi Bey kimdir?.. Şimdi siz «Amma tuhaf sual! İnsan hiç Hüseyin Rahmi Be­y’i bilmez olur mu?» diyeceksiniz. Doğru; Hü­seyin Rahmi Bey’i tanımıyan, eserlerini okumayan, onu bilmeyen yoktur; yoktur ama Hüseyin Rahmi Bey’i tanıyanlar içinde de onu Hulusi Bey’den sonra bendeniz kadar iyi bilenler azdır.

Efendim, üstat Rumî 1280 [Miladî 1864] senesinde İstanbul’da Ayaspaşa’da Bağ odaları denilen yerdeki evlerinde doğdu. Babasının ismi Sait Paşa’dır. Küçük yaşında babasıyla birlikte Girit’e gitti, orada mektebe başladı. Küçük yaşta annesini kaybetti, İstanbul’a gönderildi, önce Aksaray’da mahalle mektebine, sonra Mahmudiye rüştiye­sine devam etti, mahreci aklâm denilen idadiyi bitirdikten sonra mülkiye mektebine girdi, ora­da okudu, çıkınca nafia nezareti tercüme kale­minde bir müddet memurluk etti, Resmî tercüme-i hali bu kadarcıktır.

Hüseyin Rahmi Bey, Hüseyin’liğini büyük babasının adından, Rahmi’liği de Muharrem ayı içinde doğmuş olmasından alıyor. Babasının taşradaki memuriyet hayatı o zaman İstanbul haricinde muntazam tahsil görmesine imkân veremeyeceği için küçük Hüseyin Rahmi’yi okuyup adam olsun diye İstanbul’a büyük annesi­nin yanına göndermişlerdi.

Hüseyin Rahmi
Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)23.
Taha Toros Arşivi

Üstadın çocukluğu eski İstanbul hanımları arasında geçti. Bunun tesirini biz iki muhtelif sa­hada görüyoruz: Birisi ta o zamanlardan başlayan kuvvetli bir müşahedenin neticesi olarak o zamanki kadınlar âlemine vukufudur ki bu bilginin eserleri romanlarında pek kuvvetli olarak yaşıyor. İkincisi de şudur: Hüseyin Rahmi Bey o zamandan kalma bir meharetle gayet iyi tentene örer, yastık işler, beyaz işi yapar. Heybeliada’daki köşkünü ziyaret edenler üstadın bu kabil eserlerini görerek zevk ve takdir duyarlar.

Hüseyin Rahmi Bey, Aksaray’daki evde büyüdü, yetişti, 327 [1911] yangınına kadar da o eve gidip geldiği olurdu; maamafi yazları Erenköyü’nde, Adalar’da, Sarıyer’de de oturmuştu: bir müddet de Heybeli’de kira evlerinde oturdu, son­ra Heybeli’de çamların arasında dünyanın en güzel yerinde kitaplarından kazandığı para ile yaptırdığı köşke taşındı.

Heybeliada’da Hüseyin Rahmi Evi
Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)21.
Taha Toros Arşivi

Hüseyin Rahmi Bey’in evi Heybeli’nin en yüksek tepesinde, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdedir. Yerini kendisi seç­miş, bu evi bilhassa burada yaptırmıştır. Evin güzel bir bahçesi vardır, üstat burada bizzat toprakla meşgul olur.

Hüseyin Rahmi Bey
Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)25.
Taha Toros Arşivi

İçi gayet güzel döşenmiş­tir. Misafir kabul salonu Avrupai tarzda tefriş edilmiştir, üstâdın mesai odası eski bir şark salonuna benzer. Bu evin içinde en kibar Av­rupa evinde bulunması lâzım gelen her şey vardır, fakat çok defa bunların kullanılmasına lü­zum hasıl olmaz. Çünkü bu eve kabul edilme bahtiyarlığını kazanan misafirler pek azdır. Za­ten gitmek isteyenler de kapısını güçlükle bu­lurlar.

Hüseyin Rahmi Bey
Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)24.
Taha Toros Arşivi

Bir yaz Ada’da üstada komşuluk ettiğimiz zaman bir akşam bizim romancı Reşat Nuri Bey, Reşat Nuri Bey’in refikası ve bendenizin refikamla üstadı ziyarete gitmiştik. Kütüphanesin­de pek çok kıymetli kitaplar, duvarlarında biz­zat Hüseyin Rahmi Bey tarafından yapılmış tablolar, köşelerinde üstadın eseri yastıklar, işlemeler bulunan odada Hüseyin Rahmi Bey misafirlerini izaz için bir aralık piyano da çal­dılar. Gençlik senelerinden hatırlarında kalan polka ve mazorkaların tatlı terennümleri arasın­da geçirdiğimiz o geceyi hiç unutamam… Efen­dim, böyle hem romancı, hem ressam, hem musikişinas bir sanatkâr nerede bulabilirsiniz?

Hüseyin Rahmi Bey
Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)22.
Taha Toros Arşivi

Üstat, şimdiye kadar hiç evlenmemiştir. Bir gün sebebini sorduğum zaman önce sıkıldı, çocukluğunda aralarında büyüdüğü eski İstanbul hanımlarından öğrenilmiş bir mahcubiyet edasile kızardı, sonra galiba sualimi cevapsız bırakmış olmamak için gülümsedi: «Yattığım odada başka nefes istemem, sinirlenirim, bunun içindir ki misafirlikte de kalamam» dedi. Sonra, sonra bi­raz daha açıldı: “Efendim, muharrirlerden kim evlendiyse artık yazamaz olmuştur, Ernest Rönan da bekârmış, kendisine sebebini sormuş­lar, insanlar iki kısımdır, bir kısmı dimağ ile, bir kısmı bedenle çalışır; ben birinci kısmındanım cevabını vermiş…” dedi, uzun uzun gül­dü. Vallahi efendim, bu sözün vebali üstâdın boynuna olsun, ben evli adamım, muharrirlerin evlenmemeleri hakkındaki nokta-i nazara doğrusu iştirak edemiyorum.

Hüseyin Rahmi Bey merdümgiriz bir adam diye meşhurdur; böyle derler ama bendeniz bu şöhretle telifi kabil olmayan hareketlerini kay­dettim. Evvelâ yüksek iltifat ve samimiyetlerde muhatabını teshir eden bir adam merdümgiriz olamaz, sonra, eh… Yazın iyi havalarda üstadın hayli gezginciliğini de işittim; Adalar, Modalar, Sarıyerler, Sular, Yakacıklar filân zaman zaman Hüseyin Rahmi Bey’le Hulusi Bey’in, kitapçı İbrahim Hilmi’nin, ilâncı Fadıl’ın birlikte ve sık sık ziyaret ettikleri teferrüç mahalleridir; böyle merdümgirizlik olur mu?.. Merdümgiriz demek insanlardan kaçıp kendi kendisine somurtan kimse demektir, halbuki üstat daimî ve kibar bir neş’e içindedir, hususî hayatı da, eserleri de bunu gösterir. Kalabalığı, insanları tetkikten hoşlanırlar, fakat kalabalığa karışmaktan utanır­lar. Üstadın yüzündeki asil kırışıkları daima bir genç kız hicabile süslü gördüm ve bir kısım eserlerindeki hakikî hayat sahnelerini nasıl tesbit edebildiklerine çok defa hayret ettim.

Hüseyin Rahmi Bey
Mecdi Sadrettin, “Büyük Romancımız Hüseyin Rahmi Bey’de İki Saat”, Yeni Kitap 3, (Temmuz 1927)20.
Taha Toros Arşivi

Hüseyin Rahmi Bey çok muntazam çalı­şan, usul dahilinde çalışan, yazılarile geçindiği için devamlı surette çalışan bir adamdır. Ken­disinin birçok not defterleri vardır, bir yerde otururken, yolda giderken filân dikkate şayan bir vaka oldu, bir müşahede filân geçti mi he­men defterine not eder, sonra romanda sırası gelince bu malzemeyi kullanır. Demek ki daprenatür çalışan bir muharrirdir.

Geceleri, on birde, on ikide yatar, sabah­ları erken kalkar, yıkanır, her gün muntazam İsveç usulü cimnastik yapar, kahvaltısını eder, sonra saat dokuzdan itibaren öğleye kadar yazı yazar. Öğle yemeğinden sonra ya hava iyi ise Hulusi Bey’le birlikte Heybeliada’da bir tur ya­parlar, yahut da evlerinde oturup yeni Fransız neşriyatını okurlar. Üstadın yerli ve ecnebi fikir ve neşriyat âlemiyle daimî alâka ve irtibatı vardır.

Üstadın her yazısının ilk karii manevî kar­deşi Hulusi Bey’dir. Roman, hikâye, makale, her yazdığı yazıyı evvelâ Hulusi Bey’e okur, muh­terem ve kıymetli bir zat olan Hulûsi Bey bu eseri ibadet eder derecesine varan bir dikkat ve hayranlıkla dinler, mütaleasını söyler, eser bu süzgeçten geçtikten sonra âmmenin karşısına çıkar.

Hüseyin Rahmi Bey’in müsvedde kâğıtları senelerden beri ayni hacim ve eb’adı muhafaza ediyor. Gazetelerde neşredilen veya kitap halin­de çıkan bütün romanlarının müsveddeleri yazı dizildikten sonra geri alınır, muntazam bir su­rette saklanır, Heybeli tepesindeki mahzen-i ev­raka konulur. Burası başlıbaşına bir Hüseyin Rahmi Bey Müzesi denilebilecek bir yerdir.

Üstadın eve ait alışveriş işlerile beraber gazeteler ve kitapçılarla olan münasebet ve he­saplarını Hulusi Bey idare eder.

Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserleri
Taha Toros Arşivi

Hüseyin Rahmi Bey’in resmî tercüme-i ha­lini hususî hayatını, çalışma tarzını anlattım. Size biraz da eserlerinden bahsedeyim, ilk de­fa on iki yaşında iken Gülbahar Hanım adlı bir hikâye yazdı, bu yazı neşredilmemiştir. İnti­şar eden ilk yazısı İstanbul’da Bir Renk ser­levhasını taşıyordu. Bu yazı 1309 [1893/94] senesinde Ceride-i Havadis isimli gazatede çıkmıştır. O zaman bu hikâyeyi okuyan meşhur Menemenlizade Tahir Bey:

— Bu çocukta espri komik var, dikkat edin…

demişti. Bu ikazın ne kadar yerinde oldu­ğunu zaman ispat etti.

Hüseyin Rahmi Gürpınar
Taha Toros Arşivi

İstanbul’da Bir Frenk hikâyesinden sonra o zamanki Tercüman-ı Hakikat ve İstiğrak-ı Se­heri ismile iki üç gün süren bir piyes neşretti, bu yazı o zaman Namık Kemal’i taklit eden Mustafa Reşit, Beşir Fuat vesair gibi de yazı yazılabileceğini ispat için yazılmıştı.

Hüseyin Rahmi Bey’in belli başlı ilk eseri ŞIK romanıdır. O zaman ortaya çıkan sahte bir alafrangalığı tehzil için yazılan bu kitabı üstat on yedi yaşında iken yazmış, yirmi üç yaşında iken bastırabilmiştir.

Ahmet Mithat Efendi tarafından takdir edi­lerek Tercüman-ı Hakikat gazetesine muharrir olarak alınan Hüseyin Rahmi Bey başlangıçta gerek bu gazetede, gerek bilâhara intişara başlayan İkdam gazetesinde birçok tercüme roman­lar neşretti. İkinci telif eseri İFFET romanıdır, 1312’de [1896/97] yazılmıştır. Bunlardan sonra MÛREBBİYE ve MUADELE-İ SEVDA romanlarını yaz­dı, daha sonra diğerleri…

Hüseyin Rahmi Bey’in mevzularını hayat­tan aldığını söylemiştim. Romanlarının herbirinin ayrı bir hikâyesi, bir macerası vardır. MÜREBBİYE romanını ilham eden şudur: Hüseyin Rahmi Bey’in annesi öldükten sonra babası tekrar evlenmişti, Bozdoğan Kemeri civarında bir konak tutmuştu. Hüseyin Rahmi Bey, Aksaray’da teyzesile oturmakla beraber arasıra buraya da gelip giderdi. Ahmet Vefik Paşa vaktile bu cıivarda oturmuş, onun odasında kendi kendisine köşe kapmaca oynamak, piyes temsil etmek gi­bi âdetleri mahallede şayi olmuş, Hüseyin Rah­mi Bey de işitmiş; bu şayia üstada MÜREBBİYE romanındaki Dehri Efendi tipini ilham etmiş. Hüseyin Rahmi Bey o zaman okuduğu Jan Jak Ruso’nun Emil romanındaki “Çocuk fenalığı görmeli, tecrübe etmeli ki ondan vazgeç­sin…” fikrini pek beğendiği için MÜREBBİYE romanına bu mihver-i esas ittihaz etmiş; bir de o zaman Çukurçeşme’de oturan bir Tosun Paşa ailesi varmış, bu ailede bir Rum mürebbiye var­mış, ailenin çocuklarına laterna ile Polka oynatır, alafrangalık diye birçok aykırı şeyler öğre­tirmiş. İste bu anasır toplanınca MÜREBBİYE romanının esas hatları çizilmiş.

MUADELE-İ SEVDA romanının mevzuu da gene hayattan alınmıştır. O zaman Aksaray’da Macar’dan dönme bir paşa otururmuş. Kızı pek güzel, nadir bir bote denilecek şekilde güzel bir hanımcağızmış; bir zat bu hanımcağızı almış ve karı koca arasında fikrî seviye birliği olmadığı için erkek hanımı memnun edememiş. Bu dedi­kodu Hüseyin Rahmi Bey’e BİR MUADELE-Î SEVDA romanını ilham etmiş.

Bu vaziyette bulunan, karısı tarafından sevilmeyen, kendisi sevdiği için kadından ayrılmaya da razı olmayan bir adam ne yapma­lıdır?.. İşte halli güç bir muadele.

Bu roman İkdam gazetesinde tefrika edi­liyormuş. Bir gün Hüseyin Rahmi Bey, Hulusi Bey’le birlikte Iştaynbruh birahanesine gitmiş. Orada otururken tanıdıklarından birisi yanına gelmiş, pencerenin yanında tek başına oturup düşünceye dalan bir yabancıyı göstererek: “Bu zat sizin İkdam’daki romanı günü gününe hara­retle takip ediyor; kendisi de ayni vaziyettedir, bir türlü işin içinden çıkamıyordu, şimdi roma­nın sonunu bekliyor, siz ne yaparsanız o da öyle yapacak, romanda kadını kocasına öldürtürseniz bu da karısını öldürecek, haberiniz ol­sun…” demiş.

Hüseyin Rahmi Bey müşkül bir vaziyete düşmüş. Keyfiyeti tahkik etmiş, filvaki bu zatın aile hayatında hatt-ı hareketini tayin edebilmek için BİR MUADELE-Î SEVDA romanının neti­cesini beklediğini öğrenmiş. Bunun üzerine üstat bir katle sebep olmamak için romanının seyrini değiştirmiş, kadını öldürtmemiş, kocası­na boşatmış. İkdam‘da tefrikanın bittiği gün Iştaynbruh’un garip müşterisi de karısını boşa­mış. Gerçi bu zatın zevcesi ölümden kurtulmuş, fakat MUADELE-Î SEVDA karileri bu neticeden hiç de memnun olmamışlar, Hüseyin Rahmi Bey’e bir çok mektuplar yağdırmışlar. “Böyle bir kadını niçin cezasız bıraktın…” diye itap etmişler.

TESADÜF romanı bizim eski kurşun dö­kücü kadınlar rezaletini tahtie için yazılmıştır. NİMETŞİNAS romanını muharrire ilham eden­ler de gene Aksaray’daki komşularıdır. Orada Yakupağa mahallesinde oturan bir zat terbiyeli, kibar hanımının üzerine hizmetçisini sevmiş, almaya kalkmış, hizmetçi bu izdivaca razı olma­yınca bey, refikasına müracaat ederek bu evlenmeye tavassut etmesini istemiş. Bu garip mü­racaatı hanım sırf evi barkı yıkılmasın diye kabul etmiş, hizmetçi kızla konuşmuş, fakat “Hanımcığım, sen asilzadesin, kibar bir hanım­sın, beyleyken bu adam senin üstüne evlenmeye kalkıyor, ben bir hizmetçiyim, onu memnun edemem, yarın benim üstüme de evlenmeye kalkmaz mı?.. Ben senin ocağını bozamam, se­nin kocana varamam” cevabını almış; hizmetçi kızın bu hareketi Hüseyin Rahmi Bey’e NİMET­ŞİNAS romanını ilham etmiştir. Bunlar ilk eser­leri… Ötekilerin de hepsinin birer hikâyesi var­dır. Sonraki eserlerinden MEYHANEDE HA­NIMLAR‘ı Pendik’te bir gezinti esnasında iske­le gazinosunda otururken gördüğü birkaç açık saçık kadın ilham etmiştir. BEN DELİ MİYİM romanı Grasen’in Deliler Tam Deli Olursa isimli iki ciltlik Fransızca kitabı okunduktan son­ra yazılmıştır.

Hüseyin Rahmi Bey bizim memleketimiz­de yazılarına en çok para alan muharrir, kale­mde yurt sahibi olan tek adamdır. Abdülhamid devrinde altın para zamanında ŞIK romanından on beş lira almıştır, meşrutiyetten sonra Sabah matbaasından ŞIPSEVDİ romanından yedi yüz lira aldı. Meşrutiyet iptidasında BOŞBOĞAZ gazetesinde haftada kırk beş isterling kazandı. İkdam‘da çıkan romanlarının beherinden üçer dörder yüz lira almıştır. Cumhuriyet zamanın­da Vakit‘te çıkan romanlarından beherinden al­dığı para iki bin liradan fazladır. Eserlerini ayrıca kitap halinde bastırdığı zaman da beher forması için yirmi lira alır.

Hüseyin Rahmi Bey’in edebiyattaki mevkiini işaret etmeye lüzum olmasa gerek. O da­ima ve her devirde halkın muharriri oldu, bi­zim muharririmiz. Kitaplarını halkın dilinde yazdı, mevzularını halkın hayatından aldı, eserlerinde­ki tipler gündelik hayat içinde vapurda, trende, tramvayda, daima karşımızda, etrafımızda gör­düğümüz, görüştüğümüz insanlardır. İşte bu­nun içindir ki üstat her zaman sevilen, okunan, aranılan bir romancı olarak kaldı.

Eserleri elliye yakındır, muharrirlik haya­tının seneleri de elliye yaklaşıyor; bu itibarla bu günkü toplantıyı bir nevi yarım asır jübile­si de sayabilirsiniz ve o zaman benim Hüseyin Rahmi Bey’den bahsetmiş olmam da yersiz olmaz.

Üstada daha uzun ve sıhhatli bir ömür diler, hürmetlerimi teyit ederim. Müsaadelerini almadan kendilerinden bahsettiğim için de afivlerini niyaz ederim.

Refik Ahmet


* Seneler senesi derlediği âdeta “Mâzî Cenneti” o muazzam kültür hazinesini İstanbul Şehir Üniversitesi vasıtasıyla meraklılarına sunan Taha Toros Beyefendi‘nin (1912-2012) aziz hâtırasına her daim hürmet ve sonsuz minnetle…
)O(



Bir Cevap Yazın

Please log in using one of these methods to post your comment:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

Kategoriler

%d blogcu bunu beğendi: