1- İsmail Uyaroğlu: “Üç şeyle birlikte yağar kar…”
2- Serap Uzunlar: “Öncelikle Yüksel Özcan’dan yanıt alamadığım, ‘çivilenmiş ağaç’ sorusuna yanıt verdiğiniz için teşekkür ederim. Hazır Yüksel Bey’i savunmaya, övmeye başlamışken diğer sorularıma da yanıt verirseniz çok sevinirim…”
3- Deniz Toprak: “Ben memnun değilim, sanane…”
4- William Shakespeare: “Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın…”
5- Burak Çetintaş: “Kutluğ Ataman’ın anneannesinin, Ada’da karşılaştığı Yassıada hâkimini tokatlamasıyla ilgili bir habere Arif Çağlar Bey yanıt vermiş, hadiseyi irdeleyerek mütalaada bulunmuş…”
6- Arif Çağlar: “İttihat ve Terakki’den köpekten – İnsanın insana uyguladığı vahşet, insanın hayvana uyguladığı vahşetle başlar…”
7- İAKTVKD: “Mavi Marmara’nın Kınalıada’daki korsan ‘kaçak’ iskelesine dair mahkeme kararı!…
8- Adalar Belediyesi: “Uzun süredir, CHP’li Belediyelere yapılan ‘itibarsızlaştırma’ operasyonları, Adalar Belediyesi’ne de uygulandı…”
9- CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran bugün Adalar Belediyesi’ni ziyaret edecekmiş!…
10- Gürsel Tekin: “Her gün yaşadığımız manzaralar. Örneğin en son Adalar Belediyesi’ni isimsiz bir mektupla…”
11- Nilgün Belgün: “Büyükada’da meselâ ben çok bekledim, baktım, uzaylılar geçecek diye!…”
12- Boğaziçi’ni ve eski İstanbul’u en iyi anlatan yazar olarak bilinen Abdülhak Şinasi Hisar, mezarının bulunduğu Zeytinburnu’nda yâd edildi…
13- Abdülhak Şinasi Hisar: “Ali Nizamî Bey resim meraklısıydı. [Büyükada’daki] Köşkün üst katında…”
14- Bir Geçmiş Zaman Hikâyesi‘ndeki alafrangalığıyla meşhur Ali Nizamî Bey, Müşir Ali Nizamî Paşa mıydı?… Peki ya “Ali Nizamî Bey’in Nizam Caddesi’ndeki köşkü” neredeydi?…
15- Selim İleri: “Büyükada’da Mösyö Rallys’in köşkü Elhamra Sarayı’nın küçük bir taklididir ve kışın soğuğunda üşümesin diye üstüne muşambadan bir kılıf geçirilmektedir. Çocuk Abdülhak Şinasi bu minyatür Elhamra Sarayı’nı bir masal köşküne benzetir…”
16- Karda ada… KardanAdam…
_____________________________________________
Beyaz bir sessizlik yağar
_____________________________________________
From: SERAP UZUNLAR
Subject: Mektuba açık cevap
Date: January 27, 2012 2:16:54 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Mektuba açık cevap…
“Farklı meslek mensupları arasında önemli bir ayırım söz konusu değildir, avukat, iktisatçı veya başka bir mesleğe mensup kim olursa olsun Orman Genel Müdürlüğü içinde bir “ormancı” olarak kabul edilir.”
Öncelikle Yüksel Özcan’dan yanıt alamadığım, ‘çivilenmiş ağaç’ sorusuna yanıt verdiğiniz için teşekkür ederim. Hazır Yüksel Bey’i savunmaya, övmeye başlamışken diğer sorularıma da yanıt verirseniz çok sevinirim… (Lido’nun selvileri ne oldu?, Seferoğlu Korusu ağaçları ormancının izniyle mi eksildi? Ormancının ormana girmesi yasak mı? Orman dışında da olsa, bir ağaca zarar verilirse muhatabı ormancı mı, değil mi? Kendisinin görev alanı olmayan bir yere, şahsi konulara cevap vermek için giderken resmi aracı kullanması normal mi? gibi…… ) Şimdi de mektubunuza yanıta gelelim;
**** Aynen öyle, bahsettiklerim herkesi ilgilendiren konular.
Hele Kızılay’ın Adalar Şubesi Başkanı olarak, Kızılay Yönetim Kurulu üyeleriyle birlikte Yüksel Özcan’la kulede çekilmiş resimlerimizi, suçlayıcı bir ithamla yayınlatmanızdan [Sayın Deniz Toprak’ın, ADALAR POSTASI-2639/10 (17.1.2012)‘da yayımlanan yazısı kastediliyor zaar. )O( ADALAR POSTASI adına Emine Çiğdem Tugay] sonra temsil ettiğim kurum adına da bir iki cümle söyleme mecburiyetinde kaldım. Nihayet, bugünkü yazınızda bir gönüllülük hareketi olarak başladığımız temizlik çalışmasının, Sayın Yüksel aleyhine bir kampanyaya dönüştürme gayretinize de katılamayacağımdan, birazcık da o konuda söz söylemek istiyorum.
**** Kule resimleriyle ilgili haberi ben göndermedim. Karıştırmışsınız.
***** Devletin işleyişini bilen, Orman biliminin inceliklerinden haberdar birine soruyorum soruları… Bu sorular “çok hafif ve bir kaşık suda fırtınalar koparan iddialar niteliğindedir” ise gerçekten sorularımdan neden rahatsız oluyor Ormancı?
**** Sizin bildiğiniz kadarıyla Yüksel Özcan nasıl bir ormancıdır umurumda değil. Ben, bildiğim kadarıyla Yüksel Özcan nasıl bir ormancıdır, onu yazıyorum.
ağaçlara çivilerin çakılmayacağını çok iyi bilen bir yöneticidir. Ormancılık’ta kabul edilen bilimsel yöntemlerin dışına kesinlikle çıkmayan biridir. Bırakın bir ağaca zarar vermeyi, omuzlarında taşıdığı Bakanlığın sorumluluğunu bilerek bir böceği bile incitmeyen bir bilince sahiptir. Öyle sanıyorum ki siz o ağaçlara çakılanın bir çivi mi, yoksa vida mı olduğunu bile fark etmediğiniz gibi neresine vidalandığını bile incelemediniz. Lütfen önce tespitinizi doğru yapınız, sonra yazılarınızı sıralayınız.
****** Haberi ben yapmadım, gazetede yayımlanmış, tekzip edilmemiş. Ben de bilgi almak için sordum… Cevap için, sizin aracılığınızla cevap vermeden önce uzunca bir süre düşünmesi gerekmiş Ormancı’nın.
)O(
**** Açıkçası Gönüllüler’in çalışmasıyla tam da gündeme getirmek istediğim ormanlardaki çöp konusu denk geldi. Yani o haber çıkmasa da buna benzer bir yazı yazacaktım, sadece Heybeliada Gönüllüleri’nin yaptıklarını bilmiyor olacaktım yazıyı yazarken.
Ormanlarımızın senelerden beri sorumsuz ziyaretçiler tarafından kirletildiği ve temizlenememesi, bütün Adalı’ların çok iyi bildiği bir zaafımızdır. Bu kirliliğin sanki sadece Yüksel Özcan döneminde olmuş da, eski yöneticiler temizlemiş ama bir tek Yüksel Özcan temizlememiş anlamına gelecek şekilde ADALAR POSTASI’na aktarılması büyük haksızlıktır.
Hepimiz Orman Bakanlığı’nın ormanları temizleme imkânlarının ne seviyede olduğunu biliyoruz. Gerçekleri saptırarak göstermek samimi bir Adalı’ya yakışmıyor.
**** Bakanlığın imkânlarının hangisinin ne seviyede olduğunu en az senin kadar biliyorum. O sebeple soruyorum zaten bunları.
*** Görevlerimizi; hele ki bu işten para da kazanıyorsak, eksiksiz yapmalıyız. Adalar’a zarar vereni bağrıma basamam ben. İş yapıyor görünenlere, yapması gerekeni yapmayana, mevkisini başka işlerde kullanana hesap sorma hakkını kendimde görüyorum.
Yanılıyorsam lütfen beni arayın da görüşelim. Benim telefonumu Adalar Belediye Başkanı Özel Kalemi’nden veya Heybeliada Muhtarı’ndan temin edebilirsiniz.
**** Sizinle, Ormancı’nın yanlışlarını görmediğiniz sürece konuşacak bir şeyim olamaz bu konuda. İkametgâhım Ada’da değil, beni bulamamanız normal. Kimliğimi de, daha önce kimsenin aklında takma isim mi tereddüdü kalmasın diye göndermiştim. Kaçırmışsınız o postayı sanırım.
**** Tebriğiniz için teşekkür ederim. Yapılan yanlışların üzerine gitmenin, elinden geleni ardına koymamanın gerekliliğine inanıyorum.
Bir de tenkitlerinizi, lüzumsuz konulardaki bilgisiz ithamlarla şahsi davanıza bizleri alet etmek yerine faydalı konulara ayırırsanız sizi ellerinizden öpeceğim.
*** Sizin “lüzumsuz” dediğiniz, bir başka bakış açısıyla çok önemli olabilir. Bunda Adaları sevme sebeplerinin farklılığı önem kazanıyor. Bilgisiz olduğum konuları soruyorum zaten cevap alamasam da… Benim şahsi bir davam da yok daha önce söylediğim gibi… Ama eğer dava olsun diyorsanız, siz Ormancı’yı savunun, ben ormanları, Adaları…
**** Üzerinize vazife olan konularda, mesela “Adakule’deki KUTSAL vazife”niz konusunda bilgi alabilmek ümidiyle…
Serap Uzunlar
_____________________________________________

From: DENİZ TOPRAK
Subject: Ben memnun değilim, sana ne…
Date: January 27, 2012 5:51:32 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
Ben memnun değilim, sana ne?…
O soruları ben sordum. Fotoğrafları da tekrar tekrar ben gönderdim. Cevap alana kadar, hesap verene kadar da sormaya devam ediyorum Sayın Ömer Faruk Berksan.
Sen memnunsan Yüksel Özcan’ın icraatlarından, bana ne?…
Ben memnun değilim, sana ne?…
Haberi yazan YÜKSEL ÖZCAN… Sen’le kol kola fotoğraf çektirip yayımlanması için gönderen YÜKSEL ÖZCAN… Ee, hayırdır? Ben de okudum, beğenmedim, soruyorum. Kime ne? Sana da soruyorum o zaman. SENİN ‘KIZILAY GÖREVLİSİ’ SIFATIYLA ADAKULE’DE İCRA ETTİĞİN ‘KUTSAL GÖREV’ NEDİR? Bak bunu da sen yazmışsın, “Kutsal görev icra ettik,” demişsin. Ben okudum, soruyorum. Bak işte sana da soruyorum. ADAKULE’DEKİ KUTSAL GÖREVİNİZ NE?
O kadar soruya tek bir cevap veremiyor Yüksel Özcan. Sıkıştıkça nedense o da senin gibi soruyor: “Sen kimsin?” diye, “Var mısın?” diye, “Neredesin?” diye… Abesle iştigal!… Sade vatandaşım, soruyorum. Var mı cevabın? Bana cevap veremedi, belki sana fısıldamıştır cevapları. Hatta “Yüksel Özcan’a sormayın,” demişsin, istiyorsan sen ver o zaman cevapları…
Sayın Ömer Faruk Berksan, Yüksel Özcan’ın SEFEROĞLU KORUSU’NDAKİ AĞAÇLARLA İLGİLİ HERHANGİ BİR İŞLEM İÇİN HERHANGİ BİR YAZILI ONAYI YA DA YAZILI İTİRAZI OLDU MU?
Sayın Ömer Faruk Berksan, MAL ZİLYETLİĞİNE TECAVÜZ’den Yüksel Özcan’ın hakkında cezaya hükmedilmiş. Temyize başvurmuş (kendisi söyledi)… Bu davanın haricinde, mesela MAL ZİLYETLİĞİNE TECAVÜZ, mesela GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA vs. gibi kamu görevlisine hiç de yakışmayan benzer sebeplerle, hakkında cezaya hükmedilen ve yine temyize başvurduğu bundan başka davaları da var mı yok mu?
Sayın Ömer Faruk Berksan, mesela Yüksel Özcan’ın çalıştığı kuruma açtığı ya da çalıştığı kurumun ona açtığı, kamu görevlisine hiç de yakışmayan böyle İDARİ DAVALAR falan var mı yok mu?
Sayın Ömer Faruk Berksan, Yüksel Özcan Adakule’de Devlet’in parasını keyfiyete harcadı mı? Devlet’in parasını gözlem dışı işlere harcadı mı?
Sayın Ömer Faruk Berksan, Adakule’de konaklayan var mı yok mu? Yüksel Özcan kayıt tutuyor mu Adakule’de?
Sayın Ömer Faruk Berksan, Yüksel Özcan Devlet’in resmi aracını görev dışı kullanıyor mu, kullanmıyor mu? Kayıtsız kullanım var mı yok mu?
Sayın Ömer Faruk Berksan, LİDO’nun 50-60 (YAZIYLA: ELLİ-ALTMIŞ) adet selvi ağacı sökülürken Yüksel Özcan neredeydi? Onayı ya da itirazı oldu mu?
Sayın Ömer Faruk Berksan, Yüksel Özcan SEFEROĞLU KORUSU için koskoca KORUYU kaybetmemek için, korumak için görevini yaptı mı? Ağaç tespiti yapmak dışında SEFEROĞLU KORUSU’nda ne yaptı?
Bu arada, Yüksel Özcan’ın ya da herhangi bir kamu görevlisinin icraatını eleştirmek için izin alınacak merci mi icat ettiniz siz? Size mi soruyoruz fikir beyan ederken? Acaba soruluyor mu diye de merak ettim, Ömer Faruk Berksan kimdir deyip ben de bir inceledim.
Bence Sayın Ömer Faruk Berksan, sen ADALAR POSTASI’ndaki Yüksel Özcan haberlerinden önce bu haberleri tekzip etseydin keşke. Baksana neler yazmış adamlar. Belki gözden kaçırmışsındır, ben sevabına yapıştırdım aşağıya senin için, istersen oku…
http://www.uludagsozluk.com/k/ulker-kredi-bankasi
ülker kredi bankası…
Yine bir aile öyküsünde, yine bir Kırım hikayesiyle karşılaştım. Ve yine karışık bir soyadı hikayesiyle. (Biliyorsunuz; Mesut Yılmaz’ın babası Yılmaz, amcası ise Akçal soyadını almıştı.) Tıpkı Yılmaz Ailesi gibi kafamda onlarca soru oluşturan bu aileyi de sizlere tanıtmak istiyorum. Adı: islam’dı. Çocuklarının biyorafisinden anlıyoruz ki, 20. yüzyılın başında Kırım’dan Türkiye’ye göçediyor. Kırklareli’nin Kara Mehmet Köyü’nde Numanzadeler’in kızı Şakire ile evleniyor. 1911 yılında oğlu Asım dünyaya geliyor. Aile sonra tekrar Kırım’a dönüyor. ikinci çocukları Sabri 1920 yılında Kırım’da doğuyor… … Yahudiliğin Karaim mezhebine mensup olan Türk cemaatine Karay deniyor. Zamanla Karaylar kırım’dan da ayrıldılar. Karayların bir kısmı direkt olarak istanbul’a gelip yerleşirken, diğer bir kısmı Kırım’dan , önce Romanya’ya, oradan Edirne’ye ve oradan da istanbul’a gelip yerleştiler. (Örnek: Refik Halit Karay) Bu ufacık bilgiden sonra tekrar hikayemize dönelim: islam Bey, Kırım’dan Kırklaeli’ne geliyor. Sonra tekrar Kırım’a dönüyor. Neden döndüğü konusunda da ne yazık ki bilgimiz yok; ancak tarihsel sürece bakarak tahmin edebiliriz: Elimizdeki tek bilgi; 26 Aralık 1912 tarihinde, Kırım’a bağımsızlık yolunun açan bir gelişmenin olması. Bu tarihte, Kırım Halk Cumhuriyeti’nin ilan edildi. islam Beyin ülkesinin bağımsızlık kazanmasıyla birlikte topraklarına döndüğünü düşünmemiz güçlü bir ihtimal. Ancak. Kırım 1920’de Bolşevikler’in eline geçti. 1921’de Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti, Sovyet Birliği’ne katılma kararı verdi. Yahudi Tarihi yazarı Yusuf Besalel, sosyalist devrimin ilk yıllarında Yahudi talebelerinin kendi dillerinde eğitim gördüğünü, Stalin döneminde ise Yahudilere baskıların arttığını yazmaktadır. Ne tesadüftür ki o yıllarda islam Bey Tekrar Türkiye’ye dönme kararını aldı. Eşi Şakire, üç oğlu, Asım, Sabri ve ailenin en küçüğü -ve genç yaşta vefat eden- Hakkı. Ile birlikte, 1929 Ağustosunda istanbul’a geldi. 21 Haziran 1934 tarihinde soyadı kanunu çıktığında, islam Bey “Berksan” soyadını aldı. Ancak gelin görün ki, iki oğlu Asım ve Sabri nedense 1953 yılında “Berksan”soyadını bırakıp, soyadlarını “Ülker” olarak değiştirdiler. Ve yine ne gariptir ki, Asım Ülker’in iki oğlu Selçuk ve Ömer Faruk Berksan soyadında ısrarlıdırlar ve soyadlarını bırakmazlar! Bu ailede bir “isim sorunu”; vardır! islam Beyin gerçek adından kuşku duymaktayım. “Hikayeye” devam; Baba islam Berksan vefat edince ailenin bütün yükü Asım’ın omuzuna bindi. Sabri’nin okulunun bitimiyle birlikte iki kardeş 1944 yılında Ülker’i kurdular. Türkiye’de radyoya ilk reklamı veren kurum Ülker’dir. 1950’lili yıllarda, Türkiye’nin haberleri, hükümet bildirilerini merakla beklediği saat 19.00 ajansının hemen önünde Ülker reklamı yayınlanırdı: ‘Önce güneş, hava su. Sonra bol gıda gelir, akşama babacığım unutma Ülker getir…’. Ne diyelim, ticaret Ülker kardeşlerin “genlerinde” var! Bu ailenin “öyküsü” mutlaka yazılmalıdır. Örneğin, “dinci” olarak bilinen Ülker Kardeşlerin önünü hep “LAiK” askeri darbeler açıyor: Yıl 1960. Ülkede döviz sıkıntısı had safhada, hatta döviz yok. Askerler, Ülker’e 250 bin dolar döviz tahsis ediyor. Ülker Kardeşler, bu dövizlerle 2 makine alıyor ve fabrikaları kurmaya başlıyor. 12 Eylül 1980. Ülker, 24 Ocak kararlarıyla, ihracaata (Libya ve Kuveyt) yöneliyor; aldığı vergi iadeleriyle büyüyor. Son 28 Şubat “laik darbe” de, Ülker önce “yasaklı şirketler” arasında gösteriliyor, sonra hemen affediliyor. Bu arada şirket talep patlaması yaşıyor! Ülker kardeşlerin en belirgin bir özelliği de anti-komünist olmaları: Asım ve Sabri Ülker kardeşlerin adı, şirketlerinden önce, soğuk savaş döneminde anti-komünizmin “kaleleri” Aydınlar Ocağı, ilim Yayma Cemiyeti gibi kuruluşlara yaptığı maddi yardımlarla duyuldu. Ne ilginçtir, Sovyetler Birliği’nin “çatırdamaya başladığı” 1987 yılında Ülker kardeşler bölündü: Asım Ülker çocuklarıyla birlikte Kardeşler Şirketler Topluluğu nu kurdu. Ancak -vardır mutlaka bir hikmeti -grup adını 1990 yılında Kar Şirketler Tupluluğu olarak değiştirdi.. Ailenin bu ad altında 23’ü yurt içinde 8’i yurt dışında olmak üzere 31 şirketi ile 1 vakfı vardı. Uzatmak istemiyorum ama yazmadan geçemeyeceğim: Soyadlarını değiştirmeyen Selçuk ve Ömer Faruk Berksan Kardeşler, bu şirketleri adına ve şirketlerini de birbirlerine kefil yaparak, bir çok bankadan kredi aldılar. Ödeyemediler. Benzerlerini yüzlerce kez gördüğümüz bir oyunu bu kez onlar “sahneye” koydular.
Mallarının bazılarını başkalarına devrettiler. Eşlerinden boşandılar.. Kalan mallar ise zaten finansal kiralama yoluyla alındığı için, haczi mümkün olmadığından, alacaklılara karşı işi bu şekilde kılıfına uydurdular.. Nihayet Asya Finans’ın kurulmasından bir kaç gün sonra, Kar Grubu’nun malları, Asya Finans’ın 800.000.000.000.TL.lık, (yani, yazıyla:sekizyüz milyar-liralık) alacağından dolayı haczettirildi. Asya Finans’ın haczinden sonra yasal işlemlere girişen alacaklı bankalar ise, karşılarında sadece lesanigli mallar ile söz konusu haczi gördüler. Yani hiç birşey yapamadılar.
Peki Asya Finans’ın 16 ortağı arasında Berksan Kardeşlerin olmasına ne dersiniz?…
……………………………………………
http://www.milliyet.com.tr/1996/11/27/ekonomi/kar.html
Kar’ın umudu Amca ile Hoca
Hızla büyüyen Kar Şirketler Topluluğu’nun başı bankalarla derde girince sahipleri Berksan’lar umutlarını amcaları Sabri Ülker’le, sempazitanı oldukları Fetullah Hoca’ya bağladılar…
5.5 TRİLYONLUK ÇIKMAZ
… bazı bankacılar, Ömer Faruk Berksan‘ın tehlikeyi sezerek şirkete ait tüm varlıkları usulen ayrıldığı eşi ile çocuklarının üzerine geçirdiğini, bunun olumsuzluk yarattığını söylediler…
……………………………………………
http://www.htspor.com/motor_sporlari/haber/537243-evet-tehdit-ettim-
“Evet, tehdit ettim!”
GSG Müdürü Yunus Akgül, motosikletin başkan adayı Berksan’ı Barcelona’dan bombaladı:
Eğer statüye uyulmasını istemek tehditse evet kendisini tehdit ettim… … seçimlere tek başına girecek olan Berksan’ın seçilememe endişesiyle saldırgan ve çirkin bir tutum içine girdiğini belirterek, “Bizimle önce kavga edip sonra gelip bütçe isteyecekler. Bu şartlarda nasıl birlikte çalışacağız” şeklinde konuştu…
…“Ömer Faruk Berksan, Hezarfen Havaalanı’nda federasyona yılda 200 bin TL’ye kiraladığı pistten kazandığı rantı yitirmemek için yeniden başkan adayı oldu.”
Motosiklet Federasyonu’nun eski başkanı ve Spor Toto Teşkilat Başkanı Bekir Yunus Uçar da Ömer Faruk Berksan’ı şahsi menfaatleri için motosiklet dünyasını kullanmakla suçladı. Uçar, “Berksan, Hezarfen Havalimanı’nda mülkü kendisine ait pisti yönetim kurulu üyesi olduğu federasyona yılda 200 bin TL’ye kiralıyor. Rantı yitirmemek için başkan adayı oldu” dedi…
……………………………………………
http://www.motordelisi.com/forum/motordelisi-genel/80176-otomobil-olmadi-motosiklet-verelim-faruk-berksan.htm
Otomobil olmadı motosiklet verelim FARUK BERKSAN
… federasyon seçimleri için başkanlığa adaylığını koyan üç isimden biri olan Ömer Faruk Berksan açık ara farkla koltuğu Mümtaz Tahincioğluna kaptırmıştır… Ayrıca hiç bir motorsporlarında görmediğimiz Faruk Berksan niye bu işlere soyunmuştur??? Alın size cevabı (B Y U Sözleri ile ) “Ömer Faruk Berksan, Hezarfen Havaalanı’nda federasyona yılda 200 bin TL’ye kiraladığı pistten kazandığı rantı yitirmemek için yeniden başkan adayı oldu.”…
……………………………………………
http://kuslarvadisi.blogcu.com/rodeocu-murat/794465
… Nedense bu yazının yayınlandığı sayfanın köşesinde bulunan Ömer Faruk Berksan’ın fotoğrafının üstüne tıklayınca da Takiyyeciler sitesi karşınıza çıkıyor…
…Ben bu yazısı üzerine konunun bir iftira ve hilafı hakikat beyanlar olduğunu hatta ailenin bu yazıyla ilgili mahkemelere başvurarak gerçekleri aydınlatmasını istemiştim ama her halde gerçek olmadığı için aile böyle bir girişimde bulunmamıştı…
… yardıma muhtaçlar var, hizmete gayret gerek diyerekten saf Müslümanlardan yüz milyarlarca para topluyorlar. Toplanılan yüz milyarlarca lirayla Kapadokya Meslek Yüksek Okulunda sadece şarapçılık eğitimi değil Bilim Araştırma ve Geliştirme Merkezinin Biyoteknoloji Yüzyılı Projesi çerçevesinde genleri geliştirilmiş tohumlarla organik tarım üzerinde de çok hayırlı çalışmaları sürdürmektedirler…
Mustafa Fazlıoğlu
mustafafazlioglu@mynet.com
……………………………….
ÖZETLE: TAVSİYELERİNİZE KİMSENİN İHTİYACI OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM SAYIN ÖMER FARUK BERKSAN…
_____________________________________________
Subject:
Date: January 27, 2012 3:24:04 PM GMT+02:00
To: adalar.postasi@gmail.com
27 Ocak Cuma günü, Kutluğ Ataman’ın anneannesinin, Ada’da karşılaştığı Yassıada hâkimini tokatlamasıyla ilgili bir habere Arif Çağlar Bey yanıt vermiş, hadiseyi irdeleyerek mütalaada bulunmuş. ADALAR POSTASI’nın her sayısını büyük bir keyifle ve pekçok yeni şey öğrenerek takip ettiğimden mevzubahis yazıyı da okudum. Arif Bey’in satırlarında şiddet, nefret ve kin görünce “Neden?” diye sordum kendi kendime, yıllar evvel olmuş bir hadise, 50 şu kadar sene önce idam edilmiş insanlar ve bunun hassasiyetiyle dolu olunan günlerde kendi halinde bir hanımın, karara imza atan hâkimle karşılaştığında ona tokat atması… Çağlar, durumu getirmiş getirmiş de Ataman’ın, DP’li “Amerika’nın kucağına oturmuş”, “satılmış”, “üst düzeyde bir politikacının akrabası, yakını” olduğuna dayandırmış. O günlerde halktan, sâde bir vatandaşın, DP iktidarından hiçbir menfaat temin etmemiş, alelade bir insanın bu tepkiyi veremeyeceğine inanmış olacak ki bu şekilde yorumlamış vaziyeti. Ataman’ın anneannesi tokat atmış, bilmem ki cezasız kaldı mı? Benim babaannem de 1960 ihtilalinden sonra millî bayram ilân edilen o gün evine bayrak asmadığı için “Neden bayrak asmıyorsun?” diye kapısına asker gelip sıkıştırılanlardan… Üstelik bizim evde hiçbir DP yakını da yoktu, yahut DP’li bir ilerigelenden menfaat elde etmiş bir Allah’ın kulu. Bu, yapılan haksızlığa, hukuksuzluğa karşı bir protestoydu desek, öyle düşünsek bir de? Çağlar’ın dediği gibi Kore’lere gitmesek, milletvekillerini Amerika’lara satmasak da sâlim kafayla muhakemede bulunsak, 50 küsür senenin hiddetini, kinini bir tarafa bıraksak? Bir hususa daha herhalde değinmekte fayda var, zihniyetleri birbirinin ardına kuyruk gibi iliştirmenin de nasıl hatalı bir yaklaşım olduğunu artık görsek? AKP, DP’nin devamıdır demeyi bir kenara bırakalım, CHP’nin kuruluşundan bugüne birkaç merhale geçirdiğini, fasıladan fasılaya girdiğini ve o günle bugün arasında zerre kadar bağının kalmadığını görmek gerekmiyor mu artık? Çağlar’ın bahsettiği “satılmışlık” meselesine burada girmeye lüzum yok. Ancak hâkime bir vatandaşın yani o “anneanne”nin attığı tokadı iyice bir anlamak gerekiyor… Ataman, bu anekdotu neden bugün anlattı, ayrı mesele, yalnız o gün atılan tokatları, asılmayan bayrakları, evlerden alınıp götürülen gençleri (ihtilalden hemen sonra Samatya’da yüksek sesle bir taraftan DP aleyhine atıp-tutarken gözüne kestirdiklerini yahut kendisini “efendiliğe” davet edenleri “veya veya” DP’li olduğunu bildiklerini askere işaret ederek “bunu da götürün, şunu da götürün…” diyen —sonraların hukuk profesörü İsmet Gülümser Sungurbey’in parmak ucuna tesadüf eden amcam gibi— birilerinin hatırlatması, gerekçeleriyle anlatması gerekiyor demek ki? Yoksa ortalıkta hâlâ 60 ihtilalinin ardından cemselerde, tank tepelerinde ihtilalcilerle —orduyla değil— el ele dolaşanlardan olduklarını zannedenler böyle sorular sormaya, böyle satırlar karalamaya devam edecekler…
Burak Çetintaş
_____________________________________________
From: ARİF ÇAĞLAR
Subject: İttihat ve Terakki’den köpekten
Date: January 28, 2012 1:49:36 AM GMT+02:00
To:
İttihat ve Terakki’den köpekten –
İnsanın insana uyguladığı vahşet, insanın hayvana uyguladığı vahşetle başlar.
Fransız Devrimi’nin tanınmış devrimcilerinden Camille Desmoulins’in babasına yazdığı ünlü bir mektup vardır. Bu mektupta Desmoulins devrimin hemen öncesinde ahalinin gereksiz ve anlamsız yere çayırlara çıkıp tavşanları öldürmeye başladığını dehşet içinde bildirir. Birkaç hafta sonra Paris’te baldırı çıplaklar ayaklanır, yakıp yıkar, yağmalar. Eski Rejim meşruiyetini yitirmiştir, tavşan katliamından antremanlı ahali Eski Rejim’in nesi varsa hepsine ve dahası birbirine saldırmaktadır. Fransız Devrimi’ni, baskı altında tutulan ahalinin zincirinden boşalmasıyla karıştıran çok olmuştur; başta Fransız aristokrasisi olmak üzere daha sonraki ve günümüze kadarki devrim karşıtı tutucu güçler dahil – bu da başka bir önemli konudur. Ama benim söylemek istediğim şey insanlar ve hayvanlar arasındaki vahşetin insanın insana uyguladığı vahşetle de ilgili olduğu.
Fransızların tavşan öldürme harekâtı ya da Büyük Kedi Katliamı ya da 2. Dünya Savaşı’nda birbirlerini ve özellikle Yahudileri yerken, açlıktan Paris’te kedileri de yemeleri gibi olaylar düşünülünce; Abdullah Onay’ın ‘İtthat ve Terakki’nin büyük köpek katliamına işaret etmesi anlaşılır birşeydir. Öte yandan İstanbul’un köpek katli sorununun İttihat ve Terakki’yle ortaya çıktığını düşünmek de yanlış olur. En azından bu olaydan yarım yüzyıl kadar önce Şinasi’nin gazete makalelerinde bile İstanbul’un serseri köpek sorununa çözüm aranmış, dişilerle erkeklerin İstanbul’un birer yakasına ayrılarak üremelerinin önlenmesi dahi önerilmiştir. İstanbullular sokak köpekleriyle olan ilişkilerini birbirleriyle olan ilişkileri gibi ne insani ne de hayvani bir şekilde çözememişlerdir. 70’li yıların sonunda hökümet böyyüklerinin “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirttiremezsiniz,” diyip devlet eliyle sağı, solun üzerine saldırttığı bir dönemde İstanbul belediyesi sokak köpeği temizleme harekâtına girişmiş, büyük bir zehirleme ve toplama eylemine kalkışmıştı. Bir anda bakkallarda yoğurt kalmadı. Ahali zehirlenen köpekleri yoğurtla tedavi yoluna gitmişti. Bir yandan da aynı ahali kelbî yani köpeksi bir biçimde siyasi cinayetleri sineye çekiyordu, daha doğrusu hiç ilgilenmiyordu. Köpek öldürmenin olduğu gibi köpek sevmenin de böyle sinsi sinik yanları vardır.
Üstelik ister kuş ister kirpi ya da kör köstebek bakışıyla olsun Adalar’da hayvan felaketi sadece köpek boyutuna da indirgenemez. Toprak altında üreyen karıncadan, suda yaşayan canlılara, havada uçan kuşa, özellikle ‘simit’le beslenen balıkçıl martı kuşuna kadar cümle insan-hayvan ilişkisi insan-insan ilişkisi misali bozuk. Halkın örgütlenmiş hal ve kurumlarındaki yolsuz durum hayvan halinde de yolsuz ve yordamsız. Adalar’da kedi, köpek, at, inek, sinek, karga ve martı çöp tenekesinden besleniyor, diğer hayvanata çöpte zaten sıra gelmiyor. Çöp tenekesinde plastik, kanlı tampon, ilaç artıkları, küflenmiş ekmek, bozulmuş et ve ilah yiyecek artığı hayvan nevalesi oluyor. Çok uğraştım, çöp tenekelerinin kapaklarını kapattıramadım. Sanki çöp hayvan besiniymiş gibi çöp bidonu kapaklarını özellikle açıyorlar!
Daha yenilerde başı boş ve zavallı gezen atlarla ve ineklerle ilgili bildirimde bulunup soru sorduk Adalar Belediyesi’ne, biz ilgilenmiyoruz, başkası bakıyor bu işlere, neviinden cevap verdi. Bir dilekçe de bu başkasına yazmak gerekiyor şimdi. Birkaç yıl önce kış vakti sabahın köründe evden çıktım, ilk vapura yetişeceğim, baktım bizim yokuş kan revan içinde, yerde yeni doğmuş bir tay yatıyor, doğuran hayvan da tayın yanında, plasenta Nizam köprüsüne doğru yokuş aşağı akıyor. Atlarla bu derece yakın yaşayan ahalinin atlara gösterdiği bu zalim ilgisizlik nedir? Faytoncuların hayvanı hayvan gibi sürüşlerinden hiç bahsetmek istemiyorum. Yakınlarda 100 yaşlarında ölen Büyükadalı eski faytoncu Şekerci İsmail ne yular kullanırdı ne kırbaç. Bu nadide faytonculardan hâlâ birkaç tane var ama kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi kötü faytoncu da iyi faytoncuyu kovuyor. Sonuç: köpeklerin durumu kötü, atların da durumu çok kötü, inek ve kedilerin durumu hiç iyi değil v.s. v.s.
Bu sorunlara çözüm aranırken kısırlaştırma da akla geliyor haliyle. İnsan içinde yaşaya yaşaya kedi köpeğin de çiftleşme ve üreme hali değişti, beslenemeyecek kadar üreyip aç kalıp hastalanıp telef oluyorlar. Adalı hayatımızda içiçe yaşadığımız hayvanlar âlemi vazgeçilemez ve nadide bir zenginliktir ama hayvanların bu hali ve bunu denetleyip düzeltip değiştirmeyen bizim halimiz de bir rezilliktir. Bizim bahçede doğmuş iki kedi yavrusu vardı, üç beş yıl önce veterinere bu iki sokak kedisi için 360 TL verip karma aşı yaptırdım, iki kedi şimdi aslan yavrusu gibi geziyor aşısız kedilerin yanında. İyi güzel de diğer kedilere yazık değil mi? Bunların aşısını kim yaptıracak? Beslenemeyecekleri kadar çok üremeleri nasıl dengelenecek (bu arada doğanın vahşeti denge sanılmasın sakın). Bir ara Burgazadalılar’a sormuştum da, “biz” demişlerdi, “kedileri kısırlaştırmak için cebimizden para verip Üsküdar Belediyesi’nden veteriner getirtiyoruz”. Hâlâ bu uygulamayı sürdürüyorlar mı bilmiyorum. Bu ve benzeri sorunların çözümü bireysel olamaz, yapılacak işi tartışıp tanımlayıp sorunu belediye kanalıyla çözmek gerekiyor.
Bir de balıklar var tabii. Bir arkadaşın kinayeli söyleyişiyle “Bu sorunu da bir türlü halledemediler,” türü ve sayısı çok azalmış olsa da Marmara’da hâlâ balık var. Geçenlerde vapurda yanımdaki gemi adamı elindeki sigara izmaritini denize atınca yaptığının yanlış olduğunu söyledim kendisine, “Kefaller bunun süngerini yiyor,” diye cevap verdi. Anadilini bile konuşmasını bilmeyen bu adamın bozuk lügatçesinde ‘sünger’ dediği şey ‘sigaranın filtresi’. Adam nikotinden gayrı yaklaşık 600 değişik kimyevi madde içeren sigara filtresi ve izmaritiyle kefal besliyor.
Sokak köpekleri bahanesiyle harekete geçen hayvan sevenler, ki çok iyi ediyorlar, daha önce ADALAR POSTASI’nda da tartışılıp önerildiği gibi Adalar’ın hayvan zenginliğine çözüm için lütfen Adalar Belediye’sine baskı yapsınlar, öneri getirsinler, bunları ilan etsinler, hep birlikte tartışıp, hep birlikte arkalarında olalım.
_____________________________________________
Adalar Belediyesi, 26.1.2012
22 Ocak Pazar günü saat 14:00 sıralarında, Adalar Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22.01.2012 tarih ve 2012/8 Değişik İş sayılı kararına istinaden Adalar Belediyesi hizmet binasına Mali Şube görevlilerinden ve Adalar İlçe Emniyet Müdürlüğü personelinden oluşan bir ekip gelerek, söz konusu Mahkeme kararını Belediye görevlisine göstermesinin ardından, kararda yer alan bilgi ve belgeler Adliye’ye sunulmak üzere görevlilere tutanakla verilmiştir.
E-Posta ihbarını yapan kişinin isteği doğrultusunda İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü’nün Adalar Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan aynı yönde talepte bulunması ve bu talebin “Pazartesi günü delillerin karartılabileceği gerekçesiyle” Pazar günü yapılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bir kamu kuruluşu olan Belediye’den; gerek yargı kuruluşları, gerekse diğer kuruluşlar tarafından bilgi-belge isteniyorsa, her türlü bilgi-belge yasal çerçevede verilir. İsim bile söz konusu olmayan bir elektronik posta ihbarına dayalı yapılan ve ihbarı yapan kişinin adeta yönlendirmesi ve istemiyle hukuka uygun olmayan bu tür bir uygulama, maalesef ülkemizde hukuk devleti ilkelerinin uygulanmadığının göstergelerinden biri olarak belleklerde kalacaktır.
Şöyle ki;
“Ceza yargılamasında maddi gerçeğin bulunması için bazı önlemlerin alınması zorunludur. El koyma, arama, toplatma, yakalama birer ceza yargılaması önlemidir. Bu önlemlerin uygulanabilmesi için öncelikle bu önlemlerin uygulandığı zaman bir zararın meydana gelmesi olasılığının çok güçlü olması gerekir. Aramanın yapılmadığı ya da arama sonucunda ya da başka hallerde nesnelere el konulmadığı takdirde suç eşyası dolayısıyla delillerin yok edilmesi ve sanıkların kaçmaları muhtemeldir. Bu nedenle de yargılama amacına ulaşmayacak; en azından gecikme durumuyla karşı karşıya kalınacaktır,” denilmektedir. Ancak bir kamu kuruluşunun zaten kayıtlarında yer alan bilgi ve belgelerle ilgili yapılan bu uygulamanın etiğini sorgulamak gereklidir. Ayrıca kararda suç delilleri terimi kullanılarak yargısız infazda bulunulmuş, isimsiz bir elektronik posta ihbarına dayanılarak, yapılan bu uygulama maalesef kamu kurumunun saygınlığını zedeleme çabalarından öteye geçmemiştir. Bu durumda, öteden beri Adalar Belediyesi’nin saygın bir kamu kuruluşu durumuna gelmesini ve tüm engelleme çabalarına rağmen Adalılar’a hizmet etmeyi ve Adalar’ın yıllardır çözümlenmeyen sorunların çözülmesine yönelik yapılan hizmetleri hazmedemeyen çıkarcı çevrelerin amaçlarına ulaşmalarına neden olunmuştur.
Vatandaşlarımızın kamu kurum ve kuruluşlarına kamu hizmetleriyle ilgili dilek ve şikâyetlerde bulunma hakkı Anayasa ve yasalarla düzenlenmiş olmakla birlikte, bu hakkın kullanılması sırasında, kamu düzeninin zedelenmemesi ve kamu görevlilerinin iftira ve isnatlardan korunması temel ilke olarak benimsenmiştir. Bu itibarla ve yukarıda açıklanan yasal ve idari düzenlemeler ile yargı kararı çerçevesinde, 4483 sayılı Kanun’un uygulanmasıyla ilgili olarak, belirlenmiş esaslara göre hareket edilmesi bizzat İçişleri Bakanlığı genelgesi gereğidir.
3071 sayılı Dilekçe Hakkının Kullanılmasına İlişkin Kanun’un “DİLEKÇEDE BULUNMASI ZORUNLU ŞARTLAR” başlıklı, 4483 sayılı yasanın 17.07.2004 tarih ve 5232 sayılı yasa ile değişik 4’üncü maddesinin 3. ve 4’üncü fıkralarında, aynı yasanın 17.07.2004 tarih ve 5232 sayılı yasa ile değişik 5’inci maddesinde, 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu’nun BAŞVURU USULÜ başlıklı 6’ncı maddesinde de “13/04/2005 tarih ve 25785 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Başbakanlığın Kamu Görevlileri Etik Davranış İlkeleri İle Başvuru Usul Ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin “Başvuru hakkı” başlıklı 31/2’nci maddesinde de Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanunun Uygulaması ile İlgili Olarak İçişleri Bakanlığı’nca Yürütülecek İşlemlere İlişkin Yönergenin “İşleme Konulmayacak İhbar ve Şikâyetler” başlıklı 9’uncu maddesinde; 24 Ocak 2004 Tarih ve 25356 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Dilekçe Hakkının ve Bilgi Edinme Hakkının Kullanılması Hakkındaki 2004/12 nolu Başbakanlık Genelgesinin 1/a.maddesinde de somut bulgulara ve kanundaki usul ve esaslara dayanmayan ve süreklilik arz eden bu ve benzeri yazışmalar ve zaman kayıpları, kamu hizmetlerinin yürütümünü olumsuz etkilemektedir denilmektedir.
Fiil-fail ilişkisinin yeterince ortaya konulmaması; fiilin suç niteliğinde olduğu soyut kanaatine varıldığında, “genel sorumluluk” anlayışıyla üst düzey yönetim mevkiindeki memurların ve diğer kamu görevlilerinin hemen her olayda cezai sorumluluklarının bulunduğu kabul edilerek, haklarında yasada yer almayan “ARAŞTIRMA” veya ön inceleme yapılmasının talep edilmesi ALIŞKANLIĞI, Bakanlık Genelgeleriyle de engellenmeye çalışılan bir husustur. Bu talepler üzerine yapılan gereksiz işlemler, üst düzeyde karar alma ve uygulama mevkiindeki kamu görevlilerini inisiyatif kullanamaz hale getirerek kamu hizmetlerinin yürütümünü olumsuz yönde etkilemektedir.
Adalar Belediyesi, 2009 yılı yerel seçimlerinde göreve gelen kadrolar tarafından şeffaf, demokratik, katılımcı yönetim anlayışıyla yönetilen, hukuka, yasalara, adalet ve eşitlik ilkelerine uygun olarak halka hizmet etmeye odaklanmış bir kamu kuruluşudur. Çalışmalarında daima açık, samimi ve hesap vermeyi ilke edinen bir tutum içerisinde, halkın alın terinin bir parçası olan kamu kaynaklarından yapılan her harcamayı, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 127. Maddesi’nin Mahalli İdareler başlıklı bendine istinaden, 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun ve diğer mevzuatın dayanakları çerçevesinde yapmaktadır.
Adalar Belediye Başkanı, toplumda ve çevresinde saygınlığı olan, Emekli bir Mülkî İdare Âmiri olup aynı zamanda hem bir bilim adamı hem de Adalar Belediyesi Belediye Başkanı olma sıfatıyla siyasi bir kimliğe sahip, kamunun güvenine mazhar olmuş üst düzey bir yöneticidir. Tüm yaşantısı, ülkemizin her köşesinde halka hizmetle, başarı ve onurla geçmiş, halen de öyle geçmektedir. 27 yıl 10 ay Mülkî İdare Âmirliği yaptıktan sonra, çeşitli üniversitelerde öğretim elemanı olarak çalışmış, 1996-2001 yılları arasında Adalar Kaymakamlığı görevini yerine getirmiş ve 29 Mart 2009’da yapılan yerel seçimlerde Adalar Belediye Başkanlığı görevine Adalılarca [!?] seçilmiş olup, tüm engellemelere, kaynaksızlığa ve baskılara rağmen “Sosyal Demokrat Belediyecilik” anlayışıyla üretilen projeleri gerçekleştirme kararıyla halen bu görevini yılmadan sürdürmektedir.
2009 yerel seçimlerinden önce Adalar Belediyesi’ne her ay 300 Bin TL nakit, bunun yanında deniz-kara taşıtlarının onarımından, başta personel, asfalt, akaryakıt, kilit ve bordür taşı olmak üzere çiçeğe kadar aynî yardım olmak üzere bir yılda toplam 8.235.345 TL değerinde yardım yapan (Adalar Belediyesi’nin yıllık gelirinden fazla) İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2009 yılı Nisan ayından bugüne kadar, Adalar Belediye Meclisi’nin oybirliğiyle aldığı kararlar ve birçok yazılı taleplere rağmen Adalar’a nakdî yardım olarak bir tek kuruş, aynî yardım olarak da bir tek taş göndermemiştir. Ayrıca Adalar Belediyesi’nin 35 kez, Adalar’a hizmet içeren talep yazılarına biri dışında olumlu ya da olumsuz herhangi bir cevap dahi vermemiştir.
İBB’den her ay düzenli olarak alınan yardıma, alınan kredilere rağmen Adalar Belediyesi’nin yeni yönetimi, özgelirlerinin birkaç katı olan yaklaşık 25 Milyon TL borç ile devralınmıştır. Belediye’nin toplam 49 adet olan taşınmazları ise 1345 adet hacizle yeni yönetime devredilmiştir.
Değerli Adalılar’ın ve Kamuoyu’nun, Adalar’ın başta sağlık, ulaşım, imar olmak üzere hiçbir sorununa çözüm üretmeyen, yıllardır Adalar’ı ve Adalılar’ı yoksullaştırarak adeta bir geri kalmış ülke kasabasına dönüştüren geçmiş dönem yönetimlerine şu soruları sormasını ve cevabını araştırmasını arzu etmekteyiz.
1. Bu kadar yardıma ve desteğe rağmen çalışanlarına, sendikaya, müteahhitlere, Devlet’e, İBB’ye, İl Özel İdaresi’ne, bankalara ve birçok kişi ve kuruluşa on milyonlarca borç ne anlama gelmektedir?
2. Yıllarca AKP’li yöneticiler elindeki Adalar Belediyesi’ne yapılan bunca yardım ve krediler nereye gitmiştir?
3. Adalar Belediyesi, AKP’li bir ekibin yönetimindeyken İçişleri Bakanlığı’ndan araştırma ve inceleme amacıyla kaç müfettiş gelmiştir?
4. İsimsiz atılan elektronik postalar ihbar niteliğinde değerlendirilip, işlem yapılmış mıdır?
Yönetimin değişmesinin ardından ise, 12 kez Belediye’ye gelen İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişleri tarafından, olağan teftişler hariç, 38 ayrı konuda 1 araştırma ve 12 ön inceleme yapılmış, İstanbul Valiliği’nce 22 farklı konuda 20 adet araştırma yapılmıştır. Bu araştırmalar, incelemeler çerçevesinde, Belediye’den istenen tüm belge ve bilgiler görevli İçişleri müfettişlerine verilmiştir. Müfettişlerce ön inceleme yapılan konulardan 23’ü hakkında soruşturmaya gerek yok kararı çıkmış, 3’ünün soruşturulmasına karar verilmiştir. Soruşturma izni verilen 2 konuyla ilgili olarak beraat kararı verilmiş, 1 soruşturma ise halen devam etmektedir.
Adalar Belediyesi’ni gözlem altında tutan, birçoğu iftira şeklinde olan, soyut, isimsiz iddia ve şikâyetler için gereksiz ve anlamsız yere 3 ayrı İçişleri Bakanı tarafından sürekli müfettiş gönderen İçişleri Bakanlığı acaba aynı uygulamayı diğer belediyelere de yapıyor mu? Zaman zaman basında çıkan, belgesi bilgisiyle ispatlanmış olan yolsuzluklar karşısında hemen harekete mi geçiyor yoksa isimsiz bir elektronik posta ihbarı mı bekliyor?
Saygılarımızla,
Adalar Belediyesi
_____________________________________________
“CHP’li belediyelere yönelik baskının giderek artması sistematik uygulama izlenimi veriyor”
“534 CHP’li belediyeden kaç tanesi bugüne kadar kolluk tarafından baskına uğradı, baskına uğrayan soruşturma izni verilen AKP’li belediye başkanı var mı?”
CHP İstanbul milletvekili Umut Oran, CHP’li belediyelere yönelik giderek artın polis baskınlarını TBMM’ye taşıdı. Oran, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, “CHP’li belediyelere yönelik baskının giderek artması sistematik uygulama izlenimi veriyor. Eski belediye başkanı olarak halkın seçtiği birisi için 397 yıl hapis cezası istemiyle dava açılması hakkında ne düşünüyorsunuz? 534 CHP’li belediyeden kaç tanesi bugüne kadar kolluk tarafından baskına uğradı, baskına uğrayan soruşturma izni verilen AKP’li belediye başkanı var mı?” diye sordu.
Muhalif kesimler baskı altında
Oran, Başbakan Erdoğan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM’ye sunduğu soru önergesinde, “Hükümetinizin muhalefete karşı tahammülsüz tutumu artık uluslararası alana yansımış bir gerçeklik haline gelmiştir. Öğrenciler, gazeteciler, işçiler, milletvekilleri, sonuç olarak toplumun her kesimi büyük baskı altında. Son zamanlarda özellikle muhalefet partilerinin her düzeydeki mensupları da bu baskıdan büyük oranda nasibini almaktadır” dedi.
2014’e yönelik sistematik uygulama
Sadece son birkaç ay içinde CHP’li İzmir ve Eskişehir büyükşehir belediyeleri ile Edirne, Kırklareli, Adalar, Avcılar, Kadıköy, Maltepe, Silivri, Samsun-Atakum, Çeşme-Alaçatı, Antalya Manavgat-Muratpaşa belediyelerine ardı ardına baskınlar yapıldığını belirten Oran, “Üyesi olduğum CHP’nin belediye başkanlarına yönelik polis baskınlarının giderek artıyor olması, 2014 seçimlerine kadar sistematik bir uygulamaya gidildiği izlenimini güçlendirmektedir” dedi.
Oran’ın, Erdoğan’a yönelttiği soruları şöyle:
– AKP hükümetlerinin işbaşına geldiği 18 Kasım 2002’den bugüne kadar kaç büyükşehir, il, belde belediye başkanlığına polis-jandarma baskını düzenlendi? Bu belediyeler hangi siyasi partilerin elinde?
– 29 Mart 2004 tarihinde yapılan yerel seçimler sonrasında CHP’nin kazandığı 4’ü büyükşehir belediyesi, 11’i il belediyesi, 176’sı ilçe belediyesi ve geriye kalan 344 adedi de belde belediyeleri olmak üzere toplam 534 belediyeden kaç tanesi bugüne kadar kolluk kuvvetlerince baskına uğradı?
– Bugün itibariyle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığımızda vergi denetmeni, mülkiye müfettişi, özel yetkili savcının görevlendirdiği bilirkişilerden oluşmak üzere toplam 82 görevlinin halen inceleme araştırma yaptığı gibi bilgisi doğru mudur? – Eski bir büyükşehir belediye başkanı olarak halkın seçtiği bir belediye başkanı hakkında 397 yıl hapis cezası istemiyle dava açılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
– 27 Ağustos 2011 tarihinde CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’na ithafen yapmış olduğunuz “Diyor ki; ’Bizim partimiz temiz partidir, AK Parti gibi yolsuzluklara karışmış bir parti değildir’. Önce sen bir defa aynaya daha dikkatli bak. Senin daha temizleyecek çok şeyin var. Daha neler olacak, neler çıkacak ortaya bunları da göreceksin” açıklamanızdan sonra CHP’li belediyelere yönelik baskınların hız kazanması rastlantı mıdır?
– 18 Kasım 2002’den bu yana kaç AKP’li belediye başkanı hakkında adli-idari işlem, soruşturma yapıldı, bunların sonucunda kaçı mahkûm oldu?
Belediye ziyaretleri yapacak
Oran, giderek artan baskılar karşısında CHP’li belediyeleri ziyaret edeceği bildirildi. Oran’ın bugün Bakırköy, yarın Adalar belediyesini, pazartesi günü de İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu ziyaret edeceği bildirildi.


Tekin: “3 olsa ne olur 26 olsa ne olur, ne değişecek?”
”Meclis Ajans” internet sitesinin 9’ncusunu düzenlediği ”Türkiye’ye hizmet edenler” ödül töreni yapıldı.
Sitenin Genel Yayın Yönetmeni Murat Polat, Sürmeli Otel’de düzenlenen törende, geleneksel hale getirdikleri etkinlikle Türkiye’ye hizmet edenleri ödüllendirmekten büyük onur duyduklarını söyledi.
[…] Yılın Başarılı Siyasetçileri dalında ise CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Demokrat Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek ve BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ödüle layık görüldü.
[…] Kılıçdaroğlu’nun ödülünü CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin aldı. Gürsel Tekin ayrıca yılın milletvekili ödülüne de layık görüldü. Bu kategoride MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır da ödül aldı.
Etkinlikte ayrıca, yılın bürokratları, yılın belediye başkanları [Aaaa! Aaaa! Adalar Belediyesi’ne ödül yok mu?], yılın başarılı basın mensupları ödülleri de verildi.
Tekin soruları yanıtladı
CHP Genel Başkan Yardımcısı Tekin, ödül töreni öncesi otele gelişinde gazetecilerin sorularını yanıtladı.
Tekin, bir gazetecinin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz günlerde yaptığı ”Önümüzdeki günlerde göreceksiniz, özel yetkili savcı CHP ile ilgili gene bir dosya çıkaracaktır,” şeklindeki açıklamalarını hatırlatarak, böyle bir çekincelerinin olup olmadığını sorması üzerine, ”Hiç kimseden çekinmiyoruz. Allah’tan başka kimseden korkumuz yok. Ama maalesef sayın Genel Başkanımızın söylemiş olduğu manzaralar, her gün yaşadığımız manzaralar. Örneğin en son Adalar Belediyesini isimsiz bir mektupla bas… İsimsiz mektup bir moda oldu… Elimizde bir bilgi, belge yok, ama hepimizin beklentisi bu doğrultuda” değerlendirmesinde bulundu.
”Şahin Mengü’nün, Deniz Baykal’a ait olduğu iddia edilen kaset olayıyla ilgili açıklamalarının” hatırlatılması üzerine de Tekin, ”Hangi arkadaşımızın elinde belgeler bilgiler varsa, kamuoyuyla paylaşabilir” dedi.
_______________________________
Boğaziçi’ni ve eski İstanbul’u en iyi anlatan yazar olarak bilinen Abdülhak Şinasi Hisar, mezarının bulunduğu Zeytinburnu’nda yâd edildi. Boğaziçi Mehtapları’nın yazarı Abdülhak Şinasi Hisar’ı edebiyatçı yazar Sermet Sami Uysal anlattı. “Zeytinburnu’nun Ebedî Sâkinleri” arasında gerçekleşen olan sohbet toplantısı, Zeytinburnu Kültür ve Sanat Merkezi’nde dün yapıldı. Edebiyatçı yazar Mehmet Nuri Yardım’ın sunuculuğunu yaptığı toplantının sonunda, dinleyiciler de Yahya Kemal Beyatlı’nın ve Abdülhak Şinasi Hisar’ın yakın çevresinde bulunmuş ve onlarla yıllar boyu sohbet etmiş olan Sermet Sami Uysal’a soru yönelttiler. İstanbul’u ve Boğaziçi’ni en iyi anlatan yazar olarak tanınan Abdülhak Şinasi Hisar, 14 Mart 1987 tarihinde İstanbul’da doğdu. Anne tarafından dedesi Muhtar Bey’in Rumelihisarı’ndaki yalısında doğdu. Çocukluğu, Rumelihisarı, Büyükada ve Çamlıca’da geçti. 1898’de Galatasaray Sultanisi’ne girdi. Ailesine haber vermeden 1905’te Galatasaray Sultanisi’nden ayrılarak Paris’e gitti. 2. Meşrutiyet’in ilânından (1908) sonra Türkiye’ye döndü. Çeşitli işlerde çalıştı. 3 Mayıs 1963 tarihinde Cihangir’deki evinde beyin kanamasından vefat etti. Zeytinburnu Merkezefendi Mezarlığı’na gömüldü. Edebiyat yazılarına Mütareke yıllarında Dergâh ve Yarın dergilerinde başlayan Abdülhak Şinasi, 1921’den itibaren çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Cumhuriyet dönemi yazarı olmasına rağmen dil ve üslûp açısından Meşrutiyet kuşağına bağlı kalan Hisar’ın bütün eserleri esas olarak “hâtıra”ya dayalıdır. Eski zamanları ve eski zaman insanlarını anlatır. Başlıca eserleri: Fahim Bey ve Biz, Çamlıca’daki Eniştemiz, Ali Nizamî Bey’in Alafrangalığı ve Şeyhliği, Boğaziçi Mehtapları, Boğaziçi Yalıları, Geçmiş Zaman Köşkleri ve Geçmiş Zaman Fıkraları‘dır.


O zamanlar biz bu resimleri ikide bir halamızla ziyarete giderdik. Zira onların bulunduğu ikinci kattaki büyük misafir salonunun kapısı kilitli ve anahtarı ise onun bildiği bir yerde gizli dururdu. Odayı kaplıyan halı da allı yeşilliydi. Bunun için biz çocuklar arada sırada:
“Kuzum hala! Büyük salondaki resimleri bize göstersenize!” derdik.
Zavallı kadın, her defasında, ilk önce, kalbinin iyiliğini yüzüne aksettiren bir tebessümle güler ve şaşalar:
“A! Resimleri görüp de ne yapacaksınız? Hem ben onları size kaç defa gösterdim!.. Daha geçen gün gösterdim!” gibi sözler söylerdi. Fakat sağ olsunlar, işlerine hiçbir zaman ve hiç bir türlü akıl erdiremediği kocasıyle sevgili oğlunun bunca paralar verip satın aldıkları ve ne uzaklardan nice zahmetlerle getirtip bin bir dikkatle astırdıkları bu yağlı boya resimlerin, kendisinin, cahilliğinden anlıyamadığı bir marifet, hikmet ve kerametleri olacağına hükmederek ve okumuşların bunları iki de bir tekrar tekrar görmek istediklerini bildiğinden bu kadar para eden ve âlâka uyandıran bu tabloların kendince malûm olmıyan meziyetlerini çocukların da anlıyabileceğini zannederek, üstelik de pek iyi kalbli olduğu için, nihayet ricalarımıza dayanamayıp, yine anahtarı alır ve kimbilir kaçıncı defa olarak, bizimle beraber yine yukarı çıkardı. Ve her defasında, perdeleri inik duran ve içi Hereke kumaşıyle ipek kokan loş odada, bizim güya tekrar görmek istediğimiz büyük tabloların önüne gelmeden evvel, asıl dileğimiz olan ve bekliyen kahkahalarımızı çözen hadise tekerrür ederdi: Hatçanımefendi, tam bu halının yeşil kısmına geldi mi, kalbinin iyiliği yüzüne vuran bir tebessümle gülümsiyerek, yerlere sürünmesin diye bir eliyle eteğini toplar ve güya gizli bir ahenge uyuyormuş gibi, kendine mahsus bir zıplayışla keçenin yeşillerine basmıyarak, bunların üstünden atlar ve onun bu çocukça sıçrayışlarını görmek o kadar hoşumuza giderdi ki içimiz hazla dolarak katıla katıla gülerdik. O ise bizim asıl maksadımızın kendisine bu gülüşlerimiz olduğunu bile belki düşünmezdi. Yarabbi! O zamanlar bu ihtiyar kadınla biz, üç dört çocuk, ne iyi anlaşan bir cemiyet kuruyorduk!
Bu tablolar arasında, geniş çerçevesi içinde seyrettiğim kocaman bir tanesi vardı ki onu görünce, bir uğultu halinde, iyice seçemediğim ve tefsirini ancak sonraları yapabileceğimi tahmin ettiğim bir takım sözler veya rüzgârlar duyar gibi olurdum. Şüphe yok ki onu yapan ressam, enstantane bir fotoğrafta olabileceği gibi, Boğaziçi’nin mamur ve müreffeh bir zamanını, işlek ve canlı bir anını, süratli ve rüzgârlı bir manzarasını tesbit etmişti. Bu, bir uzun eski zaman yalısını, önündeki kalabalık rıhtımı ve mavi deniz parçasını gösteriyordu.
Resmin boydan boya hemen bütün yüksek planını, yanında bir yavrusu gibi duran, bir kattan ibaret, bir kameriyeye benziyen küçücük köşkiyle, Binbir Gece masallarının sarayları gibi bitmez tükenmez görünen ahsşap bir yalı kaplıyordu.
Bu yalının yüksekçe fakat penceresiz kargir bir zemin katı üstünde, denize doğru ilerliyen beş büyük kısmı vardı ki bunlar altlardaki katlara istinat eden, ikinci katta dörder ve üçüncü de üçer değirmi konsollarla tutturulmuştu. Bütün yalının cephesi yan yana dizilmiş ve sımsıkı kafesli pencerelerle kaplıydı. Bu yalının önündeki dar ve yüksek rıhtım, resmin orta planını tesşkil ediyordu. Bu rıhtımda dört beş kişi yerde oturuyor, önde at üstünde bir adam ve arkada iki kişi daha bize doğru geliyor, çıplak baldırlı, şalvarlı, sarıklı, hamarat tavırlı, kahraman edalı birçok yedekçiler kayıklara doğru ipler, halatlar atıyor ve kayıkları çekiyorlardı.
Tablonun üçüncü ve ön planını teşkil eden, akıntının bulunduğu bir deniz parçası üstünde de dört beş kayık, ya kayıkçıların çektikleri kürekler, ya yedekçilerin çektikleri iplerle yukarı doğru süzülüp gidiyor ve bu yedekte giden kayıkların birinde, bir kayıkçı, arkası dönük olarak tersine çömelmiş, küreklere denk tutuyordu. Resmin sonlarına doğru, büyük yalının göründüğü noktada, direkli ve yelkenleri toplanmış bir geminin direğine bir gemici tırmanıyordu.
İşte bütün bunlarla tekmil resimde bir canlılık, bir hareket göze çarpıyor ve vaktiyle, bizim yetişemediğimiz zamanlarda hep beraber yaşamış olan bu insanlar, bu şeyler, sanatın tılsımıyle daha bitmemiş bir zaman içinde büyülenmiş gibi, asılı bulundukları çerçevede, ani hareketlerini yapmakta devam ederek güya ömürlerini sürmekte devam ediyorlardı.
Bir geçmiş zamanı böyle bütün hususiyetleri, renkleri, şekilleri ve insanlarıyle göstermek bütün bir felsefe ayarında tutulacak bir muvaffakiyet değil midir? Zira bütün iddialarına rağmen felsefe sistemleri bile, olsa olsa filozofların zamanlarını ve ruhi haletlerini göstermek ve söylemek değil midir? Siz bütün kâinatın esaslı sırrını bulup asıl hikmetini söylediğinizi umarsınız. Halbuki ifade ettiğiniz ancak kâinatın bir tek köşesinde, bir an için açmış bir tek ve muvakkat hakikatten ibarettir. İşte, muvaffak olunca, sanat da, en yüksek felsefe gibi, bunu mükemmel olarak gösterir!
Çocukluğumun bildigi bu resmi, nice sonraları, İstanbul gravürleriyle meşhur olan ressam Allom’un kitabında görünce eski bir aşina ile karşılaşmış gibi sevinmiştim. Allom bunu Arnavutköy akıntısı önündeki Said Pasa sarayı diye kaydediyor. Bu, daha doğrusu, İkinci Mahmud’un kızı ve Said Paşa’nın haremi Mihrimah Sultan’ın yalısı olacaktır. Anlaşılıyor ki, gördüğümüz eski, büyük yağlı boya tabloyu ya kendisi bu gravürden ayrıca tersim etmiş, yahut, belki de bu, başka bir ressam tarafından büyültülerek yapılmış bir kopyesi olacaktı. […]


Romanları: Fahim Bey ve Biz (1941), Çamlıca’daki Eniştemiz (1944), Ali Nizamî Beyin Alafrangalığı ve Şeyhliği (1952).
Anıları: Boğaziçi Mehtapları (1943), Boğaziçi Yalıları (1954), Geçmiş Zaman Köşkleri (1956), Geçmiş Zaman Fıkraları (1958), İstanbul ve Pierre Loti (1958), Yahya Kemal’e Veda (1959), Ahmet Haşim/Şiiri ve Hayatı (1963).
Kitaplarının yeni baskılarını Bağlam Yayınevi yapıyor. Hakkındaki tek kitabı Sermet Sami Uysal çıkarmıştı: Abdülhak Şinasi (1961). Yazar hakkında Abdullah Uçman’ın geniş bir incelemesi Ötüken Yayınevi’nde yayımlanan Fahim Bey ve Biz (1978) romanınnın başıda yer almaktadır.
_______________________________
Karda ada… Karda(n)Ada(m)…
Bir Cevap Yazın